28 Ağustos 2009 Cuma

Avrupa Ligi'nde Balkan Savaşları


Hayat Fener'e güzel. H grubunda önce en güzel seribaşı Steaua Bükreş'e düşen Sarı Lacivertliler, hiç hız kesmeden Twente ve Sheriff'i de çektiler ve 18'de 18'e oynuyorlar.

Galatasaray ise en azılı gruba düştü: Panathinaikos, Dinamo Bükreş ve Strum Graz ile. Hadi Strum'u sayma, ama ilk 3 takım Ortadoğu ve Balkan'ların en kanlı geçecek grubunu oluşturuyor. Cehennem gibi stadlar, fanatik taraftarlar, iddialı transferler... 17 Eylül'de kılıçları çekeceğiz anlaşılan.

27 Ağustos 2009 Perşembe

Aslantepe Nihayetinde


Hayırlı uğurlu olsun, bir Seyrantepe ihalesi daha iptal edilmiş oldu. 4. kez iptal edilen bir ihale ve yarısı tamamlanmış olarak duran bir stad var ortada şu anda. Şu an yazılanlar TOKİ'nin projeyi kendi yapacağı. Belki de en hayırlısı budur, çünkü TOKİ'nin yapmama, yapamama gibi bir durumu yok. Oysa ki bu ihalede kazanan her şirket için "umarım batmaz, yapabilir" tarzı düşüncelerim olacaktı. Şimdi içim daha rahat.

Kısacası Aslantepe Stadı, ipteki cambazlardan düşüp aşağıdaki güvenlik ağına geldi. Bundan sonra dahası yok. Umarım aksiyon görürüz artık.

Not: Ilerleyen saatlerle beraber Adnan Polat da gelişmelerden memnun olduğunu açıkladı. Eğer bir başkan, kendi stadının yapım ihalesinin iptaline iyi bir şey diyorsa demek ki hakkaten hayırlı bir olay.

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Formula 1'in Efsane 10 Virajı

Haftasonu malumunuz Valencia GP'si vardı. Barrichello'nun kazanması ve Mclaren'in pit stop rezaleti dışında inanılmaz bayık geçen yarış sırasında blog yazarınız kollarını kavuşturup uyudu maalesef. Valencia'dan önceki yarış da Macaristan GP'siydi. Hala takvimde olmasını sadece pist girişindeki Bernie Ecclestone heykeline bağlayabildiğim bu sıkıcı ve eski pistte de pek enteresan bir yarış olmamıştı, Hamilton'ın bu seneki ilk yarışını kazanması dışında. Tabi Massa olayını saymıyorum.

Ama ey F1 sever, gönlünü rahat tut. Çünkü sezonun bundan sonraki yarışları birbirinden güzel, tarihi ve enteresan yarışlar. Hele de bu hafta sonu koşulacak Spa-Francorchamps ve bir sonraki Monza pistleri.

Spa'yı Spa yapan şey, hızlı ve akıcı bir pist olması dışında turun başındaki Eau Rouge virajıdır. Her sene bütün pilotlar bir över, sever, methiyeler düzer. Işbu blog da buradan yola çıkarak, bir süredir ertelediği "F1'in Efsane 10 Virajı" yazısını yazmaya karar verdi. Buyrun boyunkıran, lastik patlatan, araç zıplatan, yürek hoplatan listemize:
1) Eau Rouge: Madem buradan ilham aldık buradan başlayalım. Belçika'nın Spa-Francorchamps pistinde aslında zaten bir çok ünlü viraj vardır, bir de artık aramızda olmayan Bus Stop Şikanı var ama onu sayamıyoruz. Yine de Eau Rouge hem bu pistin, hem de büyük ihtimalle bütün takvimin en heyecan verici virajı. Bir "drivers' favorite". Ilk viraj hengamesinden kurtulan pilotlar son gaz buraya geliyor, önce hafif sol, sonra da sağa doğru göğe fırlıyorlar deyim yerindeyse. Ciddi bir yokuş yukarı bu viraj, bir sürü pilot burayı çıkarken sadece gökyüzünü gördüklerini söylüyor ki 300 km ile giderken gökyüzünü görmek cennet kadar mükemmel veya cehennem kadar korkunç olabilir. Buraya flat-out çıkmak da tur zamanı için elzem. Ingilizce'den chicken translate yaparsak erkekleri oğlanlardan ayıran bu viraj/pist, aynı zamanda Schumacher'in ilk yarışını da kazandığı yer.

2) Curva Parabolica: Monza, Ferrari'nin ve onların fanları tifosilerin evi olmasıyla, çok çok hızlı (ve neredeyse virajsız) bir pist olmasıyla ve son virajı Parabolica ile bilinir. Ascari virajından buraya kadar tam gaz gelirsiniz, o zamana kadar yaptığınız mükemmel turu aynı şekilde bitirmek için bir Parabolica yeter. Ama işte sorun da orada. Bu uzun, 180 derecelik sağa virajın kilidi, onu doğru çizgide dönebilmek. Aslında tam bir bilgisayar oynu virajı, önce gazdan çok dönüşe abanırsın, sonralarında dönüşten çok gaza. Burayı iyi döndün mü tifosilerin sağır edici kornalarının arasında tam bir victory lap çıkarmış olabilirsin. Geçen sene Sebastian Vettel'in vaftiz edildiği yer diyelim buraya.

3) Melbourne Ilk Viraj: Biraz duygusal bir seçim aslında. Bütün yaz 4 gözle sezonun başlamasını bekleyen bizleri sabahın dik köründe televizyon karşısına diker Melbourne GP. Hani okula ilk başladığın gün, bahçede arkadaşlarla konuşmak gibi biraz. Ve bu pistin, seneler boyu ne kazalar görmüş ilk virajı. Kim çıkacak kim çıkamayacak diye iddiaya bile giriliyor. Ayrıca yukarıdaki resmi de akıllara kazıyan virajdır burası. Avustralya'nın bundan önceki pisti Adeledie'in iki uzun düzlük arasındaki virajını da unutmamak lazım. Hakkinen, o virajda ölümden dönmüştü 1995'te.

4) Istanbul 8. Viraj: Bakmayın Türk olduğumuza, bu viraj cidden F1 efsanelerinden biri oldu şimdiden. Sola doğru 4 tane virajı birleştiren ve 4 tane apex'i olan bu viraj, gerçekten pilotları ciddi zorluyor. Hamilton'ın 2 sene önce sağ ön lastiğinin patlaması, özellikle bu virajda oraya binen yüklerden dolayı. Zorluğu sırf lastiklere de değil, genelde sağ virajların domine ettiği F1'de boyunları en zorlayan sol viraj burası. Ayrıca 4 viraj boyunca da yarış çizgisini takip etmek ve flat-out gidebilmek yarım saniye kazandırır, yapılmazsa da kaybettirebilir. Hermann Tilke'nin elinden çıkan bu virajımız ile ne kadar övünsek az.
5) Maggots-Becketts-Chapel: Yarışların ana vatanı Ingiltere'de bundan sonra yarış olup olmayacağı veya nerede olacağı büyük bir tartışma konusu. Ama şu ana kadar Ingiltere GP'sine ev sahipliği yapan Silverstone'un ne kadar güzel bir pist olduğunu değiştirmez bunlar. Hele de turun başındaki Maggots-Becketts-Chapel bölümü. 250-290 km hızla sol-sağ-sol-sağ-sol formasyonunda devam ederken eğer araç içi kameradan izliyorsanız insanı aptal eden bir komplekstir burası. Işin en büyük sıkıntısı, bu kadar yüksek hızlarda alınırken ideal yarış çizgisinden çıkmak ya çok ciddi zaman ve hız kaybına ya bir çimen yolculuğuna ya da yarış dışı kalmanıza sebep verir. Rollercoaster'dan Horror Train'e dönüşebilir.
6) Wall of Champions: Kişisel favorilerimden burası. Ayrıca listemizde ad verilmeyen, adını kendi alan tek viraj. Şu an takvimde bulunmaması çok üzücü olan Montreal yarışının en son virajı, upuzun bir düzlüğün sonundaki fren katili. Maksimum sürat ile gelinen sağ-sol kombinasyonu, start-finiş düzlüğünün sağ duvarına santimetreler kala bitiyor ve yeni bir tura başlamaya yelken (veya gaz) açıyor pilotlar. Tabi Şampiyonlar Duvarı'nı geçebilenler. Hikaye süper: 1999 Kanada GP'sinde o sıralar yarışan eski Dünya Şampiyonları'nın hepsi (Damon Hill, Jacques Villeneuve ve Michael Schumacher) bu duvara çarpıp yarışdışı kalıyorlar. O günden bugüne oranın adı Şampiyonlar Duvarı. Curse of the Black Pearl gibi, şampiyonların uzak durması gereken bir mekan.

7) S do Senna: Listeye giren S virajları üçlemesinin ilki. Brezilya GP'sinin ilk virajı, adını çok doğal olarak Brezilyalı efsane pilot Ayrton Senna'dan alıyor. Interlagos, bizim pist gibi, saat yönünün tersine olan nadir pistlerden. Ve yine bizim gibi, sola doğru yokuş aşağı bir viraj ile başlıyor. Yarış içinde pilotlar, Indy pistleri gibi uzun, dönen ve yana doğru açılı son virajdan başlayarak burada Senna S'e ciddi hızlarla geliyorlar ve yarış içinde geçiş için en uygun yerlerden biri. Brezilya GP'si senenin genelde son yarışı olduğundan dolayı da heyecanı çok. O yüzden Senna S'e doğru yakın gelen iki pilot, ciddi kalp ritm yüksekliği yapan bir yerdir. Belki listedeki diğer virajlar kadar zaman kazandırmak veya kaybettirmez ama burası direk pozisyon kazandırır veya kaybettirir. Adı da ayrı bir sempati öğesi zaten. Buranın unutulmaz anlardan biri de 2001'de Juan Pablo Montoya'nın gözünü karartıp Michael Schumacher'in iç tarafına dalmasıdır hatta. Büyük Ayrton'u da buradan anmış olalım.
8) Fuji S Curves: S üçlemesinin ikincisi Japonya Fuji'den geliyor. Uzun ve sağa doğru giden ilk virajın sonundan lunaparkın da gözüktüğü Dunlop'a kadar uzanan bir yokuş aslında burası. Gran Turismo oynayan arkadaşlar buradan eminim çok çekmişlerdir. Hem yokuş yukarı hem 3 viraj olduğu için fren burada bir opsiyon değil. O yüzden gaz pedalını kral gibi kullanan burada uzayıp gidiyor. Kerbleri kullanmak da burayı hızlı geçmenin önemli bir noktası. Çok fazla aksiyon olmaz belki ama, motor zorlayıcı bir virajdır burası. Zor Fuji pistinin en sessiz ama iyi bir tur zamanı için en önemli virajlarından.
9) Castrol S: Üçlemenin sonuncusu Nürburgring'den. Niki Lauda'nın yandığı pist olarak ün yapan (ve o yarıştan sonra kapanan) aynı adlı efsane pistin günümüz versiyonu burası. Gran Turismo'da ilk defa oynamıştım eski versiyonunu, bitmek bilmeyen virajları, darlığı, kaçış alanı olmaması ve carousel'leri ile çok ciddi bir sabır ve dayanıklılık testiydi pistin eski versiyonu. Yenisi aslında bi boka da benzemiyor itiraf etmek gerekirse. Bir tek ilk viraj kompleksi hariç. Start-finişin sonunda yol bir anda sağa düşüyor resmen, yaklaşık 160 derece. Öyle bir dönüş ki devasa genişlikteki bu virajda hep birileri yoldan çıkıyor. Buraya tam giremeyen, 2. ve 3. virajlarda arkasındakiler tarafından çok pis avlanır ayrıca. Bir de yokuş aşağı frenlemesi var ki onu Kimi Raikkonen iyi bilir. 2005'te Alonso'nun önünde lider giderken son turun başlangıcında, patlamak üzere olan lastiği bu virajda patlamıştı ve şampiyonluk yarışında galibiyeti en yakın rakibine hediye etmişti.
10) Monaco: Buraya bir imtiyazlık vermemek doğru olmazdı. Formula 1 tarihinin baştacı pistte hangi viraj efsane değil ki? St Devote ile başlayan ve sırasıyla Massenet, Casino, Mirabeau, Hairpin, Portier, tünel çıkışındaki Chicanne, Tabac, Piscinne ve La Rascasse derken Anthony Noghes ile biten bir pist burası. Neresine ayrı bir önem vereyim, neresiyle ilgili hangi anıyı yazabilirim. Koskoca bir tarih yatıyor burada. En iyisi mi siz gidin f1.com adresine, oradan videolar bölümüne girip on-board kameralarından burayı izleyin. Tek bir tur izlerken kusuyordum, o adamlar 70 tur arka arkaya atıyor. Respect bro!

Eğer buraya kadar okuduysanız, size açık ve net teşekkür ediyorum. Virajları herhangi bir sıraya koymadım, hepsi birbirinden güzel ve özel. Bundan sonra Formula 1 ile ilgili yapmamı istediğiniz başka listeler varsa onları da yaparım, siz yorum bölümüne ekleyin. Haftasonu Spa'da görüşmek üzere.

25 Ağustos 2009 Salı

Diyarbakır Üstünden Nereye Gidiyoruz?

Dün akşam maçı izlemedim ama dikkatle maçı izleyenlerin de bugün futbol hakkında yazmadıklarını görüyorum. Ben tamamen dışarıdan bir göz olarak aşağıdaki satırları yazacağım.

Dün akşamki Diyarbakırspor - Fenerbahçe karşılaşması hakkında canımı sıkan çok konu oldu. Sırayla paylaşayım ve size de fikirlerinizi sorayım dedim:

- Ilk önce akşam, Aziz Yıldırım'ın açıklamalarını gördüm o yüzden oradan başlıyorum. Yıldırım, maç sonunda mikrofonlara Fenerbahçe'nin Diyarbakırspor'u yenmesinin doğal olduğunu ve Diyarbakırlıların bu tavrı devam ederse geldiklere yere (2. lige) düşeceklerini söyledi. Ultras'ta da yazdığı gibi, aslında Diyarbakır'daki maçlarda 5-4 olan Diyarbakır üstünlüğü dünkü maç ile eşitlenmiş bulunuyor. Yani Fener'in Diyarbakır'ı yendiği gibi, Diyarbakır'ın da Fener'i yenmesi normal karşılanabilir. Kaldı ki futbolu sevmemizin sebeplerinden biri de bilinmezliği. Küçücük bir takım, gelip kocaman bir devi yenebiliyor. Ayrıca, Fener Diyarbakır'ı devamlı yense bile, Aziz Yıldırım'ın bunu bu kadar rahat bir şekilde mikrofonlara söylüyor olması bir futbolsever olarak midemi bulandırdı. Bu düşüncenin böyle dile getirilmesi, getirilebilmesi, Aziz Yıldırım'ın bunu bu kadar rahatça düşünmesi ve normal olduğunu iddia etmesi aklıma kendisinin bir sözünü daha hatırlattı: "Artık maçları saha dışında kazanıldığını öğrendik". Bir de ikinci lig mevzuu var. Anlaşılan Aziz Yıldırım için Diyarbakırspor'un memleketi ikinci lig ve Süper Lig'de bulunmaları bir lütuf. Yaramazlık yaparlarsa geri gidecekler. Hatta demeç öyle bir veriliyor ki Aziz Yıldırım sanki kendi yollayacak Diyarbakırspor'u ikinci lige.

- Sonra Diyarbakırspor başkanı Çetin Sümer'in dediklerini okudum. Dün akşam olan olayların hepsinden kendi yönetimini, takımını ve camiasını çekip çıkarmış ve sütten çıkmış ak kaşık ilan etmiş. Sahaya atılan maddeleri Galatasaraylılar'a, şeref tribününde Fenerbahçeli yöneticilere yer ayrılmamasını Gençlik Spor İl Müdürlüğü'ne, maçtan sonra yaşanan olayları da emniyet güçlerine mal etmiş. Diyarbakır'da ciddi bir Galatasaray sempatisi olduğunu gittiğim zaman gözlerimle gördüm; ayrıca bir sürü maçta, sahadaki rakibin ezeli rakiplerinin bayraklarını, atkılarını veya pankartlarını taşıyan çok tribüne de şahit oldum. Ama bu, dün akşamki olayları o takıma mal etmeyi gerektirmez. Belli ki hem klubün içinde, hem de şehirde çok ciddi sıkıntılar var. Yoksa niye takımları öndeyken böyle bir harekete başvursunlar? Bir de Sümer'in şu sözü çok ilgimi çekti: "Aziz Yıldırım'a ..... daha önce edilen küfürleri unutturmak istedik, hem de hemşerimiz, Hoşgeldin Büyük Başkan pankartı hazırlattık...". Yani bir Süper Lig takımının başkanı, başka bir Süper Lig takımının başkanına tribün misali pankart hazırlatıyor.

- Son nokta olarak da Hürriyet'e değineyim. Yukarıda linklediğim haberin başlığı "Sümer, GS taraftarını sorumlu tuttu". Bir haberin daha çok okunmasını isteyebilirsiniz ama bu kadar provokasyon olduğu açık, başlık ile Fenerbahçe-Diyarbakırspor arasındaki bir gerginliği başka yerlere de yaymak ve yıllardır utandığımız holigan futbol sahnesinin oluşmasından başka ne işe yarıyor ki?

Dediğim gibi, bunlar benim gördüklerim ve düşüncelerimi paylaşmak istediklerim. Herkesin aynı düşünceye sahip olmasını bekleyemem, o yüzden sizin de düşüncelerini merak ediyorum bu konuda.

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Barrichello Victorious

Bu adamın kazanmasına sevinmeyen var mı? Içimizdeki kıpır kıpır kanın bir benzerini taşıyan Barrichello, 5 yıl aradan sonra ilk non-Ferrari zaferini dün Valencia'da elde etti. Griddeki en yaşlı pilot olarak (Luca Badoer'i saymıyorum, o fasulye) bunu yapması da ciddi bir istikrar işareti.

Bunun dışında itiraf edeyim televizyon karşısında uyudum. Çok tatlıydı. Sadece Mclaren'in yaptığı pitstop hatasında uyanıktım neyse ki, yoksa başka hiç bir aksiyon olmayan bir yarıştı.

Haftaya Spa-Francorchamps var Belçika'da. Takvimin en güzel pistlerinden biri. Inşallah o zaman yazacak çizecek çok daha fazla şey olur.

Her Yöne 4-1 Kampanyası

Formalar henüz ıslakken yazayım aklımdakileri, taze taze. Galatasaray, bu sezon karşılaştıkları arasındaki en dişli rakibini de 4-1 yenerek 9 puanla lider an itibariyle.

Cangele ile maça baya hızlı başlamıştı aslında Kayseri ama Cangele bir süre sonra futbolu bırakıp anti-futbola geçince Kayseri'nin rüzgarı da dinmiş oldu. Maç sırasında üşenmedim twitter'a yazdım, Hakan Balta-Cangele ikilisinden biri ya sakatlanacak ya da kırmızı kart görecek diye. Maalesef dediğim tuttu, Hakan Balta sakatlandı maçın ilerleyen dakikalarında.

Makukula. Ligde böyle ikinci bir oyuncu olduğuna inanmıyorum, "Of Mice and Men"deki Lenny karakteri gibi biraz. Servet ve Gökhan Zan'ın ikisinin birden arasında çıktı ikinci yarıda bir pozisyonda, saygı duydum. Ama biraz fazla golcü çıktı, bizi sevindirdi. Itiraf edeyim, inşallah bu kornerden gol olmaz demiştik çünkü o pozisyon, bize aut gibi gelmişti. Ama bu tip toplar hep gol olur, en azından kendi kalelerine atmış oldular. Bu arada Tolunay Kafkas da "Cangele ve Makukula'ya bir şekilde top gelsin de hücum etmiş olalım" mantalitesiyle nerelere gelecek çok merak ediyorum.

Bu maç, Galatasaray'ın genel iyileri kötü, kötüleri iyi oynadı gibi geldi. Geldiği günden beri Hakan Balta'nın sessiz kahramanlığına hayranımdır ama bugün sakatlanana kadar aklı oyunda değildi. Cangele'yi çok kaçırdı, arkasını çok boş bıraktı. Kendi seviyesinin altındaydı bugün Balta. O çıkınca yerine Uğur'un girmesi, Volkan Yaman'ın bir daha forma yüzü göremeyeceğinin de resmidir. En yakın zamanda elden çıkarsak ve Caner'i alsak diyorum.


Sabri'yi de bir türlü sevemedim ama bugün güzel müdahaleleriyle gerçekten iyi bir oyun çıkardığını düşünüyorum. Bal yapmayan arıydı genelde, bugün bal bile yaptı! Aydın da saman alevi gibi parlayan oyununu olgunlaştırmış, sorumluluk alıyor ve takımı ileriye taşıyor. Bugünün en beğendiğim oyuncularındandı.

Baros'un, sanki yeni transfermiş gibi bir baskı var sanki üstünde. Koşuları yine oldukça hızlı ve etkili ama son vuruşlarda yavaş kalıyor, vurana kadar üstüne birilerini çekiyor. Ama kendine geldi mi geçen sene ki Baros'u izleyeceğimizi söylemek zor değil.

Dediğimiz gibi, ilk defa bu kadar dişli bir rakibe karşı oynadı Galatasaray. Ve Kayserispor, GS ceza sahasında bir kaç tane çok net kafa vuruşu buldu. Bunları başka takımlara vermek yüzde 90 gol demek. Yani baskı arttıkça GS defansının zaafları daha ortaya çıkıyor. Ama hücum hattı ise bu ligin en ciddi savunmalarından birine karşı bile rahat bir şekilde 4 tane gol buldu. Bu sezon GS'nin her maçına üst yazmak, o kuponda bir maç cepte demek gibi neredeyse.

Oyun dışı bir nokta çok hoşuma gitti takımda. Oyuncular, takım olmayı beceriyorlar. Mesela Hakan Balta'nın sakatlandığı pozisyonda herkes başına koştu, Elano'nun golünde herkes onun için çok içten sevindi. Gökhan Zan'ın maç sonrası açıklamaları da bunu kanıtlar derecede.

Bir de Elano'nun golü diyorum ve önümüzdeki maçlara bakıyorum hevesle.

23 Ağustos 2009 Pazar

Akşam Maç Var!

Uzun zamandır bu kadar heyecanlı hissetmemiştim. Perşembe günü Levadia maçını kaçırdım, akşama maç var ve gitmeyi iple çekiyorum. Rijkaard geldiğinde herşeyin güzel olacağını umuyorduk ama bu kadar kıpır kıpır, kımıl kımıl olacağını bilmiyorduk. Sezon başı "en büyük transfer, eldeki kadronun oynar hale gelmesi" diyordum ama böyle keyif vereceklerini beklemiyordum. Yaz başında kombine almak konusunda emin değildim; Kapalı, eskisi gibi değildi uzun zamandır, taraftar da taraftar gibi değildi. Ama bu sene bambaşka bir kimliğe bürünmüş herkes. Belki Çarşı gibi çığlık çığlığa değiliz, Fenerliler gibi herkes orjinal forma ile gelmiyor ama herkes orada olmaktan keyif alıyor. Eğleniyor. Yüzler mutlu. Takım sahaya çıkınca da istekli, köstek değil destek ve sevgi had safhada.

Uzun zamandır maça gideceğim için bu kadar heyecanlanmıyordum. Akşam Kapalı'da görüşürüz.

Valencia Sıralama Turları, Yarış Öncesi

Bir süredir yazamadım, Istanbul dışındaydım. Hatta Galatasaray maçını izleyemedim bile. Ama bugün bomba gibi bir dönüş niyetindeyim. Gün içinde yarış, akşama da Ali Sami Yen.

Yarış ile başlayalım. Formula 1 camiası, yaz tatilinden sonra Valencia'da tekrar buluştu. Belki çok daha enteresan ve ilgi çekici olabilirdi bu yarış ama Michael Schumacher, geri dönüşünden vazgeçince biraz havası kaçtı açıkçası. Gözler, enteresan geçen sezondaki mücadeleye döndü.

Mclaren, dün yapılan sıralama turlarında ilk sırayı kaparak Macaristan'daki yarış galibiyetlerinin şansa olmadığını göstermiş oldu. Hemen arkalarından şampiyonluk yarışı başlıyor. Barrichello, Vettel ve Button, 3-4-5. bile olsalar aslında gridin en gergin yerini oluşturuyorlar. Hemen benzin yüklerine bakalım bu anda. Mclaren'ler çok ciddi hafifler. Bir yandan da KERS ile beraber startta geçileceklerini zannetmiyorum. Bundan sonrası tamamen pit stratejileri ile gidecek onlar için, tahminim Hamilton'ın şansı olduğu ama Kovalainen en fazla 3. olur bence. Vettel ise sezon boyunca genelde yaptığı gibi Brawn'lardan daha hafif. Onun için tek şans, ilk turda iki Brawn'ı da arkada bırakıp arayı açması. Yoksa yarışın ilerleyen anlarında avantajı gittikçe eriyecek. Bu 3lünün hemen arkasında Raikkonen var. Brawn'larla aynı ağırlıkta ama KERSli. Yani startta olacak olay Brawn'lar sıra kaybetmemeye, Vettel ile Raikkonen de Mclaren'lerin peşine takılmaya bakacak. Bir de sürpriz kupon oynayalım; eğer Raikkonen, startta 3.lüğe yerleşirse yarışı alır.

Peki Raikkonen'in takım arkadaşı? Blogda yazmaya fırsatım olmadı ama hepiniz biliyorsunuzdur, Ferrari test pilotu Luca Badoer yarışıyor Massa'nın yerine. Beklentiler çok yüksek değildi ama sonuncu olmasını da beklemiyordum ben. Evet 10 yıldır yarışmıyor olabilir, evet zaten kariyerinde puan bile almış değil, ama nolursa olsun sonunculuk (hem de gridin başından sonuna bu kadar yakınken en yakın rakibinden 2 saniye geride kalmak) büyük rezilliktir. "Bu haftasonu aslında bir test" lafları, ancak hayalkırıklığının üstündeki kiraz olabilir.
Nico Rosberg ve Mark Webber, 7 ve 9. olsalar da ciddi benzin yükleri ile yarışta sessiz bir yükselişte olacaklardır. 8. olan Alonso ise hafif ve hayalkırıklığı. Ev sahibi olduğu yarışta artık çok bir beklentimiz yok. Yakınlarda gelecek "2010 Formula 1 Transfer Sezonu" postunda adı daha fazla geçecek onun.

Iki sürpriz vardı sıralama turlarında. Biri Alonso'nun yeni takım arkadaşı Romain Grosjean. Nelsinho'dan bizi kurtaran adam, ilk yarışında 14. olarak son derece iyi bir performans sergiledi. Yarışta ne yapacağını göreceğiz. Öbürü de Sutil. Force India pilotu, bir süredir ciddi şekilde puanların kapısını çalıyordu, yine önemli bir şansı var. Şeytanın bacağını kırmasını biz de hevesle bekliyoruz. Bir de geçen yarışın acemisi Toro Rosso pilotu Alguersuari var. Genç Ispanyol, gridin en yaşlısı Luca Badoer'e duacı olmalı, o olmasa sonuncu olacaktı. Yine yakından takip edeceğimiz bir performans.

Valencia, geçen seneki ilk yarışında son derece sıkıcıydı. Bu sene değişeceğini umuyoruz ama aslında pit stop stratejileri haricinde yine çok heyecanlı olacağını beklemiyorum. Zaten padokta dolaşan dedikodulardan biri bu seneki yarışın Valencia'nın sonuncusu olacağı. Takvime girmek için bu kadar ciddi adaylar varken Valencia'da kalmak hata olur zaten. Yarın (akşam olmaz maç var) yarış yazısıyla yine çıkarım zaten karşınıza.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

9:58'in Geleceği

19.yüzyılın sonlarında bazı aklı sivriler çıkmış ve "artık keşfedecek hiç bir şey kalmadı, insanlığın geldiği son nokta budur" demişler. O zamandan beri günlük hayata girenlerden bazıları araba, uçak, telefon, internet, çamaşır makinesi vs.

Usain Bolt. Insanın sınırlarını zorlayarak dün 9:58 koştu 100 metreyi Berlin'de. Herkes ağzı açık izledi, afalladı, aptalladı, deyim yerindeyse malladı. Ama Michael Johnson da aynısını yaşatmamış mıydı?

Bilimadamları, bir insanın 100 metreyi 9:54'den hızlı koşmasının imkansız olduğunu söylüyorlar. Bence Usain Bolt'un kendisi bile geçebilir. Yine bence, bir sonra biri çıkıp, Usain Bolt'u da geçecek. O zaman ne yapacağız peki? Insanlığın sınır var mı? Yoksa 100 yıl sonra birileri 5 saniyeyi mi zorlayacak?

Bir atlet insanı ne kadar enteresan düşüncelere itebiliyor.

16 Ağustos 2009 Pazar

Yüzümdeki Yastık Izi


El Pais'in haberine göre Franck Ribery, "hiç bir zaman Real Madrid'de oynamak istiyorum demedim" demiş.

Başlığı okudum, durdum, nefeslendim, bi daha okudum. Galatasaray'dan kaçarken bile bu kadar aptal yerine koymadın insanları Ribery, yavaş biraz dedim içimden.

Yüzümdeki de yastık izi diyeceksin bir gün, ondan korkuyorum.

GS 4-1 Denizli

Hava sıcak, eylüle kadar Ali Sami Yen nasıl olsa sayfiyecilerle doludur diyerekten ben de terlikle gittim maça. Belki herkes rahat bir modda ama tıklım tıklım tribünler; herkesin takımı izlemeye olan açlığı o kadar belli ki. Yenilmek yok akılda, kaç atıcaz var.

Galatasaray'ı bu sezon ancak Metalist Kharkiv taktiği ile yenebilirsin; ilk golü atıp uyuyan devi uyandıracaksan 85'ten sonra atacaksın ki fazla vakit kalmayacak. Netanya'dan sonra Denizli de aynı hatayı yaptı. 3-4 senedir küme düşmeme mücadelesi veriyor Horozlar, galiba bu sene işleri her zamankinden daha da zor. Maalesef anti-futbol vardı sahada, defans kabuğuna çekilelim, bulursak bir gol bulalım ve Çanakkale Geçilmez'i oynayalım. Ilk golü de buldular ama sonu iyi bitmedi onlar için.

Iki penaltı da penaltı, hakem de bunları vermiş. 4-1 yenmişsin. Ama hakemden hiç memnun kalmadım. Bu kadar sertlikle başa çıkamaması, kartlarını çifte standartla kullanması gerçekten çok sıktı. Bu akşamlık Deniz Çoban'ın adı, Gay in Black.

Bir de sürpriz yapayım, Kader Keita'yı eleştireyim. Hızlı, dikine oynayan, tehlikeli bir adam. Bir arkasında kaldınız mı yandınız. Ama pasa dayalı Galatasaray oyunları için fazla şahsi oynuyor. Özellikle ilk yarıda tam önümdeydi ve Uğur'a veya Barış'a çıkarması gereken bir çok pozisyonda çalıma niyetlendi. Çalımla adam da geçiyor ama bugün Denizlispor, Keita'yı değerlendirmek için tam bir çıta değil. Sezonun ilerleyen zamanlarında, daha ciddi defanslara karşı bu şahsi oyun, Galatasaray'ın bütün oynuna etki edebilir. Onun dışında ne kadar etkili ve tuttuğu zaman pozisyona bambaşka bir boyut katabilen biri, zevkle de izlemedik değil.

Ek olarak Kewell ve Baros'u genel oyunlarından daha aşağıda gördüm. Yine de belli bir seviyenin altına düşmeden görevlerini yerine getirdiler. Kewell zaten iki güzel penaltı golü de attı. Ama maç içinde nispeten daha silikti. Baros ise bir çok uygun pozisyona girmesine rağmen gol atamadı. Hele ilk yarıda altıpas içinden bomboş bir kafayı tam ayağının dibine vurdu, baya enteresandı. Aydın da kendini bulmuşa benziyor, güveninde ciddi bir artış var. Inşallah yıllardır beklenen patlamasını artık yapar. Peki Elano? Mide rahatsızlığı geçirdiği için bugün kadroda yoktu ama o da takıma monte oldu mu çok enteresan şeyler olacak gibi duruyor.

Şahsen bütün defans bloğunu tebrik etmek istiyorum, Rijkaard ile beraber. Goldeki Emre Güngör hatası hariç herkesin, görevini layıkıyla yerine getirdiği ve sezoniçindeki başarının çok önemli unsurlarından olan rotasyon için hazır olduklarını gördüğümüz bir maç oldu. Rijkaard'ı da cesurca bütün defansı birden değiştirdiği, rotasyonda bütün takıma ihtiyacı olduğunu gösterdiği ve gerçekten en hazır olana forma verdiği için tebrik ediyorum.

Daha önceki maç yazılarında da değindik, Galatasaray'ın saha içi disiplini yüksek bu sezon. Yine duran toptan gol var, bu sefer Arda golü atan oldu. Ama asıl önemlisi ikinci penaltının kullanımı. Belli ki bu takımın penaltıcısı Kewell. Keita yaptırdığı penaltıyı kullanmak da istedi. Bir yandan da maç sonrası yazılarında yazılmayan bir şekilde Barış da oradaydı, o da kullanmak istiyordu, hatta belki Keita'dan da fazla. Arda, ikisine de Kewell'ın kullanacağını söyledi. Keita belli ki çok dert etmedi (ki maç sonu demecinden de öyle anlaşılıyor) ama hemen penaltı ardından oyundan çıkan Barış, bu duruma içerlemiş. Hatta çıkarken kulübenin önündeki suyu ufaktan tekmelediğini gördüm sanki. Ama eminim siniri yatışıp mantıklı düşününce o da penaltı atma görevinin çok ciddi olduğunu ve orada öylesine karar verilmediğini anlayacaktır.

Galatasaray, sezon başından beri iyi sinyaller veriyor zaten. Bütün camia da hevesli ve istekli. MFÖ'den geliyor bu akşamın şarkısı: "Şampiyon biziz diyor Ali, attığımız gollerden belli".

14 Ağustos 2009 Cuma

Guti'nin Maskesi

Bugünün haberi Guti'nin Galatasaray'a doğru yelken açtığı. Imza görmedikçe kesin birşey söylemek zor, o yüzden kişisel yorumumu yapayım.

Galatasaray'ın Guti'yi alacağını hiç zannetmiyorum. Hatta Guti'nin pozisyonu, şu an transfer listesinin muhtemelen en sonundadır. Bir de basına yansıdıysa kuvvetle ihtimal olmaz. Peki ne olur? Solu vurmadan önceki sağ göstermeler Guti olayı. Bence Galatasaray, haftabaşı bir defans oyuncusu veya ön libero transferi patlacak. Bu belki Keita olayındaki gibi, basında çıkan adamın aynı takımından olabilir.

Hiç bir bilgim yok, tamamen made in işkembe. Peki ya tutarsa?

13 Ağustos 2009 Perşembe

Güiza'nın Özel Hayatı Hepimizi Ilgilendirir

Daniel Güiza denince aklıma ilk gelen kare, kale direğine sarılıp ağlamak üzere olduğu andır. Ağlak golcü, lakabı da hazır zaten. Ama nolduysa bu sene bir haller oldu, goller atıyor, yüzü gülüyor, kendine gelmiş gibi.

Bu sabah, hiç sportif olmayan bir kaynaktan ne olduğunu öğrendim. Biliyorsunuz geçen sene karısı Nuria Bermudez ile sıkıntıları vardı, yazıldı çizildi. Her yerde Bermudez'in canlı yayında soyunduğu videolar dolaştı etti. Bir insan olarak aklın kavgalı olduğun eşine, çocuğuna, futboluna dağıldığı an hiçbirine cidden konsantre olamazsın.

Kötü bitti ama bitti Güiza'nın hikayesi Bermudez ile. Ama işte bir anda performansının fırlamasının sebebi de yeni sevgilisi Rocio Guirao Diaz. Erkek muhabbeti olarak, Güiza'nın zevkini tuttum açıkçası. Ve böyle bir sevgili ciddi bir doping unsuru. Ama çok da cıvımayalım, gerçekten stabil bir özel hayatın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor Güiza'nın durumu.

Artık ağlamayı bırakmış olması beni bile sevindirdi, ne yalan söyleyeyim.

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Forma Satışlarını Patlatmak Istiyorsan...


Gün içinde bütün formaları teker teker yazdım ama bu fotoları görünce boşuna mı yazdım diye sormadım değil kendi kendime. Arjantinliler pazarlamayı biliyor demek ki azizim. O kadar eleştirilen mor formayı böyle tanıtsanız, ertesi gün store'lar, açıldığı günkü MediaMarkt'a döner. Mankenler başka mesleklere kapak atmaya çalışıyorken biz hala futbolcularımızı mankene çevirmeye çalışalım, adamlar tur bindiriyorlar bize.

TSL Yeni Sezon Formaları Değerlendirmesi

Üç büyüklerin formaları çok tartışıldı, özellikle de Galatasaray'ın mor forması. Bildiğiniz gibi TFF, bütün takımların bütün formalarının bulunduğu bir belge yayınladı. Moda konusuna bütün yakınlığım kardeşimin moda okuması olsa da konuya el atma vakti geldi (hatta belki ufaktan geçti bile de, formaları ilk hafta aksiyon halinde gördük diye bahane türetelim).

TFF'nin sırasıyla gidersek, önce hakemler:

- Siyah, kırmızı, sarı formalar arasında en çok sarıyı beğendim galiba. Siyah çok sert ve demode artık hakem rengi olarak. Mavi de iyiydi ama kaldırılmış. Bir de yakadan aşağıya sarkan TFF logolu bölüm var. Sanki hakemler formaları ters giymişler de dilleri çıkmış gibi, veya kocaman fiyat etiketini çıkarmamışlar. Ama haftasonunda oynanan maçlarda, aksiyon içinde daha bi düzgün gibi.

Ankaragücü: Lotto'nun formalarının (diğer markaların da aslında öyle) fiks bir çizgisi var. Bir surf dalgasını andırıyor göğüsteki o çizgi. Yine takımlarımızın bu sene tuttuğu bir Celtic modası var, enine çizgili forma. Nedense Celtic hariç hiç bir takıma yakışmıyor hissiyatındayım. Ankaragücünün en beğendiğim forması beyaz, yedek forma olmuş. Acaba üstlerinde görebilecek miyiz?

Ankaraspor: Reklamsız düz bir forma. Bunu görünce acaba reklamlar bir formayı az da olsa güzelleştiriyor mu diye düşünmedim değil. Bir de Ankaraspor formalarındaki Galatasaray esintisi dikkatimi çekti. Parçalı ve geçen seneki 3 şeritli formanın renklerini değiştirip giyiyorlar gibi. Biri adidas biri Nike ama. Yine de favorim 1. deplasman seti oldu, plase de yedek forma. Aslında kulübün renklerini barındırmayan sarı bir forma, ama tabi sarı gibi normal bir renk seçilince alternatif formaya, mor kadar ses getirmiyor. Son bir not olarak enine inci çizgili kırmızı kaleci formasını store'larda satarlarsa günlük giyilir.

Antalyaspor: Sayfayı açınca karşınıza net bir Monaco rüzgarı esiyor. Orhan Ak yazılı formalar, genelde hoş. Bir tek yakadaki iki tarafa açılan hareket çok hoşuma gitmedi, onun dışında da zaten denenmiş formüllerin çok dışına çıkmamışlar. Bir de bu senenin alternatif formalarını seviyorum galiba, Antalya'nın mavi forması da güzel olmuş. Belki hakemler bu yüzden mavi formayı skaladan çıkarmışlardır.

Beşiktaş: Işte yeni forma diye bir tarafını yırtmış büyüklerden ilki. Ilk hafta giydi BJK "kartal pençesi" adını verdiği formasını. Adı ve mantığı biraz gereksiz pohpoh ve çiğ dursa da aslen ben formayı sevdim. Beşiktaşlı olsam çok net alacağım bir forma. Dış saha formaları klasik belki ama özellikle siyah ağırlıklı çubuklu yakışıklı olmuş. Ama galiba benim gönlüm yine ve yine yedek formadan yana. Siyah-gri baklavalı forma, 2 sene öncenin Marsilya formasını hatırlattı bana. Onu da çok beğenmiştim, hala bir yerde bulsam hemen alırım. Bu, onun kadar güzel değil ama çok geride de değil. Yine de birilerinin Beşiktaş'ın kaleci kazağı renklerine dur demesi lazım.

Bursaspor: Antalyaspor gibi Bursaspor'un Puma'larında da boyundaki yanlara doğru açılan hareket var. Olmamış Puma, haftanın rüküşü. Forma yeşil-beyaz olunca ister istemez Celtic benzetmelerine geri dönüyor aklım, ama Bursa favorim tonsürton yeşilleriyle ilk deplasman seti. Açık ara.

Denizlispor: Belli ki Lescon, sezona, Denizlispor'un kendisinden daha iyi hazırlanmış. Ilk hafta Fenerbahçe karşısında tel tel dökülen ve artık heralde bu sene küme düşer dediğim Horozlar, iç sahada çok enteresan bir şey giymeyecek olsalar da ikinci deplasman seti, en azından başka şehirlerdeki futbolseverlerin takdirini kazanır. Ama galiba yıldız bu sefer de yedek forma. Beyaz üstüne göğüs kısmındaki yeşili ile bu sezonun en orjinal tasarımlarından biri. Haftanın şıkı. 5 farklı kaleci rengi ile de her moda, her skora podyuma çıkar gibi çıkarır artık Denizli kalecisi Zafer'i.

Diyarbakırspor: Lescon bu sezona iyi hazırlanmış demiştik, yalnız Denizlispor'da meyvelerini deplasman ve yedek formada vermiş bu çalışma. Diyarbakırlılar ise daha şanslı bu konuda, birinci iç saha forması ile farkı yaratmışlar. Ilk deplasman seti de Denizli'nin beğendiğimiz yedek formasının kırmızılısı. Süper Lig'de değil ama forma liginde UEFA'yı zorlar Diyarbakır.

Eskişehirspor: Herşeyden önce ilk dikkat çeken Ümit Karan ismi. Hala garip geliyor, Galatasaray'da gözler onu aramıyor belki ama başka takımda olmasına da alışık değilim. Aslında zaten Eskişehirspor'un formalarında başka hiçbirşey de göze çarpmıyor. Çok klasikler; parçalı, çubuklu, enine çizgili, tek renk. Son dakikada yapılan ödev gibi. Oysa ki Eskişehir, bu ligde fena olmayan takımlardan. Biraz daha özen ile aynı rengi paylaştığı diğer takımların formalarından çok rahat sıyrılabilirdi.

Fenerbahçe: Fenerbahçe'nin formalara bakış açısı ve isteklerini uygulatması, zaten herkesin takdirini topluyor. Çizgileri çok değişmiyor ama her sene bir albenisi var, kendi taraftarı için. Klasik çubukludan çok uzaklaşmadan ufak oynamalar başarılı. Yine de ben büyük, silik amblemliyi beğendim. 3 sene öncenin Athletic Bilbao formasını hatırlattı, aynı yerde bir aslan kafası silüeti vardı siyah üstüne. Bilbao'ya kadar gidip almadığıma hala yanarım. Bir enteresan nokta: Fener'in ikinci deplasman seti ile yedek seti aynı.

Galatasaray: Tartışıla tartışıla canı çıktı sezon başlamadan bu formaların. Iç saha setlerinin formaları aynı, tek fark şortları. adidas, beyaz formada da çok bir fark yaratamamış maalesef. Bir de mor forma var. Store'a ilk uğradığım zaman alacağım formadır; bir daha bu kadar alternatif, bu kadar enteresan bir GS forması gelmeyeceği için koleksiyonerlerin nadide parçası olacak heralde. En garibi de, GS formaları arasında kişisel favorim, hiç bir yerde reklamı yapılmayan ve henüz giyilmeyen düz kırmızı olanı. Her maça onu giyseler keşke. Bir de kaleci kazaklarının hangisi daha kötü karar veremedim. Lescon harıl harıl çalışırken adidas, ya Fener formalarından GS'ye vakit ayıramamış ya da transferler onları sersemletmiş. Bu kadar potansiyel bir sezona böyle formalar ciddi yazık.

Gaziantepspor: Sezonun en başarılı formalarından biri Antep'inki. Galatasaray karşısında giydikleri çapraz çizgili formasıyla River Plate'i bolca andırıyor, tamamen pozitif anlamda. Siyah kırmızılı iki versiyon da, kırmızı beyaz versiyon da çok güzel. Bu senenin forma şampiyonu olmaya adaylar. Bir de içine saçlarını kestirip tam Tsubasa olan, sempatik yetenek Tabata gireceği için ayrı bir güzel. Ayrıca kaleci kazaklarına da gitmiş bu dizayn.

Gençlerbirliği: Ankaralı komşuları gibi (Gökçekspor'u yok sayaraktan) Lotto'yu tercih eden Gençler'in formalarında da o sörf dalgası var. Ama deplasman formalarındaki farklı renkli kol uzantıları, gerçekten kötü duruyor dağınık bir görüntü veriyor formaya. Maalesef daha yazacak birşey de yok. Forma liginde küme düşmenin önemli adayı Gençler maalesef.

IBB: Ankaraspor gibi IBB de Nike'ı tercih etmiş ve sponsorsuz formaları ile arz-ı endam etmişler. Ama bu sefer sponsorsuzluk daha bir yakışmış. Sade olmasına rağmen düzgün olmuş formalar, Ankaraspor bunu yapamamıştı mesela. Hem ilk iç saha hem de ilk deplasman formaları gayet şık. Her zaman turuncuyu sevmişimdir zaten, ince beyaz çizgili mavi forma da güzel olmuş. Kaleci formaları da yıllardır gelen klasik Nike çizgisinde. Sıkıntısız, rahat bir forma. UEFA'yı zorlar forma liginde.

Kasımpaşaspor: Kasımpaşalılar, nasıl bıraktıysak öyle gibi. Minimal değişiklikler var. Ankaragücü ve Gençler gibi Lotto'yu seçmelerine rağmen, formalarının kötü elementlerini en arkaya atmayı başarmışlar. Surf dalgası yedek formada, bebek mavisi de ikinci deplasman setinde. Böylece mahallede rezil olma riski de baya indirilmiş. Bir de Kasımpaşa'nın formalarının kol kısmındaki dik çizgiler, bana, sanki arkadan sırt çantası takılıyormuş hissi veriyor.

Kayserispor: Ben bu formalarda ne değişmiş çözemedim. Bir tek ikinci deplasman forması, diğerlerinden burun farkı ile daha orjinal ama o da yeterli değil. Bütün takımlar arasında kaleci formasını favori gösterebileceğim tek takım heralde. Belli ki Topuz transferi sırasında fırtınalı günler geçilirken forma mevzuu unutulmuş, geçen senenin formaları ile idare edelim demişler.

Manisaspor: Lescon'u övdük övdük ama Manisaspor konusunda çuvallamışlar sanki. Yedek formayı dışarıda tutuyorum, diğer formalar acayip sıradan. Amatör küme takımı edasında oynayacak Manisalılar ligde. Şimdi anlıyorum Sezer ve Ufuk neden bu kadar ısrarla GS'yi istiyorlar. Ama bu kadar sıradan formanın hemen arkasında, yedek formada bir şaheser çıkıveriyor. Kırmızı tonsürton forma, tek kelimeyle müthiş. Galatasaray yapsa olay olurdu. Hep o formayla oynasınlar da futbol, daha ilk düdük çalmadan göze hoş gelse.

Sivasspor: Oyunu değişse de forması değişmemiş Sivasspor'un. Zaten Mehmet Yıldız'ın üstünde başka forma tezahür edemiyorum nedense. Bir kez daha alternatif/yedek formayı beğendim. Lacivert forma, kırmızı amblemle gayet güzel gitmiş. Bir de Bülent Uygun kulübelere daha iyi davransa keşke...

Trabzonspor: Alfabetik sıranın sonundaki Trabzon'a geldi sıra. Bu cephede de çok büyük değişiklikler yok. Tek renk formalar son derece sade ve şık. Ama Barcelona tadındaki turuncu forma, enerjisi ile dikkat çekiyor. IBB'nin turuncu formalarına benzemesi de cabası. Ikisi de güzel ama, o yüzden sorun yok ortada. Ama kolları koyu vücut tarafı açık yeşil olan kaleci forması nanay. Onu da giymeyiversin Sylva canım, nolacak.

Genel bir değerlendirme yaparsak, bu sene genelde yedek formalar öne çıkmış ve çoğu defa asıl formaları geçmiş benim gözümde. Lescon'u genelde başarılı, Nike'ı da genelde başarısız buldum. adidas da GS'nin mor forması hariç standartlarını korumuş. Inşallah maksimum sayıda yedek formalarda çıkar takımlar sahaya, yoksa bir kaç hafta sonra dayanamayıp radyodan dinlemeye başlayacağım maçları.

11 Ağustos 2009 Salı

Tanrı'nın Eli'ni Hiç Böyle Gördünüz Mü?

STOP PRESS! Schumacher Dönmüyor!

Felipe Massa'nın üzücü kazasının ardından tek sevincimizdi Michael Schumacher'in geri dönüşü. Bütün medya çok büyük hevesle bekliyordu, bütün F1 dünyası heyecanını paylaşıyordu. Ilk defa Lewis Hamilton'a karşı yarışacaktı, Raikkonen-Schumacher gibi bir ikili olacaklardı, F1'e azalan ilgiyi tekrar yeşertecekti.

Hepsi -di'li geçmiş zaman. Çünkü F1 efsanesi, boynundaki ağrılar sebebiyle yarışlara geri dönemeyeceğini açıkladı. Şubatta motorsikletten düştüğünde zedelenen boynu, F2007 ile Mugello'da yaptığı testtten beri kendine gelememiş. Yani yarış çıkarabilecek durumda değilmiş. Ve maalesef acı son, Michael Schumacher, F1'e geri dönmüyor.

Federasyon Kıyımı mı Oyuncu Hatası mı?

Anlaşılan bu sezon Arda'yı çok tartışıcaz. Ilk hafta olmasına rağmen, Arda'nın hem saha içindeki hem saha dışındaki yeni pozisyonunda ne kadar gelişme kaydettiğini ve zaten çok iyi olan oyuncunun artık ligimizi aşar bir duruma geldiğini yazdı herkes. Haklı veya haksız, bence haklı ama.

Sonra maçın sonunda gördüğü sarı kart. Son dakikalarda oyunu soğutmak için yapılan değişiklik, Arda çıkıyor Barış girecek. Arda da pazubandını yavaş bir şekilde Ayhan'a veriyor. Hakem uyarıyor, çok net haklı olarak. Ama sonra Bünyamin Gezer, çipleri yakıyor maalesef. Genelde oyuncuların hakeme diklendiğini görürüz ama bu sefer hakem oyuncuya dikleniyor. Yandan çık diyor. Hakem olarak, Arda'nın nereden çıkacağı onu ilgilendir(e)mez. Eğer yavaş çıkıyorsa sarı kartı verir. Ama Bünyamin Gezer'in fiziksel olarak onu yandan dışarı çıkarmasına rağmen, Arda, hem de koşarak, dışarı gidiyor; burada da çipleri yanık olan Gezer, kart çıkarıyor. Gerçekten çok komik ve adaletsiz bir kart. Savunulacak hiç bir yeri yok.

Biz bu pozisyonu sahada bırakmış pazartesi sabahı ofislerimize dönmüşken bunların olacağını bilmiyorduk. Sezon başında yeni bir talimat ile maç sonrasında oyuncuların sahaya girip hakemle konuşması yasaklanmış. Geçen sene Bülent Uygun'un yaptıklarını düşününce gayet mantıklı ve gerekli bir kural. Ama Arda da maçtan sonra Bünyamin Gezer ile sahaya girip konuştu. Ve mantıklı da konuştu, son dakikada aralarında olanların kritiğini yaptılar belki. Birbirlerini tasdik etmeseler de yüzlerde gülümseme vardı. Ama Arda, maalesef, bu sahaya girişi yüzünden ceza alacak gibi duruyor.

Federasyon, Arda'nın burada art niyetli birşey yapmadığını düşünüp ceza vermeyebilir. Ama kural kuraldır, bu tip bir karar verirse, daha sonra bunu uygulaması çok zor olur. Bir yandan Arda'nın ceza almasını istemiyorum bir futbolsever olarak ve saçma buluyorum ama bir yandan da kural buymuş madem diyorum. Orada asıl suçlu, futbolcuları bu konuda bilgilendirmeyen gibi duruyor.

Başladığım gibi bitireyim, muhtemelen bu sezon Arda'yı çok konuşacağız.

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Antep'teki Ilk Adımlar

En kötü sezonunda bile Antep deplasmanı hep bir zordur, artık misafirlerin yemeğe doyamadığı kebabından mı bilinmez. O yüzden sezonu erken açmış Galatasaray'ın ligin ilk haftası bu maçı aradan çıkarması bir avantaj, sıcağa rağmen.

Daha sonra Fenerbahçe'nin de yaptığı gibi Galatasaray'ın da maçı golle açması, ileriki dakikaların stresini aldı üstünden. Bir de M. Sarp'ın golü ta Ispanya'daki kankamdan bile reaksiyon buldu: "Olm bu sene kesin şampiyonuz". Dilekler o yönde ama sezonun 20. dakikasında söleyince biraz erken teşhis oluyor. Nitekim aynı tempoyu götüremedi Galatasaray, golü yedi. Ama yediğin zaman da böyle gol yiyeceksin. Ne güzeldi o gol öyle. Hemen parantez açalım; Antep, gerçekten çok başarılı Brezilyalı transferleri yapıyor. Elbette ki başa oynayan takımların iyi transfer yapması lazım ama ligin kalitesinin gerçekten artması için diğer takımların da belli seviyeye geçmesi lazım. Antep şu an belki hazır değil ama özellikle hücumda iyi bir kadroları var. Bek pozisyonlarını doldurmaları ile bu sene Avrupa Ligi'ni zorlayacağını düşünüyorum Antep'in. 

Galatasaray, aslına bakılacak olursa 3 bölgede de kadro derinliğine sahip. Ama yıllardır yaşanan sağ bek cenabetinin (Uğur, Hasan, Emre Güngör vs, bir tek Sabri sakatlanmadı, var bu işte bi iş) şimdi de ön liberoya kaydığını görüyoruz. Önce Topal ardından Linderoth. Şu anda orada M. Sarp ve Ayhan oynuyor. Anladığım kadarınca Rijkaard, Barış'ı ön liberodan daha ileri bir pozisyonda düşünüyor ki oraya koymuyor. Yoksa Barış da en az sahadaki ikili kadar iyi götürürdü. Ama elindeki hücumcuları son derece hızlı ve dikine oynayan Galatasaray'ın ön liberoları bazen el freni görevi görebiliyor. Yani iki sakat ön libero ile iki oynayan arasında ciddi bir fark var; defansif anlamda olmasa da topu ileriye taşıma konusunda. 

Herşeyin yanında Arda kendine ayrı bir paragrafı hakkediyor. Demek ki 10 numara oynamak için 10 numaraya ihtiyacı varmış. Duran top asistleri, golleri, isteği ve gün geçtikçe artan fiziği. Bir Galatasaraylı'lıktan çok bir futbolsever olarak mutlu oluyorum onu izledikçe. Bu sözü bir tek kez, Ribery için söyledim, ama bir kere daha söylemeye değer: "Bu zamanların tadını çıkaralım, bu adam bi kaç seneye dünya yıldızı olacak"

Bu güzelliğin sırrının ne kadarı diğer takımlardan önce sezonu açmaktan geliyor bilmiyorum ama Galatasaray, gerçekten çok doğru bir yolda. Bu kadro ve teknik heyet potansiyelini sahaya yansıtabilirse çok enteresan şeyler olabilir.

7 Ağustos 2009 Cuma

Bu Seneki Kuraların Getirdikleri

Reuters'da enteresan bir yazı okudum az önce. Platini'nin liderliğinde değiştirilen Avrupa Kupaları formatıyla ilgili yorumlar ve sorular var.

Yazı Arsenal - Celtic eşleşmesi etrafında dönüyor aslında. Diyor ki, Moldova şampiyonu Sheriff Tiraspol veya Macar şampiyonu Debrecen gibi takımlar direkt ŞL'de oynarken Celtic ve Arsenal'den biri eleme turlarında elenmek zorunda. Ve soru: sağdaki takımları mı ŞL'de izlemek istiyorsunuz, yoksa soldakileri mi?

Ben kendi yorumumu getireyim bu olaya. ŞL'ye girmek çok önemli bir gelir kapısı ve futbolun çok gelişmediği ülkelerden bu organizasyona katılan takımlar bundan pay alacaklar. Aldıkları pay, tam olarak büyük liglerin 3. ve 4.lülerin şu ana kadar aldığı pay. Yani Platini burada bir anlamda Robin Hood oluyor. Zenginden alıp fakire veriyor gibi gözüküyor. Ama bu kahramanlığın, uzun vadede ciddi sıkıntılar yaratacağına inanıyorum ben şahsen kendim. Olacak nedir burada, hem büyük hem küçük liglerde başa oynayan takımlarla başaltına oynayan takımlar arasındaki fark artacak. Örneğin Sheriff Tiraspol, ŞL'ye katılarak ciddi bir adım öne fırlıyor ülkesinde. Yani yerli rakiplerine göre ciddi bir gelir farkı olacak, Avrupa tecrübesi artacak ve yerli oyuncular için, Avrupa vitrininden dolayı, Sheriff, ciddi bir çekim merkezi olacak. Böylece de Moldova'da Sheriff, daha istikrarlı bir şekilde alttaki takımlardan kopacak. Öbür yandan muhtemelen Avrupa'da önemli bir statüye erişmesi 50 yıl alacak bir klüp. Yani uluslararası seviyede de yerel seviyede de Moldova'ya yardım etmemiş olacak Platini.

Peki büyük liglerde nolacak? Örneğin Arsenal diyelim. Ali Okancı bozulmasın ama farzedelim Arsenal elendi. Yerel rakipleri Chelsea ve Manchester United gibi ekiplerin elde ettiği çok ciddi bir gelir kapısından mahrum olacak Arsenal. Bu iki veya üç sene üstüste olsa, git gide bu takımların bir adım arkasında kalmaya başlayacak. Aynı şey ŞL'de de olacak. Barcelona, Debrecen'i havada karada yenebilecek bir takım. Ilk grup seviyesi bu tip takımlarla dolduğu zaman, oraya yeteri kadar önem vermeyecek ve Şampiyonlar Ligi de şampiyonlar arenası gibi gözükmekten çıkacak. Ayrıca üst turlara kalacak takımlar da hep aynı olacak gittikçe. Yani büyük liglerle küçük liglerin arasındaki uçurumu kapamak için yapılan hamle sayesinde Avrupa'daki küçük-büyük her ligdeki büyük takımlarla küçük takımlar arasındaki uçurum açılacak.

Kişisel olarak bu konuda düşüncelerim böyle. Sizin düşüncelerinizi de merak ediyorum veeee hemen yorum kısmına alıyorum sizleri. Bedava kanepe ve yerli içecek de mevcut orada.

Avrupa Ligi Kura Sonuçları


Trabzonspor - Toulouse
Sivasspor - Shaktar Donetsk
Fenerbahçe - Sion
Galatasaray - Tallinn

Aceto tahmin edin demişti, ikisini bildim. Sayısalda olduğu gibi burada da iki bilene bir şey yok. Neyse bu sene kupaya kadar gider mi Türk takımları göreceğiz ama hayal değil. Tahminim Sivas haricinde diğer 3 takımın gruplara kalacağı. Trabzon'un şansı yüzde 51.

Not: Galatasaray.org'da yazan bilgiye göre Tallinn, liginde 5 maç eksik ile lidermiş. Allah ne ligler yaratmış.

Linderoth'un Tatsız Şakaları


Kariyeri boyunca yaşaması gereken bütün sakatlıkları biriktirdi biriktirdi ve hepsini birden Galatasaray'da yaşamaya karar verdi heralde. Adam tam iyileşti, sonunda oynamaya da başladı derken resmi siteden sol dizinde menisküs yırtığı tespit edildiği ve ameliyat olacağı açıklandı.

Vay anasına sayın seyirciler, bu adam bize kısmet değilmiş!

Oh Be TSL!


Haziran'dan beri restoranda oturuyoruz hepimiz. Yandaki bazı masalara iştah açıcı bir Konfederasyon Kupası geliyor. Sonra takımlarımıza siparişlerimizi veriyoruz, Elano, Rijkaard, Keita fln istemiş bizimkiler. Başkaları Brezilya mutfağını tercih ediyor, diğerleri karışık takılıyor. Sonra aperatifler. Ekmek üstü Tobol, Netanya salatası ve kızarmış Honved.

Ama bugün, sonunda mutfaktan, elinde bizim yemeklerle çıkan garsonları gördük. Peçeteler önümüze serildi, yemeye hazırız ve çok açız.

Şaka bir yana sonunda ligler başlıyor, haftasonları şenleniyor. Canlı maç izlemeyi özlemiş bizler, çıtır çerez Avrupa hazırlık maçları ile yetinmedik tabi ki.

Geçenlerde bu blogda bir anket yapmıştım, transferler ve Avrupa maçları ile beraber, size göre bu senenin en iyi takımını öğrenmek istemiştim. Gelen 113 oyun 78'i Galatasaray'a geldi. Açık ara farklı Fenerbahçe ikinci (17 oy aldı), Beşiktaş 3. oldu ve 9 oy aldı. Yani genel kanı rahat bir Cimbom şampiyonluğu ama geçen sene sorsanız da aynı şeyi duyardınız.

Kim olursa olsun, keyifli bir lig olsun, hakemlerin konuşulmasına gerek olmasın, Federasyon aklımıza gelmesin (Antep maçını 19.30 ile haftanın en erken maçı yapınca ilk haftadan şimşekleri çekiyor Mahmut Özgener ve arkadaşları maalesef). Neyse artık perde kalksın, lig başlasın, erkek egemenliği devam etsin.

5 Ağustos 2009 Çarşamba

Oğlun Için Ne Yaparsın?

Baba değilim henüz, ama aramızda bir sürü baba vardır eminim. Peki soru; (durum itibariyle) oğlunuz dertte olduğunda, onu kurtarmak için ne kadar ileri gidersiniz? Aranızda adı Nelson, soyadı Piquet olan biri yoksa cevaplarınız muhtemelen sönük kalacak maalesef.

Nelson Piquet. 1981, 1983, 1987 Formula 1 Dünya Şampiyonu. Aynı zamanda da daha dün Renault takımından kovulan Nelsinho Piquet'nin babası. Oğul darda, F1'de geleceği yok gözüküyor. Kimse zaten böyle bir adamı takımında istemez.

Ama baba yüreği bu, dayanmıyor. Napmalı n'etmeli derken, bakıyor BMW takımı satışa çıkarmış. Planlar açık. Piquet, takımın %20 sahibi Peter Sauber ile beraber bu işe soyunacakmış Brezilya basınına göre. Ferrari ile motor anlaşması için görüşmeler bile başlamış. Ve pilot da tahmin edin kim olacak??

Akşam babamdan bir Formula 1 takımı istemeyi düşünüyorum.

Futbolu Neden Seversiniz?

Bence şu an dünyadaki en büyük dindir futbol. Bu kadar sevilmesinin en önemli sebeplerinden biri de belirsizliğidir. Küçük bir takım olsan da her zaman şansın vardır, devlere karşı.

Dün gece bir kere daha neden futbolu sevdiğimi anladım. Maccabi Haifa, ilk maçta Aktobe ile 0-0 berabere kalmış deplasmanda. Sonra aynı Aktobe, bu sefer Israil'de ilk 15 dakikada 3-0 öne geçiyor. Ve maçı 4-3 Maccabi Haifa alıp turu geçiyor.

Salzburg, evinde berabere kaldığı Dinamo Zagreb ile Zagreb'de karşılaşıyor ve 2-1 deplasmanda kazanıp turu geçiyor.

Pana, binbir transfer yapmış yazın. Beklentiler tavan. Şampiyonlar Ligi için hedefler yüksek. Ama 3. tur ilk maçında 3-1 kaybetmiş Sparta Prag'a. Dün akşam, ateşli taraftarları önünde 3-0 kazanarak ufak bi Neutchatel mucizesi yaratıyorlar.

Twente, Lizbon'da 0-0 beraberlikten sonra 2. dakikada kendi evinde öne geçmiş. Maçta da nispeten üstün. 90+5'te Lizbon kalecisi, karşı kaleye kornere gidiyor, kafa (yani omuz daha çok) vuruyor, Twente defansı da ters bi vuruşla tamamlıyor ve Sporting Lizbon turu geçiyor.

Bu oynu sevmeyeceksin de neyi seveceksin, bana söyler misin?

4 Ağustos 2009 Salı

Biri Gitti Biri Kaldı

Şu Formula 1 grid'inde, benim gözümde, iki tane kazma var. Biri Nakajima, öbürü Nelsinho. Yazıları okuyanlar bilir zaten bu ikiliden çok haz etmediğimi. Bunlardan Brezilyalı olanı, dün Renault ile yollarını ayırdı. Ya da Renault, onu kovdu diyelim daha doğru olsun. Yani iki kazmadan biri gitti, biri kaldı.

Dediklerimi numeratik açıklayayım. Bakınız 2009 sezonunda 5 pilot henüz puan almış değil. 2'si Force India pilotları; zaten takım, kısa tarihinde henüz puan alabilmiş değil. Biri henüz tek bir yarışta yer almış tarihin en genç pilotu Alguersuari. Diğer ikisi de bizim olağan şüpheliler. Yani takım arkadaşı Alonso 13 puan alırken avcunu yalayan Nelsinho ve gün geçtikçe gelişip podyum zorlayan Williams'ın Çapon'u Nakajima-san.

Nelson Piquet Jr, iki senedir yarışlarda. Başarısız bir sezondan sonra bu sene de Renault'da kalması, takım patronu Flavio Briatore'nin aynı zamanda Nelsinho'nun menajeri olmasına bağlandı. Genç pilot, şampiyonu kanı var aileden, bir sene daha şans tanıyalım dedi Flav. Ama bu sezon daha da başarısız devam ediyor. Bir de üstüne üstlük en yapmaması gereken şeyi, yani takım patronu/menajeri ile de medya üzerinden ağız dalaşına girdi toy Brezilyalı. Tabi bu salaklıktan bir hafta sonra da takımsız kaldı.

Ne diyelim, hiç üzülmedik. Inşallah yeni takımlardan biri de enayilik yapıp kendisini F1'de tutmazlar. Bir de Nakajima'ya yol gözüktü mü tamamdır!

Schumacher Veto Yedi

Felipe Massa'nın kazasının ardından Michael Schumacher, Valencia'da F1'e geri dönüyor biliyorsunuz. 2007'den beri herhangi bir yarışa katılmadı, geçen sene bir günlük test dışında da hiç F1 aracı kullanmadı Alman efsane. O yüzden biraz pratik yapması lazım. Ama bu sene gelen yeni bir kural ile sene içinde test yapmak yasak.

Bu yasak herşeyi kapsamıyor tabi ki, mesela genç pilotlar düz pistte aerodinamik testi yapabiliyor. Ferrari de bir yolunu bulup Schumacher'i piste çıkardı. Şu anda kullanılan direksiyona alışması için iki sene öncenin F2007'sine GP2 lastikleri takıp piste yolladılar. Kurallara aykırı bi tarafı yok bunun. Ama bir tek gün, bu senenin aracı ile test yaptırmak istiyor Ferrari. Bunun için de FIA'nın ve bütün takımların oybirliği ile izin vermesi lazım.

Açıkçası Ferrari'nin Ferrari, Schumacher'in de Schumacher olmasından dolayı bu izinin çok sorun olacağını zannetmiyordum. Ama dün ilk önce Williams, sonra da Red Bull ve Toro Rosso, bu isteği reddedeceklerini açıkladılar. Aslında çok da mantıklı bir sebep ile: Macaristan'da ilk kez yarışan Alguersuari, o zamana kadar hiç F1 aracı kullanmamıştı. Schumacher'e test izni verileceğine, daha fazla tehlike potansiyeli olan Alguersuari'ye izin vermek daha mantıklı dedi takımlar.

Kısaca, tarihin en genç pilotu, tarihin başarılı pilotunu alt etmiş oldu bir bakıma. Cilveli kader...

Geçmiş Olsun Felipe

Felipe Massa, Macaristan GP'sinde yaşadığı kazanın ardından dün taburcu oldu ve ülkesi Brezilya'ya uçtu. Kafada böyle bir izle. Felipe'ye geçmiş olsun dilerken EzeliEbedi blogu olarak siz okurları da uçan süspansiyonlara karşı okuyup üflüyoruz.

1 Ağustos 2009 Cumartesi

Bir Televizyon Kanalı Düşünün

Öyle bir televizyon kanalı düşünün ki...

... ligin yayın haklarını elinde tutan kanala rakip, bir sonraki ihalede o almaya çalışacak.
... eleme maçları, deplasmanlar derken UEFA Avrupa Ligi'ni de yayınlamaya başlıyor.
... diğer kutucuklar gibi parayla satılıyor, insanlara bunları zorla aldırıyor takımlarını izlemek için.
... ülkenin en büyük takımlarından biri bir Avrupa maçına çıkıyor, herkes onu izlemeye gidiyor.
... dekoderlerini para ile sattıktan sonra bir de bu maçı izlemek için ayrı bir şifre uygulaması yapıyor bu televizyon.
... bir sürü insan maçı izleyemiyor.
... üstüne üstlük, bir de maç sırasında (44. dakikada) yayını kesip reklam giriyor, 20 yıl öncesinin yayınları gibi.
... bir de adam gibi spiker bile bulamıyor.

Bu kanalı düşündüyseniz, neler hissedersiniz onlarla ilgili? Merak ettim çok.