25 Eylül 2009 Cuma

Okurlara Özür

Ey siz, bu blogu yazmaya teşvik olan okurlar. Size bir süredir özür borçluyum. Doğru düzgün yazı yazamıyorum, bayramınızı bile kutlayamadım. En başta geçmiş bayramınız mübarek olsun.

Çok şey oldu bu arada tabi ki. Ligde bir haftasonu daha geçildi ve Galatasaray-Fenerbahçe galibiyetlerle yollarına devam ederlerken Beşiktaş yine yokları oynadı maalesef. Nonda'nın 5, Baros'un 4 gol attığı ligde Beşiktaş'ın 3 gol atmış olması üzücü.

Formula 1'de fırtınalar esti. Renault, 2 sene içinde bir başka dalavere daha yaparsa F1'den men edilme cezası aldı. Flavio Briatore ömür boyu, Pat Symonds 5 yıllık men cezaları aldılar. Buna rağmen Renault, takım olarak F1'de kalmaya devam edeceğini açıkladı. Dün itibari ile de en büyük iki sponsorları ING ve Mutua Madrileña'yı kaybettiler. Bu haftasonu Singapur'da araçlarının her yerinde Renault yazacak.

12 Dev Adam, Yunanistan'a akıl almaz bir şekilde kaybetti, klasman maçlarına kaldı ve onları da pek takmadığından 8. oldu şampiyon olabileceği turnuvada. Ama o kadar zaman geçti ki bu olayın üstünden sanki yıllar önce olmuş gibi geliyor.

Önümüzde Polonya'da gerçekleştirilecek Voleybol Şampiyonası, bir haftasonu daha lig maçları ve Formula 1'de Singapur GP'si var. Ama ben yine yokum. Üstüste 3. haftasonunu Istanbul dışında (3ü de farklı yerlerde) geçireceğimden dolayı maalesef Singapur yarışını izleyemeyeceğim, içimde devasa bir uktedir. Galatasaray maçına muhtemelen elimde bavullarla gidiyor olacağım ama gitmeye azimliyim.

Tabi bu, bir kaç gün daha bloga yazı yazamayacağım anlamına geliyor maalesef. Size de bunu söyleyeyim ki "lan denyo, salladı bu işleri" demeyin. Seviyorum ben sizleri halbuki. Kendinize iyi bakın.

18 Eylül 2009 Cuma

Dün Gece Ansızın

Dün gece, özel ve önemli bir sebepten dolayı iki maçı da izleyemedim ama Galatasaray'ın Panathinaikos deplasmanından zaferle dönmesi süper bir gelişme olarak tarihe kazındı. Izlemediğim maçın maç yazısını yazmayacağım tabi ki, sadece Genoa'nın bizden önce Avrupa Ligi'nin ilk golü atmasına kıl oldum onu belirteyim istedim.

Herkese iyi bayramlar, bayramdan sonra görüşmek üzere.

17 Eylül 2009 Perşembe

Renault'nun Başı Belada

Bir süre önce yazmıştık, geçen seneki Singapur GP'sinde Nelsin Piquet'nin takım tarafından kasten kaza yaptırıldığı haberlerini. Çok da aslında inanmamıştım şahsen, takım tarafından kovulan Nelsinho'nun intikam almak için yaptığı bir hareket olarak algılamıştım.

Ama görülen, kazın ayağının çok farklı olduğu. Kaç gündür bunun hakkında yazmak istiyorum ama devamlı bir şeyler değişiyor. Ilk önce Renault cephesi, Piquet ailesine (yani Nelsinho ve babası Nelson'a) karşı dava açtı; daha sonra FIA'nın içinden biri, Pat Symonds'ın sorgusunun kayıtlarını sızdırdı; ardında Renault takımı, bugün Flavio Briatore ve Pat Symonds ile ilişiğini kestiğini ve suçlamaları reddetmeyeceğini açıkladı.

Yarış gününe geri dönelim. Alonso, 3 stop taktiğiyle başladığı yarışta, Symonds tarafından bir anda 2 stop taktiğine çevriliyor ve erkenden pite giriyor. Takım radyosundaki konuşmalarda pit ekibinin karara şaşırdığı açıkça belli. Daha sonra Piquet'nin kazası oluyor. Aracın telemetresinden Piquet'nin, ayağını gazdan çekmesi gerektiği sırada, tam aksine gazı köklediği gözüküyor. Symonds'ın FIA tarafından alınan ifadesinde de bir o kadar enteresan cümleler var. Piquet'ye kaza yapmasını söylediniz mi, elinizde harita ile kaza yerini gösterdiniz mi, kaza olacağını biliyor muydunuz gibi çok kilit sorulara cevap vermek istemiyorum yanıtını verdi. Benim kitabımda bu, ben suçluyum ama söyletemezsiniz demek. Zaten hemen arkasından Renault da Flavio Briatore ve Pat Symonds ile ilişiğini kesti.

Bir süredir Renault'nun F1 geleceği zaten tartışma konusuydu. Takım, iddiaları reddetmeyeceğini açıklayarak yarışlardan çekileceğini kuvvetle muhtemel açıklamış oldu. Bunun yanında Briatore ve Symonds'a da çok büyük cezalar gelecek, hem sportif hem kriminal. Ingiliz Futbol Federasyonu FA da, QPR'ın sahiplerinden Briatore ile bir görüşür.

Formula 1 tarihinde binbir tane skandal oldu, en sonuncusu da Mclaren'in Ferrari aracının planlarını çalmasıydı. Ama bu, şu ana kadar görülenler arasındaki en çirkini muhtemelen. Hem yarışın sonucu ayarlayan hem de insan hayatını tehlikeye atan, kelimenin tam anlamıyla şeytani bir plan. Kazanmak için bu kadar mı herşey mübahtır? Ve FIA, tarafları affetmeyecektir. Peki bundan sonra her kazaya şüpheli gözle bakılmaz mı?

Güzel bir okuma için Autosport'un Crashgate olayını analiz ettiği sayfanın linki de burada. Benden daha güzel derledikleri kesin.

15 Eylül 2009 Salı

F1'deki Yeni Takımlar

Orta vadede Formula 1'de hızlı bir takım giriş-çıkışı var. Jordan ve Minardi, Force India ve Toro Rosso olarak yollarına devam ediyorlar ve an itibariyle stabilite bulmuş gibiler. Ama bu sene açıklana kurallarla grid, seneye 13 takıma çıkıyor.

Ilk açıklandığında bu karar, 3 yeni takım demekti ve bu konuda da bol bol yazmıştık. BMW, yarışlardan çekildiğini açıklayınca 4. bir yeni takımın da pistlerde olacağı belliydi. Bugün itibariyle bu takım açıklanmış bulunuyor. Lotus.


Bu adı duyup heyecanlanan fanlar, dizginlerinizi tekrar ele alın çünkü bu Lotus, bildiğimiz Lotus değil. Aynı adı kullansa da Malezya hükümeti ile Malezyalı işadamlarının kurduğu bir şirket aslında seneye yarışacak olan. Belki gerçek Lotus'un fabrikalarının 50 km kadar yakınındalar ama aslen Toyota için hazırlanan ama sonra Bentley Le Mans ekibi tarafından kullanan fabrikada konuşlanacaklar. Ilk seneki hedefleri de yeni girişlerin en iyisi olmak.


Bu arada eskiden BMW olarak anılan, şu anda Peter Sauber'in başkanlığında yoluna devam etmeye çalışan takımdan da iki önemli haber var bugün. Ilki, Sauber'in tek başına, Lotus'un elde ettiği son grid yeri için çok ciddi bir dosya sunduğu ve FIA'nın ciddi etkilendiği. Hatta o kadar etkilenmişler ki daha önce gridde 13 takım görmek isteyen FIA, diğer takımlara danışıp bu sayıyı 14'e çıkarmaya çalışacak. Böylece yine Peter Sauber'i pit duvarında görebiliriz. Bu yolda bir güzel haber daha geldi, o da takıma bir alıcı bulunduğu. Peter Sauber'in takımı kurtarmak için aradığı alıcı, kendisi gibi Isviçreli olan Qadbak Vakfı. Edindiğim az bilgiden, önemli Avrupalı ve Orta Doğulu yatırımcıların yatırımlarını yönettiğini anladım.


Giderayak kafa karıştıralım. 13. takım olarak Lotus eklendikten sonra, Sauber'in eklemesiyle gridi yine 14 takım görme şansımız var. Ama Renault? Yeni bilgilerle çok enteresan olan bir dava olacak haftaya.Uzun bir yazısı geliyor.

Ankaraspor No More!

Bu sevinci artık canlı izleyemeyeceğiz çünkü artık Ankaraspor, Turkcell Super Lig'de değil. Olan şu kısa haftalarda Ankaraspor'a puan kaybeden takımlara olacak. Türk futbolunun yönetiminin geldiği yeri, her şekliyle gösteren bir olay. Neresinden tutsanız elinde kalıyor.

Allah kerimliğini sevdim Türkiye. Güle güle panterler

13 Eylül 2009 Pazar

Peygamber Vitesi

En başta söleyeyim, bence ne Galatasaray 3'tü ne de Beşiktaş 0. 

Adettendir, misafirden başlayayım. Beşiktaş, tam bir Bundesliga takımı olmuş. Düz, sistematik ama sistem işlemediğinde kilidi çözecek oyuncusu olmayan, koşan bir takım. Yani hem iyi hem kötü bir şey bu. Bir kere Beşiktaş, orta sahada hiç bir zaman üstünlüğü Galatasaray'a kaptırmadı. Kendi de tam olarak kapamadı ama olsun. Fakat 2. bölgeyi iyi savunan ve hücumda Galatasaray defansına presle sıkıntı veren siyah beyazlılar, işin hücum yönünde sıfırdılar neredeyse. 5 maç sonunda 3 gol atmaları çok şaşırtıcı değil. Genelde iyi olan savunma da özellikle ilk golde herkesi de şaşırttı bir yandan. Mustafa Sarp, 6 pasın içinde bomboş kafayı vurdu kornerden. 4. dakikada gelen gol, Beşiktaş'ın bütün planını da altüst etmiş oldu. Hemen bir refleks ile cevap verebilmiş olsa kurtarabilirlerdi ama olmadı.

Bir de beklemediğim bir hamle oldu iki takımdan da. Çok ciddi adam adama savunma yaptı iki takımda. Mehmet Topal (ki bugünün formsuzlarındandı), siftahını yapan Tabata'yı tuttu. Arda da her zaman gölgesinde biri ile dolaştı. Öyle olunca çok şey beklenen iki oyuncu da pek bir varlık gösteremedi.

Gelelim Galatasaray'a. Tabeladaki gibi maçı alıp götüren bir takım yoktu sahada. Savunması ile hücumu arasında çok ciddi boşlukları olan, ortasahayı forse edemeyen, Baros'un oyuniçindeki etkisizliği ile ileride çok top tutamayan bir Galatasaray izledik aslında. Ama maç kazanma alışkanlığı, seyircisi ve usta ayakları ile maçı koparmasını bildiler. Sabri, yıllardır oynadığı oynayacağı en iyi oynu oynadı. Hele ilk yarıda Yusuf'un bir topuna ayak koyarak belki de maçın kaderini değiştirdi. Keita'ya da her geçen gün daha da alışıyor, daha uyumlu işliyorlar sağ kanadı. Leo Franco da güzel kurtarışları ile güven verdi. Aslına bakarsanız ilk 11'de çıkanlar arasından bundan başkası da çok göze çarpmadı. Keita klasik oynunu oynadı, Servet yine duvar gibiydi. Ama Mehmet Topal, Arda ve Hakan Balta bu akşam hemen hemen hiç varlık gösteremediler. Hadi Arda, adam adama savunuluyor. Mehmet Topal sanki ilk defa ASY'ye çıkmış gibi heyecanlıydı. Aslında biraz bizdeki beklenti yüksekliğinden de kaynaklanıyor bunlar. Sakatlıktan çıkmış ve tam olarak form tutmamış belli ki. Kısacası gözler Ayhan'ı aradı. Elano, girdikten sonra devamlı sorumluluk almasa da gerekenleri gerektiği anda yapmasıyla galibiyette önemli bir rol oynadı bence. 

Perşembe Panathinaikos deplasmanı var. Bu futbol ile oradan çıkmak zor. Manisa karşısında Fenerbahçe'nin yaptığı gibi ortasahayı bomboş bıraktı GS bu akşam. Orayı forse edebilir, Baros da yavaş yavaş ilerde top tutmaya başlarsa maçlar çok daha rahat geçer. Ama unutmayalım ki bu takım sezonu erken açtı ve erken form tuttu. Yani düşüş yavaş yavaş başlıyor. Umalım ki bu düşüşün çıkışı, Fener-Trabzon-Sivas maçlarının olduğu döneme denk gelsin. 

Kısacası bu akşam Galatasaray, peygamber vitesine taktı ve arkasından esen rüzgar ile maçı aldı. Ama eminim Rijkaard, tehlike çanlarını duymuştur. Rotasyon vakti geliyor, kadro derinliğinin etkisini artık görmeliyiz.

11 Eylül 2009 Cuma

Galatasaray vs Lazio ve Kuleler

Geçen hafta Pitch Fever'ı okurken hep aynı düşünce geçti: "Galiba ben de hayatımdaki bir çok olayı maçlarla eşleştiriyorum". Buyrun kanıtı...

11 Eylül 2001, okuldan çıkmışız ASY'nin oradayız. McDonalds'da tıkınıyoruz. Arkadaşlardan biri geldi, hemen patlattı, zaten zor duruyordu: Amerika'daki ikiz kulelere uçak çarpmış. Tabi o anda terörist saldırı olduğunu bilmiyoruz. Haddddi canım'lar, vay anasına eee'ler arasında annemi aradım o biliyordur birşeyler diye.

Annem dişçi koltuğunda dünyadan habersizdi. Tabi bi anda telaşlandı, dayım New York'da yaşadığından.

Biz de hemen Profilo'ya koştuk, orada televizyon vardır diye. Olmaz mı, öyle ki bütün alışveriş merkezinde herkes (istisnasız) vitrinlerdeki teşhir TV'lerine kitlenmiş. Noluyor diye bakarken bir anda başka bir uçak daha girdi yandaki kuleye. Çığlıklar, ağlamalar... Gerçekten sürrealdi, hala bile inanamıyorum. Sonra da iki kulenin yıkılışı. Kolay kolay unutulacak veya unutturulacak gibi değil hakkaten.

Oradan tabi ki maça. Ne de olsa maç olduğu sürece hayat devam ediyordur. Ümit'in golü ile Lazio'yu yenmiştik, o sıraların klasik skoru 1-0 ile. Ama üstümüzden her uçak geçtiğinde "bu da bizim kafamıza inecek" diye espri patlatıyordu bir tanesi.

O günün üstünden 8 yıl geçmiş. Vay anasını...

Montezemolo Konuşunca...


Adam Ferrari patronu olunca bütün medya ne diyecek diye bakıyor. Ama bir oturuşta da bu kadar bomba üstüste patlatılmaz ki; buyrun...

..."Alonso'yu her zaman beğenmişimdir, Minardi günlerinden beri gözüm üstünde. Seneye değil ama er veya geç Ferrari pilotu olacak"

..."2010 için elimizde Massa, Raikkonen, Badoer, Gene, Fisichella ve umarım Michael (Schumacher) olacak. Real Madrid'in kadrosu gibiyiz"

..."(Kaza geçirip hayata veda ettiği yarış olan) Imola'dan önce Senna, bana gelip kariyerimi Ferrari'de bitirmek istiyorum demişti. Bütün büyük pilotlar Ferrari'den geçer. Prost, Lauda, Mansell, Senna, Schumacher..."

..."Tanınmayan takımlar, tanınmayan ve beceriksiz iki pilot yarıştıracakların büyük takımlar üç araç ile yarışsınlar. Gençlere ve başka isimlere böylece yer ayırabiliriz, daha güzel bir şov olur. Michael gelecek denince olanlara bakın"

Nadal'a Yağmur Engeli

Rafael Nadal ile Fernando Gonzalez arasındaki US Open çeyrek final maçı, yağmur yüzünden yarıda kaldı. Federer, Djokovic ve Del Porto ise yarı finale isimlerini yazdırmış durumdalar. Bakalım Nadal'ın karın ağrıları onu nereye kadar durduracak. Şu ana kadar US Open'da yarı finali geçebilmiş değil eski 1 numara, bu sene de açıkçası zor görüyorum. Ama seneye burayı da kazanıp career grand slam niyetiyle dolup taşar genç Ispanyol.

Fernando Schumacher

Dün Santander bir basın toplantısı ile 2010 yılından itibaren sponsorluğunu Mclaren'e değil Ferrari'ye yapacağını açıkladı. Bu multi-milyon dolarlık anlaşmanın önemi, ekonomik kriz sırasında Ferrari'ye nakit akışı sağlayacak olması değil, çok önemli bir pilot getirecek olması.

En az 2 yıldır konuşuluyor Ferrari-Alonso dedikoduları. Bir türlü önüne geçilemedi. Bu aralar sanki dedikodu değil de bilinen, normal bir şeymiş gibi bahsediliyor hatta. Bunun son halkası da Ispanyol Santander bankasının Ferrari'yi destekleme kararı. Artık kesin gözüyle bakılıyor Alonso kırmızı tulumla gezeceğine. Renault da Raikkonen'i istiyormuş.

Aslında gridde çok ciddi pilotlar olmasına rağmen, yarış kazansalar da kazanmasalar da, 3 pilot herkesin gözünde diğerlerinden ayrılıyor: Lewis Hamilton, Kimi Raikkonen ve Fernando Alonso. Bu 3lü, zaten griddeki şampiyonluk ünvanı bulunan pilotlar ama yetenekleri de su götürmez. Seneye kendine gelmiş bir Ferrari'de, kendini bulan bir Alonso'nun yapacakları şimdiden çok büyük bir merak konusu.

Bu durum aklıma bir benzerliği getirdi. 15 sene önceye dönelim. 1994 ve 1995 sezonları. Mavi yeşil Renault takımının star pilotu Schumacher, Benetton-Renault ile iki dünya şampiyonluğuna uzanıyor. Bir sonraki şampiyonluğu için ise 2000 yılına kadar beklemek durumunda kalıyor. 5 yıl üstüste şampiyonluktan sonra 2005 yılında şampiyonluğu kaptırıyor, Alonso'ya. Benzer bir şekilde Alonso, 2005 ve 2006 şampiyonluklarını kazanıyor, Benetton'u satın almış Renault ile. Ve sonrasında da artık Ferrari'ye geçiyor.

Başlıkta yapmak istediğim hibrid bir yarışçı yaratmak değildi, soru sormaktı aslında. Acaba Alonso'dan bir Schumacher çıkar mı?

Not: Resim ararken Google'a Alonso yazdım. Gelen tavsiyelerden ilk 3ü Ferrari içeriyordu. Her yer Alonso'nun Ferrari tulumlarındaki resimleri ile dolu. Monza'da bu haftasonu bir açıklama bekleniyor.

Renault tandanslı bir başka haber de Singapur-gate hakkında. Briatore'nin FIA'ya verdiği ifadede, Singapur sabahı Pat Symonds ve Nelsinho ile toplantı yaptığını doğruladı. Ama burada pilotundan herhangi bir şekilde kasti kaza istediğini yalanladı. Sonrasında da çok ilgimi çeken bir cümle söylemiş: "Bu fikri ortaya atan Nelsinho idi, biz kesinlikle hayır dedik". Yani bir şekilde kasti kaza, masaya getirilmiş bir fikir, kim getirmiş olursa olsun. Korkutucu, üzücü ve sıradışı bir olay.

9 Eylül 2009 Çarşamba

Caster Semenya ve Blur

Bir kaç hafta önce Berlin'de 800 metre yarışlarını kazanan Caster Semenya deyince aklınıza ne geliyor? Belki de hiçbir şey. Peki yarışı kazanmasıyla beraber erkek mi kadın mı olduğu tartışılan Güney Afrikalı bayan atlet dediğimizde şimşekler çakıyor olmalı.

You! dergisinin kapağını süsleyen de aslında aynı Caster ama aradaki farkın yorumlarını size bırakıyorum.

Bunu gördüğüm anda Blur'den Boys&Girls dinliyor olmam da çok ironik oldu. Nakaratı şöyle:

Girls who are boys
Who like boys to be girls
Who do boys like they're girls
Who do girls like they're boys
Always should be someone you really love

Bir Bildiri: Tarihi Nasıl Kaçırdık?


Her şey şehir efsanesi gibi başlamıştı, Adana Demirspor Livorno'yu konuk edecekti ve biz de tarihi bir olaya tanıklık edecektik. Ne yazık ki şanslı olan 15.000 biletli seyirci dışında 70 Milyon nüfuslu ülkede bunu izleyebilen hiç kimse olmadı. Cuma günü bu ülkede tarihi bir maç oynandı ama futbolun her şeyiyle yankılandığı, her alanda konuşulduğu topraklarda bizim gibi futbolun peşinde bıkmadan usanmadan koşanların elinde hiç bir bilgi yok. Konuşacak bir şeye, yapılacak farklı yorumlara sahip değiliz. Dünya çapında ses getirmesi gereken, Türk futbol tarihinde bir ilk olan, modern futbolu rafa kaldırıp 1950'lerin, 1960'ların ruhunu yaşatan bu tarihi maçı kamuoyumuzun, Türk basınının ve medya kuruluşlarının işgüzarlığı ve ilgisizliği sayesinde izleyemedik. Elimizde DHA'nın 4-5 dakikalık görüntüleri ve kendi yayın kuruluşlarındaki birbirinin kopyası haberleri, NTV Spor'un bir kaç haberi ve çekimiyle Anadolu'dan Futbol'un yazarı Hüseyin'in yazıları var bilgi olarak. Cuma gecesi Türk futbolu için nasıl tarihi ve unutulmaz bir gece olduysa Türk spor yayıncılığı için de aynı oranda tarihi ve utanç dolu bir gece oldu bizce. Öncelikle DHA ve NTV'nin hakkını verelim, canlı yayın yapmamış olsalar bile ileride bahsedeceğimiz gibi siyasi yönü olan böyle bir müsabakadan bizi haberdar etmek için verdikleri çaba da önemliydi. Özellikle NTV'nin canlı bağlantıları ve Bağış Erten'in oraya gitmesi tatmin ediciydi. Yenilsen De Yensen De'yi sunarken konsept olarak bu maçı temel almaları da zaten işi önemsediklerini gösteriyor. DHA da elindeki görüntüleri diğer yayın organlarıyla paylaştı, kendine bağlı olan bir kaç gazetede haber yaptı bunu. Çaba harcayanların emeklerine ve çabalarına saygımız sonsuz elbette ancak futbol tarihimizde bir ilki yaşadığımız bu festival gibi olayla ilgili tüm verileri 10 dakikada izleyip-okuyup bitiriyoruz. Bu kadar kısa sürmemeliydi bir tarihe tanıklık etmek. Şimdi Livorno'nun Türkiye'ye gelişinin belli olmasından sonra aşama aşama yaşanan olaylara ve bir tarihin gözümüzün önünden nasıl kaçıp gittiğine bakalım. O olaya tam anlamıyla girmeden önce şuna değinelim : İlk paragrafın sonunca "bizce" diye kişisel bir ifade kullanmış olabiliriz ancak bunu açmak gerekir. Düşüncemiz bu olsa da kişisel olarak değil, ülke genelinde de hayati önemi olan bir olaydı bu sonuçta. Türkiye'nin 3. kademe ligi olan TFF 2. Lig takımı Adana Demirspor, Avrupa'nın 3 dev liginden biri olan İtalya Serie A'dan bir takımı Türkiye'ye getiriyor. Bu olay sadece Adana Demirsporlular'ı değil, en büyük rakipleri Adanasporlular'ı ve stada giremeyen tüm Adanalılar'ı, Anadolu'da futbolun peşinden koşan tüm tribün emekçilerini, karşılaşan iki ekibin ortak noktası olan solcuları ve solcuların da siyasi arenada en büyük rakibi olan sağcıları da ilgilendiriyor. Maça ilginin ne kadar fazla olduğunu anlamak için İzmir'den Yalı'nın, İstanbul'dan Çarşı'nın, Ankara'dan Alkaralar'ın ve çeşitli yerlerden bir çok taraftar grubu üyelerinin tribünde yer aldığını hatırlatalım. Futbolu kıyısından köşesinden tutan herkes kendini bir de siyasete adayanlar için zaten bulunmaz bir nimetti bu maç. Artık yayın konusuna geçebiliriz tamamen. Bu maçın oynanacağı kesinleştiği zaman ilk olarak Adana Demirspor ve NTV Spor arasında ufak bir görüşme oluyor. Anlaşmaya varılamıyor ilk aşamada. Tabii bu 2 yönü var, Adana Demirspor ve NTV olarak ayrı ayrı bakmak gerekiyor. Aslında ikisi de farklı açılardan aynı yola çıkıyor ama açıklamalardaki ufak farklılıklar ilginç tezatlara da sebep oluyor. Öncelikle NTV'ye sorduğumuzda NTV tarafından canlı yayın konusunda bir niyet olduğu, görüşmenin yapıldığı ancak anlaşmanın sağlanamayıp sonuçsuz kaldığı söyleniyor. Bu gelişmelerin ardından Adana Demirspor başkanı aynı zamanda bir Adanasporlu da olan Güntekin Onay'ı arıyor ve bu maçın yayını konusunda bir ricada bulunuyor. Araya başkaları da sokuluyor ancak NTV ikinci aşamada pek de niyetli olmuyor yayın konusunda. Kısacası "bakarız" deniyor ve geçiştiriliyor olay. Detaylı görüşüp de anlaşılamama gibi bir durum yok ortada ama devamında da konuşulan bir şey yok. Öylece askıda kalıyor kulüp ile NTV arasındaki görüşme. Olumlu sonuç alınamamasındaki sebebin mali konular mı yoksa maçın siyasi durumu mu olduğu konusunda bir kanaate varamıyoruz yani. NTV'nin bu maçı kimseye kaptırmayacağını düşünürken yayın konusunda ciddi sayılabilecek bir gelişmenin olmayışı bile düşündürücü. Burada ilginç bir nokta da NTV'nin maçı yayınlamamasına rağmen bu işe en çok özen gösteren kanal olması ve diğer kuruluşların önünde yer alması, garip bir tezat oluşuyor bu açıdan bakınca. TRT cephesinde ise olaylar başka bir boyut alıyor. NTV cephesindeki gibi basit bir ilgisizlik hikayesi değil olay. İlk başta ücretsiz yayınlayalım diyor TRT. Bu işin en tepesindeki kurum olduklarını söyleyip kulüple ücretsiz yayınlanması için anlaşmak istiyorlar, bir nevi ültimatom yolluyorlar kulübe. Ya parasız yayınlarız ya da yayın yapmayız diye. En azından sembolik bir ücret ödenmesi ve az da olsa bu güzel girişim için destek olunması isteniyor kulüp tarafından, TRT para vermemekte direniyor. Kulüp devreye AKP Adana Milletvekillerinden birini sokmak istiyor. Telefon görüşmesi yapılıyor ve TRT'den yayının yapılıp kulübe makul bir ücret ödenmesi yolundaki istekler iletiliyor. Bilin bakalım bir vekil bu tarihi maç için seçildiği ilin takımına nasıl destek oluyor ?.. Herhangi bir girişimde bulunmayıp kendisini vekil seçen ili böyle mükafatlandırıyor. Devletin elindeki kanala bir milletvekili olarak açıp rica etse ve bu maç TRT3'ten yayınlansa herkes tatmin olurdu. Ancak milletvekili bunu yapmadı, TRT yönetimi de bu güzel girişime finansal olarak destek sağlamayınca canlı yayın konusundaki son umut da uçup gidiyor. Tüm bu olumsuz görüşmelerin ve sonuçsuz çabaların ardından TRT maçın siyasi yönünü sebep gösterip yayınlanmama gerekçesini böyle açıklıyor kulübe. Mali konuların önüne perde çekilip ana sebep buymuş gibi gösteriliyor bir bakıma. Gerçi ana sebep olduysa o daha da vahim ya neyse, siyaset olayına girmeyelim, bizim tek derdimiz futbol. Her fırsatta Anadolu takımlarının gelişmesini savunanların, kendi normal reytinglerini fazlasıyla aşacağı neredeyse garanti olan böyle bir tarihi organizasyonu bedavaya getirme çabalarını da Türk futbolundaki kısır döngünün cevabını arayanlar için verilmiş en güzel cevap olarak addediyoruz. Kaçırdığımız tarihi fırsatın verdiği üzüntü ve buna bağlı hayal kırıklığının etkisiyle elimizin uzandığı her yere uzanmaya çalıştık bize göre medya ayıbı olan bu olayın detaylarını öğrenebilmek için. Bunca bilgiye ulaştıktan sonra üzerine daha fazla yorum yapmak, işin siyasal boyutlarına karışmak pek bizim işimiz değil. Yukarıdaki olaylar çerçevesinde kaçan fırsat konusunda herkes gibi bizim de düşüncelerimiz var fakat bizim aklımız fikrimiz futbol. Bu yüzden kimseyi yönlendirmeden ulaşabildiğimiz bilgileri sizlerle paylaşmak istedik. Gönül isterdi ki stadın kapasitesi doğrultusunda 15 binle sınırlı kalan bu tarihe tanıklık eden birey sayısı çok daha fazla olsun ama olamadı maalesef. Muhtemelen önümüzdeki sezon bir fırsatımız daha olacak bu şölen için. Bu sefer yer İtalya olacak. Bizim medya kuruluşlarımız akıllanır mı bilmiyoruz ama İtalyan TV kuruluşlarının tutumunu da merakla bekliyoruz. Bu tip olaylara son derece alışık olan ve bir çok takıntıyı aşıp demokratikleşmeyi başarmış olan İtalya'da yayın sıkıntısı olmayacağını düşünüyoruz aslında. Olmadı İtalya yollarına düşebiliriz şu heyecan ve merakla... TV yayını konusunda canlı yayın olmasa bile izleyiciye maç sunulamaz mıydı diye düşünüyoruz. 90 dakika kaydedilir ve maç sırasındaki tatsız durumlar ve siyasi olaylar kırpılıp 60-70 dakikalık çok geniş bir özet şeklinde yayınlanabilirdi.

7 Eylül 2009 Pazartesi

FIA-Singapur-Renault-Piquet

Bir haftadır hastanede olduğum için siz gençlere yazmak istediğim bir sürü şeyi yazamadım. Fener-Manisa maçının yazısını yazmıştım bile, sonra inanılmaz heyecanlı bir Spa yarışı izledik (ona bir hafta geçmiş bile olsa değinicem yakında), GS-Ankaraspor maçı oldu arada. Ankaraspor-Anakaragücü olayları var, GS'nin yeni transferleri, Livorno-AdanaDemirspor maçı derken inanılmaz dolu bir hafta geçmiş. Ama en mantıklısı sondan başlamak.

Bir haber var ki bin soru işareti sürüklüyor peşinden. FIA, Renault'yu ifade vermeye çağırıyor Paris'e. Iddia ise geçen seneki Singapur GP'sinde Renault'nun Piquet'ye, kaza yapması ve güvenlik aracını çıkartması talimatı vermiş olması ve böylece Alonso'ya yarışı kazandırması. Vay anasını dedirtecek türden bir iddia gerçekten.

Bir kere çok zor bir taktik bu. Yarıştan önce verilen bir talimat olması son derece güç çünkü önceden belirlenen bir zamanda bu işin yapılması, doğru efektleri yaratmayabilir ve saçma sapan bir şey olur; yani teori ile pratik bu durumda zor örtüşür. Yarış sırasında ise pilot ile takımın tek iletişimi olan radyo, FIA tarafından devamlı kontrol ediliyor ve dinleniyor. Böyle bir şeyi ancak ciddi bir şifre ile iletmiş olabilirler ve FIA'yı atlatmış olabilirler. Sonra Piquet, başka bir pilotu tehlikeye atmayacak bir yer seçecek kendine ve güvenlik aracını çıkaracak türden bir kaza yapacak (her kaza çıkarmıyor biliyorsunuz). Bana gerçekleştirmesi çok zor bir senaryo gibi geliyor. Yine de neden olmasın dedirten bir nokta var olayda. Alonso, Piquet'nin kazasından 2 tur önce kısa bir pit stop gerçekleştiriyor. Kısa çünkü bir güvenlik aracı periyodunu tahmin edip kumar oynuyor. Aslında Monaco gibi sokak pistlerinde çokça görülen bir taktik ama acaba Renault işini şansa bırakmak istemiyor mu?

Peki geçen sene olmuş bir yarış için neden 1 yıl sonra bu tip bir dava açılıyor? Bunun bir tek sebebi olabilir: Nelson Piquet Jr. Eğer böyle bir komplo gerçekten varsa, bu konuyu en yakından bilen nadir insanlar biri olacaktır kendisi. Ve takımdan kendi deyimiyle kovulması sonrasında olanları ispiyonluyor olabilir. Belki de geçen senenin sonunda Renault'nun şaşırtıcı şekilde onunla devam etmesi de bu sebeple olabilir. Peki Piquet veya yakınlarından birisi bunu şimdi FIA'ya ispiyonluyorsa, bunu neden bir sene önce yapmadı diye ceza alması gerekmez mi Brezilyalı'nın? Bir soru daha: Eğer bu iddialar kanıtlanamaz ve Renault suçsuz bulunursa o zaman Piquet'ye nasıl bir ceza gelecek?

Gelelim Renault'ya. Flavio Briatore, evet, kurttur ve herşey beklenir ama bu, onun bile sınırları dışında(dır muhtemelen). Bir pilottan kasten kaza yapmasını istemek, ciddi yaratıcılık ve güven ister. Bu durumda Briatore, hem takım patronu hem de menajeri olduğu Nelsinho'ya hem ağzını sıkı tutması hem de doğru pilotaj konusunda güvenmesi anlamına geliyor. Eğer böyle bir güven örneği sergilemiş olsaydı, bu sene ortasında takımdan kovmazdı diye tahmin ediyorum, ya da kovamazdı. Hem de bu kadar kavgalı şekilde. Peki ama gerçekten bunu yaptılarsa? Çok ciddi bir şekilde insan hayatını tehlikeye atmış oluyorlar; kendi pilotlarının, diğer yarışçıların, güvenlik görevlilerinin ve seyircilerin. Her ne kadar cezalı duruma düştüklerinde ciddi cezalarla karşılacakları konuşuluyor olsa da bir opsiyon da F1'den süresiz kovulmaları anlamına gelebilir. Ayrıca Renault, firma olarak, böyle bir skandala girdikten sonra zaten masraflı olan F1 aktivitelerini devam ettirmeme kararı alır bence.

Her ne kadar Briatore-Renault'nun böyle bir şey yapmış olduğuna inanmıyor olsam da, FIA, her duyduğuna bu kadar ciddi inceleme yapmaz. Eminim Renault'yu Paris'e duruşmaya çağırmadan önce ciddi bir inceleme ve bu yönde bazı deliller bulmuşlardır. Bu, Renault'nun suçlu bulunacağına işaret olmasa da, iddiaların da bomboş olmadığını gösterir. Bir haber daha dikkatimi çekti. Brezilya'nın Globo gazetesinin muhabirleri, Singapur yarışından sonra Massa'nın Briatore'ye giderek "bu kaza normal değil, sen istedin bunu" demesini öğrenmişler.

Bu dava belki de Ferrari-Mclaren arasındaki casusluk skandalından bile daha ciddi ve sonuçlarının da aynı şekilde büyük olacağı çok açık. Davanın tarihi 21 Eylül, Monza ile Singapur arasında. Heyecanla bekliyoruz çıkacak kararı.