23 Kasım 2009 Pazartesi

Kehanetler Gerçekleşiyor #2: Rosberg Mercedes'te

Spekülasyonların Ingiliz ayağı birer birer gerçekleşirken Panzer'lerin rahat durmasını bekleyemezdik tabi ki. Alman A Milli F1 takımı da şekillenmeye başladı inceden. Mercedes (eski Brawn) GP, ilk pilotu olarak Nico Rosberg'i bugün açıkladı.

Kişisel olarak, Jenson Button'ın Mclaren'e gidişinden çok daha mantıklı görüyorum Rosberg-Mercedes evliliğini. Mercedes, kuvvetle muhtemel, bu seneki gücünü koruyacak ve başa oynayacak. Rosberg ise babasının hatrına Williams gibi gridin en kötü arabalarından birini bir yerlere getirmeye çalıştığı yılların acısını, zevkle kullanacağı Merc ile çıkarmak isteyecektir. 2010'da genç Alman'ın, uzun zamandır beklediği ilk galibiyete ulaşacağına ciddi şekilde inanıyorum.

Bir de bu aralar Mercedes'in ikinci pilotu kim olacak soruları var. Bir kere Alman takımı deyince, hemen akıllara Michael Schumacher geliyor. Neden gelmesin ki? Ross Brawn ile tekrar birleşme imkanı, geçen sene denediği ama başarısızlıkla sonuçlanan come-back'i unutturma çabaları, Formula 1 öncesi takımlarında yarıştığı Mercedes'e yardım etme isteği. Tabi ki hemen dedikodular fırladı, Abu Dhabi'de Brawn-Schumacher görüşmesi olduğu ve Schumi'nin Ferrari ile olan danışmanlık kontratını iptal etmek için pazarlıklara başladığı söylendi. Hatta Rosberg'in açıklanması sırasında bütün sorular Schumi hakkındaydı, sinir bozucu şekilde. Ne Ross Brawn, ne Norbert Haug ne de Nick Fry, adam gibi reddedemediler dedikoduları.

Schumacher'in geri geleceğini ve tekrardan kariyerine başlayacağını zannetmiyorum. Belki ciddi bir pazarlama hamlesi olur ama F1 ve Merc için geri adım olacağını düşünüyorum. Zaten 40 yaşına gelmiş adam, taş çatlasa bir sene yarışır. Ve ipin ucunda, kocamış köpek olmak var. Schumacher olsam istemem, Merc olsam da istemem. Bir kere açıkta duran Heidfeld varken, bir kaç seneye Red Bull'dan ayrılacak Vettel varken niye emeklilerin kapısını çalayım? Kısaca Ortaçgilvari "bu iş zor, çok zor Yonca" demek lazım kanımca.

Silver Arrows, 1955'ten beri ilk defa fabrika takımı olarak neler yapacak, kimleri açıklayacak, hepimiz görücez. Ama şimdiden çok ciddi merak uyandırdıkları kesin.

Kehanetler Gerçekleşiyor #1: Button McLaren'da

Sorun tamamen duygusal. Honda'nın küllerinden yeni kurulmuş Brawn'da, kendini şampiyonluğa götüren takımın dibine dinamit koymamak için maaşının çoğundan feragat eden Button, kupacıkları CV'sine katınca maaşını da şampiyon seviyesine getirmek istiyor haliyle. Brawn, veya artık Mercedes demeliyiz, hiç o niyette değil. Ve Jense'den twitter mesajı: Umarım yeni maceralarımda siz de benim kadar heyecanlısınızdır!

Ben mi? Pek heyecanlı değilim, daha çok kıs kıs gülüyorum içimden. McLaren'in teklifine evet deyip, Hamilton ile Ingiliz A Milli F1 takımını kurduğuna eminim çok seviniyordur Jense ama bir ses, Lewis'in de benim gibi kıs kıs güldüğünü söylüyor. Niye mi?

Iki pilotu yanyana koyalım. Hamilton, gözlerini McLaren'e açmış, bebekliğinden beri aynı takımın tulumunu giymiş ve 2. senesinde (tarihin en genç şampiyonu ünvanıyla) tarihe geçmiş biri. Button ise Williams ile başladığı kariyerinde ilk önce Renault'ya kiralanmış, sonra BAR-Honda'ya gitmiş, kontratı devam ederken Williams'a dönmek isterken mahkeme kararıyla BAR'a mahkum edilmiş, takımın iflasıyla Brawn'a ve şimdi de McLaren'e geçmiş biri. Brawn hariç, 1 tek yarış galibiyeti ve playboylukları ile de yeteneğini gölgelemiş biri. Sizce takımda kimin ağırlığı olur?

Mclaren ile Mercedes'in "severek ayrıldık" şarkılarını biliyorsunuz. Kişisel olarak Mclaren'in, Mercedes'den daha çok güç kaybedeceğini düşünüyorum. Yani seneye, başa oynasalar bile şampiyon olabileceklerine inanmıyorum. Yani daha da basitçe, seneye en iyi araca sahip olmayacakları, bir flashforward değil. Ve kötü bir araç, Button'ın en yumuşak karnı. Jense, sevmediği bir aracı, hiç bir zaman performansının üstüne taşıyamadı. Araba kötüyse motivasyonunu kaybeden, uğraşmayan bir görüntü çizdi. Ve seneye elindeki aracın iyi olacağını düşünmüyorum. Peki ya Hamilton? 2009 sezonunu alalım. Mclaren, sezona çok kötü başlamasına rağmen gittikçe gelişti. Ama sezon sonunda bile MP4-24, atbaşı bir araç olamadı. Yine de Hamilton, 2 yarış kazanmayı ve takımı 3.lüğe taşımayı başardı. Kötü bir aracı, kabiliyetiyle yine bir yerlere getirdi.

Hamilton, Heikki gibi kendisini hiç zorlamayan bir takım arkadaşından sonra Jense ile ciddi bir rekabete girecektir. Lewis'in küstahlıklarını bilmeyen yok, akıl oyunlarını da çok iyi oynar (bknz 2007 sezonu ve Alonso ile ilişkisi). Medyaya bir sorun olmadığını söyler, Jenson'ı ilk kutlayan o olur ama bir bakarsınız Hamilton, bir hareketi ile Jense'in ayağını kaydırmış.

Ah Jense, ah. Yükselen bir trendden inişteki bir trende gitmenin acısını, umarım kazandığın ekstra milyon pound'lar hafifletir. Çünkü büyük ihtimalle kariyerinin tek kupasını kaldırdın kasımda.

17 Kasım 2009 Salı

Komşunun Iflası

Kuzeybatı komşumuz Bulgaristan, bir süredir dünya motorsporları dünyasına adım atmak için hazırlanıyordu. Ilk önce Dünya Ralli Şampiyonası (WRC)'nda denediler şanslarını. Aday ralli statüsünde bir yarış organize ederek belli bir mesafe de kaydetmişlerdi. Ama oradan şansları tutmamıştı. 7. etapta yoldan çıkan Brian Lavio-Flavio Guglielimini ikilisi ciddi bir kaza yaptılar ve Guglielmini hayatını kaybetmişti. Yarış da orada iptal edildi. Yine de 10 Temmuz 2010'da ilk yarışlarını yapacaklar...dı

Bir de Formula 1'e girmek için baskı yapıyorlardı. Zaten bir sürü ülkenin çok ciddi projelerle dahil olmak istediği F1 takvimine girmeleri çok zordu ama en azından niyetliler...di.

Peki niye bütün paragraflar -di ile bitiyor? Çünkü Bulgaristan Motorsporları Federasyonu, bütün aktivitelerini durdurma kararı aldı. Başkan Bogdan Nikolov'un ciddi mali desteği ile ayakta durmaya çalışan federasyon, adamın "yeter çektiğim çileler" moduna girmesiyle lav edilmiş durumda. Yetkililerin ilgisizliğinden ve kimsenin maddi olarak elini taşın altına koymamasından şikayetçi Nikolov.

Neyse, hem WRC hem F1 takvimindeki yerlerimize rakip olabilecek bir ülke aradan çıkmış oluyor. Bu gece de içimiz rahat uyuyabiliriz bizbize.

16 Kasım 2009 Pazartesi

Gün Mercedes Günü

Bugün Daimler (yani Mercedes) bir basın toplantısı düzenledi, pir basın toplantısı düzenledi. McLaren'in geleceğinden Brawn'ın geleceğine, özel takımlar vs üreticiler çekişmesine, pilot pazarının belirsizliğine kadar herşeye yeni bir soluk getirdiler bir günde.

Ilk adım Mercedes'in Brawn GP'nin yüzde 75'ini satın alması oldu. Geçen sene bu aylarda varlığını sürdüremeyecek gibi gözüken ama geçen ay bu aralar hem pilotlar hem markalar dünya şampiyonluğunu kazanan, Ross Brawn liderliğindeki özel bir takımdan bahsediyoruz. Bunu geliyor, 15 yıldır McLaren ile kusursuz bir ilişki kuran, dünya en prestijli araba üreticilerinden biri satın alıyor. Bu bile başlı başına bir olay. Seneye Brawn GP yerine, takım Mercedes GP olarak yarışacak. Yani bir works team olacak.

Peki Mclaren ile Mercedes'in 15 yıllık ilişkisi ne olacak? Biliyorsunuz Mercedes, McLaren'in yüzde 40 hissesine sahipti ve motor sağlayıcısıydı. Motor sağlamaya devam edecekler, hatta halihazırdaki anlaşmalarını, önümüzdeki 5 yılı kaplayacak şekilde uzattılar. Ama 2010 sezonu sonrasında Mclaren, Mercedes'e ait olan hisselerini geri alacak. Eski takım şefi, şimdinin McLaren CEO'su Ron Dennis, bu durumun kendileri için bir sıkıntı yaratmayacağını, tam tersine ellerine geçecek ekstra özgürlüğün avantaja dönüşebileceğini belirtti. Peki bu satırların sahibi aynı umudu taşıyor mu? Hayır. Başarılı bir McLaren-Mercedes ortaklığı, artık iki ayrı ünite olarak devam edecek ve ikisinin de aynı seviyeye ulaşması bir süreyi alacak kanımca. Bu sırada yarış galibiyetleri hatta şampiyonluklar gelebilir ama iki tarafın da, yeni pozisyonlarına alışması gerekecek.

Peki pilotlar? Mercedes, Brawn GP'nin çoğunluk hissesini aldı ve ilk çıkan dedikodu (ki bunlar genelde gerçeğe dönüşür) ellerindeki son dünya şampiyonu Button'ın McLaren'e gideceği oldu. Acaba Mercedes, McLaren ile olan ilişkisini azaltırken onlara da sus payı olarak dünya şampiyonu pilotu mu verdi? En mantıklı senaryo bu bence. Çünkü Mercedes, yayınladıkları basın açıklamasında bütçeyi çok büyütmeyeceklerini ve buna gerek olmayacağını da iddia ediyordu aynı zamanda. Yakın bir gelecekte yine bütçe sınırlaması konuşmaları başlayacağı zaman, Mercedes GP'sinin hangi safta duracağı şimdiden belli. Button da dünya şampiyonu maaşı istiyordu haliyle sezon sonundan beri, Brawn GP de bunu veremiyordu. Ama McLaren seve seve verir. Mclaren, bir Ingiliz takımı. Ve seneye son iki senenin şampiyonları ellerinde olacak. Ve bu son iki şampiyon da Ingiliz. Onlar için bir rüyanın başlangıcı belki de. Peki Merc? Alman üreticinin elindeki pilotlar da belli gibi. Iki tane potansiyeli yüksek pilot. Biri geleceğin dünya şampiyonu adayı, öbürü de en az Barrichello kadar iyi bir ikinci pilot ve takım oyuncusu. Ve ikisi de Alman. Rosberg ile Heidfeld. Ingiltere ve Almanya A Milli Formula 1 takımlarına hoşgeldiniz. Peki elindeki tek F1 ihtimalinin McLaren olduğunu açıklayan Raikkonen?
Brawn GP'nin Mercedes GP olması, bir başka savaşı daha kızıştırdı. Brawn GP, bir özel takım, privateer. Williams, Force India, Campos Meta, USF1, Red Bull, Toro Rosso, Lotus, Manor gibi. Ama Mercedes GP artık bir fabrika takımı. Tıpkı McLaren, Ferrari gibi. Toyota ve BMW fabrika takımları bu sene sonunda yarışlardan çekilmişlerdi. Onlar her ne kadar finansal krizi bahane etseler de Ferrari, onların yerine zehir zemberek bir açıklama yayınlamıştı ve fabrika takımlarının spordan uzaklaştırılmaya çalışıldığını söylemişti. Tablo onları haklı çıkarıyor. Toyota'nın da çekilmesiyle 12 takım gridde olacak gibi duruyor. Bunların 8'i özel, 4'ü fabrika takımı. Ama Renault da yakın zamanda yarışlardan çekilebilir ve yerine BMW'den ayrılan Sauber gelebilir. O zaman da bu dengre 9'a 3 olarak değişir. Bir de kimliği belirsiz 13. takımın özel olacağını düşünürsek (zaten fabrika takımı aday yok elde) 10'a 3. Düşünülmesi gereken bir nokta.

Tam da "sezon bitti, heyecan azcık düşer" dediğimiz anda gün sayaraktan testleri bekler durumda bulduk kendimizi.

Basketbol Maçının Ardından Bu Blog

Bir seneye yaklaştı bu blogun geçmişi. Takip edenler de az çok bilirler, yüzde 50 F1 yazarım, çoğu GS olmak üzere de diğer yüzde 50'si futboldur. Bir süredir çok fazla yazamıyordum açıkçası. İş güç. Eskisi gibi vaktim olmuyor.

Ama mesela dünkü GS-FB basket maçını izledikten sonra onunla ilgili bir şeyler yazmak istedim. Sonra farkettim ki yazmaya niyetlendiklerim, bir GS taraftarı olarak buraya yazacaklarımdı. Nasıl 40 dakika sessiz duran seyircinin tahrik edildiği vs. Ama sonra farkettim ki, aslında olay bir tahrik olayı değil. Genel olarak ezeli rekabet ve insanların sebepsiz yere birbirlerinden nefret etmesidir.

Bir şey daha farkettim. Fenerliler de Galatasaraylılar da olayı kendi boyutuyla yazmışlar. Sonra, yukarıda bahsettiğim gibi, olaya takımın renginden bağımsız bakanlar da çıkmış yazmış. Bana da ortaya yazacak orjinal bir şey kalmamış. Tıpkı hemen hemen her futbolla ilgili postta olduğu gibi.

Bir çok futblogger kadar olayları araştırmıyorum, üstüne onlar kadar çok düşünmüyorum ve halihazırda onlar kadar bilgim de yok. O zaman ben buraya niye yazıyorum diye düşündüm.

Ve yüksek jürinin kararı. Bu blogda bundan sonra da futbol dahil her spora yer vericem. Ama olabildiğince futbol yazmaktan uzak durucam. Ve daha iyi bildiğim sporu öne çıkarıcam: Formula 1 ve Dünya Ralli Şampiyonası.

Evet ey sevgili okurlar, diğer bloglar nasıl futbol blogu ama arasıra başka sporlara yer ayırıyorlar, bu blog da bundan sonra motorsporları blogu ama arasıra diğer sporlara da yer ayırıcam. Bence en doğrusu, insan bildiğini yazmalı.

Çevremde bir sürü insan, Schumacher'den sonra F1'den soğuduklarından, o arabaların tur tur haybeye döndüklerinden, motorsporlarının modifiyeli yancıların anası olduğundan bahsedip duruyor. Bu bloga yazdıklarımla, biraz da bu insanlara aradaki farkları göstermeyi, bilinçli bir şekilde takip etmelerini ve böylece bu güzel sporlardan zevk almalarını hedefliyorum. Sizi bilmem ama sahadakilerin ve tribünlerin, tuttukları takımları ve sevdikleri insanları, başkalarına zarar vermeden ortaya koymaları beni daha çok çekiyor ayrıca.

Şu ana kadar bizi izleyenlere teşekkür ederiz. Bundan sonra izleyenlere de tekrar teşekkürler. Umarım hayal kırıklığına uğramayız.

11 Kasım 2009 Çarşamba

Robert Enke

Hiç beklenmedik ve çok üzücü bir haber Enke'nin intiharı. Demek ki nasıl bir acısı vardı da bu yolu seçti. Allah rahmet eylesin. Eminim yakında daha net haberler gelir, burada paylaşırız.

7 Kasım 2009 Cumartesi

Ferrari'den e-Muhtıra


Bu Italyanlar ne kadar bize benziyorlar. Araba kullanmaları, park etmeleri, futbola olan sevdaları vs... Ferrari de yanıp tutuşan Italyan kanı ile bir e-muhtıra yayınlamış sitelerinden. Büyük üreticilerin F1'den çekilmesi (veya el çektirilmesi) ile nereye kadar demişler! Ben aslında Türkçe'ye çevirip size sunayım.

"Agatha Cristie'nin 1939 tarihli 10 Küçük Zenci kitabının bir parodisi sanki olanlar, ama aslında çok daha ciddi. Formula 1 büyük oyuncularını birer birer kaybediyor: Honda, BMW, Bridgestone ve bu sabah itibariyle Toyota. Onların yerine gelenler Manor, Campos Meta, USF1 ve Lotus (spora Colin Chapman, Jim Clark, Ayrton Senna gibi isimleri kazandıran marka ile sadece isim benzerlikleri var). Masanın etrafında aynı sayıda oyuncu var diye eksik olan hiç bir şey yok diyebilir miyiz? Maalesef. Bununla beraber, bakalım yeni gelenlerin kaçı sezonun ilk yarışı Bahreyn'de gridde olabilecek, veya kaçı 2010 sezonunu tamamlayabilecek.

Gerçek şudur ki Formula 1'deki yaprak dökümü, ekonomik krizden çok, onu yıllarca kötü yönetenler yüzündendir.

Cristie'nin romanında katil, herkes birer birer öldükten sonra bulunuyor. Biz de bekleyerek bunun olmasına izin mi vermeliyiz, yoksa kitabın Formula 1 versiyonuna farklı bir son yazma vakti mi geldi?"

Ferrari, bu nota ile eminim yeni gelen takımların favorisi olmayacaktır. Onlar da bunu bilerek yayınlamışlardır ve umurlarında değildir zaten. Ama asıl sorularım farklı.

Mektupta açıkça FIA ve Bernie suçlanmış. Ama FIA'nın başına "içlerinden biri" geldi; Jean Todt. Eski direktörleri, pilotlarından birinin menajerinin babası vs. Onu suçluyor olamazlar, zaten 1 ay ya oldu ya olmadı FIA başkanlığına geleli. Giden başkan Max Mosley diyeceğim, onun da desteği Todt'aydı. Yani aynı kamptan sayılırlar. Demek ki asıl tepki Bernie'ye. Takvimi 20 yarışa çıkarmaya çalışan, yeni takımların gelmesini en çok isteyen adam Bernie. Aynı zamanda takımlarla televizyon gelirlerinin paylaşılmasını pazarlık eden, F1'deki parayı döndüren kişi. Peki Ferrari, pozisyonunu tehdit altında mı buluyor acaba? Bernie'nin kendisiydi Ferrarisiz F1 düşünülemez diye. Tahminim, Ferrari, Formula 1'i eski şaşaalı günlerine döndürmek istiyor, bunun için de en büyük oyuncuların varlığının gereğini biliyor. Campos Meta, Manor; bunları kimse özellikle takip etmeyecekler. Hatta düşününce, Ferrari, McLaren, Williams gibi büyükler olmayınca F1'i hiç kimse takip etmez. Ve gidişat şu an için o yönde. Ferrari'nin tutuşması da ondan.

4 Kasım 2009 Çarşamba

Toyota da F1'den Çekiliyor


Daha dün Bridgestone'un ardından yazmıştım, sabah yayınlamak için:

"...Acaba Toyota, seneye F1'de olacak mı?

Muhtemelen bu sorunun cevabını, 15 Kasım'daki Toyota Genel Kurul toplantısından sonra öğreneceğiz, çünkü o sırada takımın 2010 bütçesi kararlaştırılacak. Geçen sene Honda'nın gidişini, Bernie bile 2 gün öncesine kadar bilmiyordu. Bir anda toplandı ve gitti Honda. Toyota içinse uzun süredir "F1'den ha ayrıldı ha ayrılacak" dedikoduları yapılıyor. Belki onların eşref saati de gelmiş olabilir. Honda'nınkinden daha sürprizsiz bir ayrılık olur..."

Bu sabah Mustafa Taha'nın mesajı haberlerden önce geldi. Toyota, tam da bu satırları yazarken olağanüstü yönetim kurulu toplantısı yapıyormuş ve Formula 1'den ayrılacağı kararını alıyormuş. Hem de daha bir kaç ay önce imzaladıkları, 2012 sonuna kadar bağlayıcı olan Concorde Anlaşmasına rağmen...

Bunun anlamlarına bakalım biraz da. Dünkü yazıda Japonya'nın Formula 1'deki kalan kalelerinden bahsetmiştim. Sallantıdaki Toyota artık yok. Gridde olma umudu olan tek Japon pilot Kobayashi de Toyota ile yarışacaktı, o da eğer başka bir yarış koltuğu bulamazsa babasının sushi restoranına geri dönecek.

Bunun yanında, Toyota'nın yarışlardan çekilmesi, BMW'den ayrıldıktan sonra el değiştiren Sauber'in işine geldi. 14. takım olmak için bütün takımların onayını bekliyorlardı ve başta Williams olmak üzere 14 takımlı gride hoş bakmayanlar vardı. Toyota'nın çekilmesi, onların da yarışlara dönebileceği anlamına gelecek. Sonuçta onlar da geleceklerini yakında öğrenmek istiyolardı ve kucaklarına böyle bir şans düşüverdi.

Bir de işin Renault boyutu var. Bütün sene, Toyota ile beraber onların da yarışlardan çekileceği konuşuluyordu. Toyota çekildi, Renault çok ciddi bir skandala karıştı ama yoluna devam ediyor gibi gözüküyor. Ama Alonso gitti, Briatore ve Symonds gitti. Ellerinde Kubica var ama ikinci pilot muhtemelen Grosjean olmayacak. Eğer Renault da yarışlardan çekilirse gridde 13 takım bile görmeyebiliriz.

Bridgestone'un Ardından F1'de Japonya

Dün gelen haberlere göre Bridgestone, F1'den 2010 sezonu sonu çekiliyor. Yıllarca Michelin ile rekabet eden, son senelerde de yarışların tek lastik sağlayıcısı olan Bridgestone'un çekilmesi, en başta şaşırtıcı oldu, en azından kişisel olarak. Dedikodular, Pirelli'nin boşluğu dolduracağını söylüyor ama asıl konumuz o değil bu yazıda.

Formula 1, an itibariyle, tarihinde hiç olmadığı kadar uluslararası bir halde. Onlarca yıldır süren Avrupa hakimiyetinin gittikçe azaldığı, özellikle Orta Doğu ve Uzak Doğu'nun gittikçe ağırlığını hissettirdiğini görüyoruz arenada. Bernie Ecclestone, yeni yarışlara yer bulamıyor; bu yüzden her sene takvim gittikçe uzuyor. Bu sene 17 yarış koşuldu, seneye Kanada ve Kore GP'lerinin eklenmesiyle 19 olacak. Bernie, ileride 20 yarışa çıkabileceklerini söylüyor. Sallantıdaki yarışlar ise Ingiltere, Valencia, Belçika...

Ama Avrupa ile beraber koltuğu sallantıda olan bir ülke daha var: Japonya. Japonlar, Avrupa dışında Brezilya ile beraber en uzun F1 geleneği olan ülke aslında. Pilotlar bakımından başarıları son derece miniskül. Takım bazında, başlıca olarak Honda özelinde, başarılı olsalar da istikrarı tam olarak sağlayamadılar.

Son yıllara ufak bir bakış atalım. Sato ve Nakajima; iki adet kamikaze gibi pistlerde direksiyon salladılar. Rakiplere korku saldılar. Yarışların hemen hemen tamamında takım arkadaşlarının arkasında kaldılar ve sonunda takımları tarafından yol verildiler. Sırada Kobayashi var. Açıkçası, Timo Glock'un yerini aldığı son iki yarışta oldukça iyi bir performans sergiledi ve kendisinden önceki Japon pilotlara taş çıkarttı. Ama henüz kesin bir karar vermek için erken, umarız onlar gibi olmaz. Çünkü Trulli ve Glock'un seneye büyük ihtimalle Toyota'da olmayacağını düşünürsek Kobayashi, kırmızı beyaz tulumuyla karşımıza çıkacak gibi.

Ama bunun gerçekleşmesi için önünde iki engel var. Birincisi, takımın onu seçmesi. Bunun yanına "tamam" işareti koyabiliriz, çünkü Howett'ın da dediği gibi, genç Japon'un performansı etkileyiciydi ve o bir Japon. Toyota tabi ki olumlu bakar buna. Ama ikinci engel daha çetrefilli ve pilot kardeşimizin emeği dışında. Acaba Toyota, seneye F1'de olacak mı?

Muhtemelen bu sorunun cevabını, 15 Kasım'daki Toyota Genel Kurul toplantısından sonra öğreneceğiz, çünkü o sırada takımın 2010 bütçesi kararlaştırılacak. Geçen sene Honda'nın gidişini, Bernie bile 2 gün öncesine kadar bilmiyordu. Bir anda toplandı ve gitti Honda. Toyota içinse uzun süredir "F1'den ha ayrıldı ha ayrılacak" dedikoduları yapılıyor. Belki onların eşref saati de gelmiş olabilir. Honda'nınkinden daha sürprizsiz bir ayrılık olur.

Tabi bir yandan, tam şampiyonluğa oynayacakken spordan ayrılan Honda var. Geçen sene bol bol yazmıştık onlar hakkında. Bir sene daha devam etseler, belki de Brawn'ın bu sene elde ettiği başarıları kazanacak ve bu krizde ne kadar para verirse versin yapamayacağı reklamı yapacaktı. Olmadı, ayrıldılar.

Bridgestone... F1'in tek lastik sağlayıcısının ayrılması kadar basit de görebilirsiniz onların ayrılmasını, Japonya'nın gittikçe kan kaybının konfirmasyonu olarak da. Ama 2010'dan sonra olmayacakları kesin.

Bir de Japonya GP'sinin durumu var. Fuji ve Suzuka gibi iki şahane piste sahip bir ülke bile olsalar, finansal kriz bu sahayı da vurmuş durumda. Japonya GP'sinin daha önce kararlaştırıldığı gibi dönüşümlü mü olacağı yoksa bundan sonra Suzuka'da devam mı edeceği meçhul.

Özetlersek F1'de koca Japon geleneği, geleceği sallantıda olan Toyota, ne yapacağı belli olmayan Japonya GP'si ve acemi Kobayashi'nin omuzlarında. Peki bu düşüş, mesela Hindistan'ın gittikçe yükselen yıldızının karşısında durabilecek mi? Bence hayır. Force India, Mercedes motoruna geçtiğinden beri yukarıları zorlamaya çalışıyor. Hatta Spa ve Monza gibi hızlı pistlerde en başa oynayarak ciddiliklerini gösterdiler. Hindistan GP'si gümbür gümbür geliyor. Hint pilotlar, özellikle de Chandook, gittikçe F1'e yaklaşıyorlar.

Görünüşe göre Japonya, F1'deki ağırlığını korumak istiyorsa, hem günü kurtarmalı hem de uzun vadeli planlar yapmalı.

3 Kasım 2009 Salı

Rubens'in Williams Günlüğü


Rosberg'in Williams'tan ayrıldığı haberlerinden sonra Willi Weber'in dedikleri de çıktı. Dün, Frank Williams, Rubens Barrichello ve Nico Hulkenberg'i 2010 pilotları olarak açıkladı.

Rubens ise hızlı bir Williams hayranı çıktı. Ilk günden twitter'ına resimler koydu. Yukarıdaki Williams müzesinden.

Willi Weber'in çıkan kehanetlerinin ardından bir tane de ben yapayım 2010 için. Bence Hulkenberg, en az Barrichello kadar puan çıkartacaktır Williams Cosworth ekibiyle (hint: Williams, artık Cosworth motoru kullanacak).

Vaka-ı Ercan Saatçi Kronolojisi


İzel-Çelik-Ercan'ın Ercan'ı, Ufuk-Ercan'ın Ercan'ı Ercan Saatçi. Hiç bir zaman sevmediğim bir insan oldu. Sebebi de fanatikliği, körlüğü, olduğu yerlere gelmeyi hakketmemiş olması.

Bu insanın gündeme oturmasının sebebi, yukarıdaki video. Niyetim sizlere konu ile okunması gereken açıklamaları linklemek. Videodan başladık. Sonra fenerbahce.org'dan bir açıklama geldi, Ercan Saatçi'yi kınamaktansa, "FBTV'den bu görüntüler kaçırıldı" yaygarasına girdiler. Yani küfürle mücadelesi çok ileri derecede (!) olanlar, maalesef bu olayı kınayamadı ve Ercan Saatçi kendi takımlarını tuttuğu için kınayamadılar. Saatçi'ye sırf Fenerbahçeli olduğu için sevmeyenler kadar, yine sırf takımı yüzünden onu koruyanlar da aslında bu durumda suçlu bence.

Sonra Galatasaray resmi sitesinden bir açıklama geldi. Genelde bu tip açıklamalar son derece yanlı ve aba altından sopa gösteren şekilde olsa da, bu sefer son derece haklı olmalarından da ziyade altına imza atılacak şekilde.

Bir de olay adamın kendi yazısı var. Kayınpederinin gölgesi altında spor servisinin başına geldiği Hürriyet gazetesindeki yazısında herkesten özür dileyip sormuş, "kimse rakibine kendi arasında küfretmiyor mu?". Haklı olduğu bir soru, bence. Kendi aralarındaki bir muhabbet ve demeye hakkı var. Ama böyle bir kör fanatiğin (yine bence) bulunduğu pozisyonda olmaması lazım.

Peki benden bir soru: Ercan Saatçi'den önceki spor müdürü Esat Yılmaer böyle bir olaya karışsaydı, görevinde kalabilir miydi?