poltrona etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
poltrona etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Haziran 2009 Salı

Mass Media vs Blog Media

Öğle yemeğinden sonra dondurmamın tadını çıkarırken geldi bu düşünceler aslında aklıma, Servet'in transferini düşünüyordum. Sabahleyin bütün bloglar bunu yazmıştı ama daha büyük kaynakların hiçbiri bu kadar kesin konuşamıyordu. Bir de Poltrona 36 olayı var hazır, galiba bunları yazmanın zamanı da geldi.

Mass media çatısı altındaki Hürriyet, Milliyet gibi medya devleri ile bloglar aslında bir David ile Goliath gibiler. Büyük medya kuruluşlarının hitap ettiği kısım çok çok daha büyük biz bloglardan, sorumlulukları da daha fazla. Bütçeleri de daha fazla. Yalnız medya çıkışlı blogculardan dolayı aslında spor dünyasının içinden gelen bilgiler aynı seviyede diyebiliriz (en azından bazı bloglar için). Servet transferine dönersek; bloglar bunu istediği gibi yazabilir. Ben Servet'i Marsilya'ya gönderirim, Ronaldinho'yu Eskişehirspor'a alırım, Rafa Nadal'ı Ferrari pilotuna dönüştürürüm. Sonra da dönüp özür dilerim en fazla. Okumak isteyen okur, okumayan da gider. Mass media'da işler tam olarak öyle yürümüyor. Oranın yazarları da bizim kadar Servet'in Marsilya'ya gideceğini bilse de belli bir ciddiyet seviyesine kadar yazamaz (yazmamalı) ve/veya kulüpler, transferin yolunda gitmesi için onlardan yazmamalarını isteyebilir. En azından teoride böyle olması gerekir. O yüzden de daha küçük, daha esnek olan bloglar burada daha avantajlı.

Ama aslında büyük medya kuruluşları da gereken ciddiyeti göstermiyorlar ve ellerindeki sorumluluğun altından kalkamıyorlar. Her yaz bunu görüyoruz zaten, balon binbir tane transfer haberi dolaşıyor ve herkes artık bunu doğal karşılıyor. Futbolsuz günlerde sallamaları doğal bile diyoruz. Eğleniyoruz bile hatta. Ama ya Poltrona 36 olayı? Burada birilerinin peşinden koştuğu bir haber ortaya çıkarılmış. Haber atlamak en büyük günah belki ama ya haklar ve hukuk? Senelerdir müzik piyasası ile dinleyiciler arasındaki bedava müzik kavgası bu yüzden çıkmıyor mu? Ceza Sahası blogu, burada sanatçı; büyük medya kuruluşları da burada müziği bedava indiren kullanıcılar durumunda. Ki aslında kullanıcının para bile ödemesini istemiyor bu sefer hak sahibi; sadece adı geçsin istiyor. Bu kadar doğru bir savaşta nasıl karşı tarafta olunabilir ki!

Bunun yanında, çoğu blog yazarının başka işleri var. Zevk için veya merak için yazılıyor bu bloglar. Oysa Goliath kalemlerinin işi bu, bunun için para alıyorlar, çoğumuzun elinde olmayan kontaklar ve geçiş hakları var. Yani aslında iyi bir iş çıkarmak, o sorumluluğun hakkını vermek için ellerinde her malzeme var. Ama ben yıllardır Aceto'da, PCLionFC'de veya okuduğum bir sürü blogdaki kadar detaylı, üstüne düşünülmesi ve nakışla işlenmiş yazılar okumadım spor medyasında. Kağıttan gazete okuduğum yıllarda köşe yazarları ne demiş merak ederdim ama düşünüyorum, hiç biri hiç bişi demiyormuş aslında. Yani elinde kocaman potansiyeli olan devasa kurumlar, bıkkınlık ve beceriksizlik ile bu potansiyeli heba ederken, son derece underground ve kaynaksız olan bloglar, onlardan çok daha iyi bir iş çıkarıyor. David, ciddi anlamda Goliath'ı tokatlıyor.

Bloglar olarak aslında bir anlamda Gençlerbirliği, Sakaryaspor gibiyiz de. Haberleri yapıyor, onları büyütüyoruz, sonra da Fenerbahçe, Bayern Münich fln gelip meyveleri toplayıp yiyiyor. Hem de bonservisli haberlerimizi bize tek kuruş vermeden alıyor. Buradaki tek kuruş mecazi, yanlış anlaşılmasın. Ceza Sahası'nın bugünkü yazısında "bu hareketlere karşı ne yapabiliriz" diye soruyorlar. Bir tür ispiyoncu, suçluları teşhir eden bir sistem önermişler yazının sonunda da. Yazsak nolacak ki? Bunu yapacak kadar utanmayanlar yine utanmayacak zaten. Kendimiz çalıp kendimiz oynicaz "vay efendim haberim çalındı" diye. Benim çözümüm de çok yok aslında, aklıma bir tek hantal hukuki yollardan geçmek geliyor. Bir post ve bir haber için bunları yapmak da insanüstü sabır gerektirir, ucunda kazanamamak da var. Ama bir kazandın mı, örnek teşkil eder şekilde bağımsız makamlarla Goliath'ı yendin mi, sonra hepsi suspus olur. Geçilemez Kaf Dağı'nın ardındaki 70 hurili cennet gibi oldu...

Müzik piyasasının halledemediği gibi bizim de bu telif hakkı konusunu çözmemiz çok zor. Bence zaten zamanla taşlar yerine oturacak: Internet kullanımı, blog okunması ve blog yazımı daha da büyüyecek ve iyi olan bloglar da kişisel bir "mass media" aracı kıvamına gelecek. Ama bu çözüme en azından 10 yıl var. Belki... Şimdilik status quo'yu kırmaya gücümüz yok maalesef.

PS: Caravaggio da amma tablo yapmış.

15 Haziran 2009 Pazartesi

Ortaya Karışık

Bazen kafa boşaltmak için, bazen içimi dökmek için, bazen de çalışmayan aklımı çalıştırmak için yazıyorum; ama bugün yazacak bir şey bulamadım nedense, elimdeki malzemeyi ortaya koyayım yine de.

- Mehmet Topuz transferi bitti de rahatladık, yükten kurtulduk. Bakalım bütün bu kargaşayı kaç haftada veya kaç golde unutucaz ve Mehmet Topuz'un Beşiktaşlılığı ortadan kaybolacak?

- Cristiano Ronaldo gitti. Tevez de gidici. Berbatov oynamıyor. Manchester napacak? Fernando Torres yazısı vardı Gündüz Feneri'nde, onun dışında bu konuda yazan görmedim. Bilsem ben yazıcam ama şimdilik topu futbloglar'a atıyorum.

- Galatasaray'ın transfer edeceği oyuncular listesi gittikçe kabarıyor. Gudjohnsen'i istemezken şimdi de Caceres adı geçiyor. Rijkaard geldi hoşgeldi ama Barcelona'nın posasına ihtiyacımız olduğunu zannetmiyorum. O kadar da düşmedik. Ama Deco olsa tadım olur, o ayrı.

- Poltrona 36. Geçen hafta hem blog camiası hem de Türk futbol camiası bununla çalkalandı. Ceza Sahası, bu olayı ortaya çıkardı çıkarmasına ama işin Türk gazeteleri tarafından farkedilmeyen bir etik kısmı da var. Bunu da yine kendisi çok güzel savundu, Aceto'nun bu yazısı da aslında söylemek istediğim herşeyi söyledi. Aslında çok dolu olduğum bir konuda ekleyecek bir şey bulamadığımdan susuyorum. Ama Poltrona 36 diye bir blog olduğunu biliyor muydunuz?

- Bir süredir Formula 1'deki efsane virajlar hakkında yazıcam ama elim gitmiyor. Ama başka bir fikir var aklıma gelen, belki sesim duyulur. Kafamda virajları belirlerken hepsinin ismi olduğunu ama bizim 8. virajın, kek gibi 8. viraj olarak anıldığını farkettim. Eğer bir marketing şirketi olsam, elimdeki müşterilerimden birini ikna eder, o viraja o ismi verirdim. Mesela Pirelli virajı veya Shell virajı. Atıyorum tamamen, ama aslında lastik firmalarına daha uygun olur. Ne de olsa lastikleri zorluyor. Bir de isim hakkını da almış olursun: Yol tutuşumuz o kadar iyi ki, her lastiğin zorlandığın virajın adı artık Pirelli virajı gibi. Veya Michelin veya Bridgestone diyeyim de tek taraflı reklam olmasın.

- Florentino Perez, haftasonu kimseyi almadı. Bunu farkedince adamın sağlığından şüphe ettim, başına birşey gelmiş olmasın, haber alan var mı?

- Bir süredir tenis hakkında da yazamadım. Oysa son yılların en enteresan Roland Garros'larından biri oldu. Andy Murray, Queens'i aldı ve ufukta Wimbledon var. Rafa Nadal sakat, döneceğim diyor ama belli ki formunun zirvesinde olmayacak. Federer şimdi ne kadar saldırsa yeridir, zira Nadal geri dönüşünü tamamladığında üzecek gibi geliyor.

- LA Lakers şampiyonluğa ulaştı bu arada, Gol Atan Kaleye'de gördük ki Los Angeles sakinleri saçmalamışlar. Yazık gençlere, eğlenmeyi bilmiyorlar. Bir de Efes-Fener serisinin başına gelenler var. Bazıları kuralları, taraftarlığı da bilmiyor asıl; o daha üzücü.