14 Aralık 2009 Pazartesi

Pit Girişi


Bir süredir yenilik yapıp sırf motorsporları yazmaya karar verdik madem, buna göre bazı değişiklikler de yapmak gerekiyordu.

Sevgili okurlar, Gol Atan Kaleye'den Mustafa Taha ile beraber bir motorsporları blogu açtık resmi olarak. Adı Pit Girişi. Adresi de pitgirisi.blogspot.com. Gelin gezin takip edin. Daha dedike, daha spesifik bir blog. Buraya da aynı yazıları taşıyacağız zaten.

Şimdiden teşekkür ediyorum.

5 Aralık 2009 Cumartesi

Rallici Raikkonen

Kimi Raikkonen, Formula 1 gridindeki 3 üstün yetenekli pilottan biriydi Hamilton ve Alonso ile beraber. Ama disiplinsizliği, James Hunt-vari başına buyrukluğuyla ve donukluğuyla diğer ikiliden net bir şekilde ayrılıyordu. 2007 Brezilya'da bile, şampiyonluk turunu atarken pek coşmamış ve baya cool karşılamıştı mucizevi şampiyonluğunu.

Dün yaptığı açıklamadan önce bir kareye daha götürmek istiyorum sizleri. Bu senenin Malezya GP'si, çok ciddi muson yağmurları ile durdurulmuş ve devam edip etmeyeceği bilinmiyor. Pilotlar genelde ya kokpitte bekliyorlar kararı ya da araçlarının yanında. Ama Kimi, garaja geri dönmüş, tulumunu çıkarmış, elinde dondurması muhabbet ediyor. Kısacası adam rahat. Daha sonra takım, aracının KERS'indeki sorundan dolayı zaten yarışa tekrar başlamasının imkansız olduğunu açıklasa da spekülasyonların sonu gelmemişti.

Ve Kimi Raikkonen, aynı vurdumduymazlıkla kararını açıkladı: Seneye Dünya Ralli Şampiyonası'nda yarışacak. Citroen'in junior takımında Norveçli Oiger ile takım arkadaşı olacak ve Loeb'ün ellerinde yıllardır şampiyon olan C4'ü kullanacak. Zaten WRC hayallerini hiç bir zaman gizlememiş ve zamanı gelince bu disiplini de denemek istediğini belirtmişti. Hatta şu ana kadar zaten bir kaç yarışta gazozuna direksiyon sallamıştı. Mclaren ile görüşmelerin istediği gibi gitmemesi, ilk önce F1'den bir senelik bir ayrılığa, daha sonra da WRC kariyerinin başlangıcına dönüştü. Hayırlı olsun ne diyelim.

Citroen takımı patronu Quesnel, daha iki gün önce dedikoduları yalanlamış ve "bizden kimsenin Kimi ile konuştuğunun bile farkında değilim" demişti. Bugün, kendisini takımda görmekten ne kadar mutlu olduğunu belirtiyor. Içine Özhan Canaydın kaçmış heralde.

Bir detayı daha atlamayalım. Raikkonen'in co-pilotu, Tomi Makkinen'in üstüste şampiyonluklar kazandığı sırada yanında oturan Kaj Lindström yapacak.

Peki Raikkonen, 1 yıllık Citroen kontratının ardından Formula 1'e döner mi? Şahsen hemşerisi Hakkinen gibi, 1 senelik ayrılıktan sonra döneceğini hiç zannetmiyorum. Bir kere maddi anlamda hiç bir ihtiyacı yok. Aynı zamanda kuvvetle muhtemel, seneye yarış kazanabilecek araçlardan hiçbirinde yer açılmayacak. Kimi de orta sıralarda boğulacağı bir takıma gelmek istemeyecektir. Ayrıca adam doydu F1'e. Yetti onun için, öyle de davranıyordu. WRC, onun için yeni bir motivasyon olur. Açıkçası F1'e döneceğindense, ralliden sonra snowboard kariyeri yapması daha muhtemel geliyor bana. Bize de yarışmaya başladıktan sadece 3 yıl sonra F1'e kadar yükselen, süperlisans verilmesi bile olay olan Finlandiyalı'ya iyi şanslar dilemek kalıyor. Bu sayfalar eksik kalacağını zannetmiyorum ama.

4 Aralık 2009 Cuma

Sauber Strikes Back

Bugün haberler çok, bir yerlerden başlamak lazım.

FIA, yaptığı açıklama ile Sauber'in başvurusunu kabul ettiğini belirtti. Böylece geçen gün yayınlanan listedeki takım sayısı, 12'den 13'e çıkmış oluyor. Peter Sauber de, F1'deki varlığını devam ettirmiş oluyor.

BMW'nin, F1'i bırakacağını açıklamasından sonra olanlara hızlıca bakalım durumu anlamak için. Geçen sezon sırasında takımların, seneye gridde olmak için imzalamaları gerektiği Concorde Anlaşması yaklaşırken, BMW ani bir kararla yarışlardan çekildiğini açıkladı. KERS'e ciddi yatırım yaparak diğer takımlar gibi onlar da yanlış ata oynamışlardı. Uzun süre puan dahi alamamışlar ve bir önceki sezonun yarış kazanan takımı, 2009 sezonunda anormal bi hayal kırıklığı yaşamıştı. Bununla beraber, zaten çok ciddi operasyonel giderleri olan takımı lavetmeye karar vermişti Münih. Concorde'u imzalamayarak, gidişlerinin ciddi olduğunu da gösterdiler.

Sonra Qadbak adlı bir yatırımcının takımı satın aldığı açıklandı. Takım neredeyse kurtulmuştu ama hala elinde yarışmak için bir lisans yoktu. Bernie, Sauber'in "14. takım" olduğunu açıkladı. Yani ya bütün takımların ortak kararıyla 14. takım olarak gride çıkacaklar ya da bir takımın elindeki hakkı kullanamaması durumunda yedek takım olacaklardı. Toyota, yarışlardan çekilerek, Isviçreli takımın imdadına yetişti.

Bu arada Qadbak, yatırımlarını geri çekti. Hem BMW'den hem de Qadbak'dan yararlanamayan Peter Sauber, geçen hafta ciddi bir risk alarak, BMW'nin takımdaki bütün hisselerine satın aldı. Ve beklenen karar bugün açıklandı: Sauber 2010'da gridde.

Aslında takım, hiç bir zaman aktivitelerini de durdurmadı bu belirsiz periyodda. Ferrari ile motorlar için anlaştılar, hatta bu hafta genç pilot denemeleri yaptılar Jerez'de. Ama seneye Sauber ne yapabilir? Şu an bu soruyu cevaplamak için fazlasıyla erken aslında. Pilot ve sponsor yok ortada ama Peter, bu işlerin üstesinden rahat gelir. Ama elinde, geçen seneden enkaz kalmış durumda araç olarak. Yeniden birşeyler yaratmalı. Renault ile anlaşan Kubica ve muhtemelen yakında Mercedes GP'de olacak Heidfeld'in yerini de iyi doldurması lazım. Avantajı, seneye fazlasıyla yeni takımın gridde olacak olması ve onların da şu anda fazla güçlü durumda olmamaları. Yani kötülerin iyisi olurlar. Ama 2 sene önceki gibi başa oynamaları çok zor.

2 Aralık 2009 Çarşamba

Küçük Nicolas

Bir evlat düşünün, babası zamanında Peugeot'nun isteği üzerine onlara ralli takımı kurmuş, sonra Ferrari'nin isteğiyle F1 takımlarının başına geçmiş ve tarihin en başarılı takımını yaratmış, sonra Ferrari'nin CEO'su olmuş, sonra buradan istifa edip FIA Başkanı olmuş. Böyle bir babanın gölgesinden kurtulmak zor, isteyene. Gölgede kalıp ekmeğini yemek ise çok daha kolay.

Jean'ın oğlu Nicolas Todt da ikinciyi seçiyor. Ama kendisi de boş oturmuyor tabi. Bir menajer kendisi. Felipe Massa'nın. Bıdık Brezilyalı'yı elinden tutup Sauber'den Ferrari'ye getiriyor. Aynı zamanda bol şampiyonluklu F2 ve F3 takımı ART GP'nin sahibi. Hatta neredeyse babasının izinden gidip bir F1 takımının başına geçecekti (Toro Rosso). Ama olmadı, o ayrı.

Peki bir evlat daha düşünün. Adı Jules Bianchi. Bir pilot, yirmisinde. Ama onun şansı, Nicolas Todt'un eline düşmek. ART GP ile F3 Euroseries şampiyonluğu kazanıyor geçen sene. Menajerinin babası bir Ferrari efsanesi, FIA Başkanı ve aynı zamanda hemşeri de olunca önüne Şahlanan At antetli bir anlaşma koyuluyor fazla uzatmadan. Rolü mü? Undefined. Yani özel bi role gerek yok, bizden kendisi. Bakarsınız test pilotu olur, bakarsınız yedek pilot. Bir yandan da ART GP ile F2'de yarışır paslanmamak için.

Bu hayatı yaşıyor birileri, takdir etmemek elde değil.

1 Aralık 2009 Salı

2010 Sezonunun Ilk Adımları

2009'un bitimine bir ay kaldı ve geçmiş sezonun son testleri yapılıyor belki ama bu blog, bugün itibari ile 2010 Formula 1 sezonunu açmış bulunuyor. Hayırlı uğurlu olsun.

Hemen başlayalım, geçen hafta FIA, takım ve pilot listelerini açıkladı yeni sezon için. Sürprizler yok, bu listede olması zor zaten.

McLaren, geçen sezonun şampiyonu Button'ı transfer ederek 1-2 numarayı kaptı. O kampı zaten biliyorduk, Hamilton-Button ikilisinin pistte olduğu kadar pist dışında da nasıl uyaşacaklarını merakla bekliyoruz. Ardından isim değişikliği için başvuran Brawn Mercedes var. Ellerinde bir tek Rosberg var şimdilik ama dedikodular devam ediyor. Schumacher bence olmaz, Heidfeld daha mantıklı. Ama Renault, eğer F1'den ayrılmaya karar verirse Kubica da potaya girebilir. Ama geçen seneki performans seviyelerine ulaşabilirler mi? Emin değilim.

Red Bull, bir değişiklik yapmadan yoluna devam ediyor. Vettel ve Webber ikilisi, geçen sene potansiyellerini gösterdiler. Mantıklı olan da yola böyle devam etmekti zaten. Alonso, Ferrari'ye 8 numarayla merhaba diyecek, Felipe de 7 olacak. Uzun zamandır Ferrari'yi 4. garaj pozisyonunda görmemiştik, enteresan olacak.

Bu senenin sürpriz niyetlileri Williams. Bir iyi bir kötü pilotlarından kurtulup biri hızlı ama yaşlı, öbürü potansiyelli ama genç pilotla ne yapacaklar, görücez. Ama asıl soru, onların potansiyelini çıkaracak bir araca bu sene sahip olacaklar mı? Peki Renault'nun aracını hakkaten görecek miyiz gridde, o daha büyük muamma. 11-12 numaralar boş kalırsa Kubica, Brawn için zorlayacaktır. Zira boşta olan başka bir iyi araç yok.

Force India, geçen senenin ikinci yarısında yakaladıkları çıkışı, pilot değiştirerek riske atmak istemedi. Ne de olsa Hindistan GP'si yaklaşıyor, hızla başa oynuyor olmaları lazım, sırf 2 pistte değil her yerde. Belki bu listenin tek sürprizini de Toro Rosso yaptı. Buemi'ye 16 numarayı verdiler ama 17 numara boş. Oysa ki Alguersuari'nin orada olmak için kontratı var. Onun da kokusu çıkar bu hafta.

Yeni gelenlerdeki boşluklar da malum. USF1 ve Lotus'un iki aracı da boş. Campos Dallara, Bruno Senna'yı takıma bağlayarak sükseli bir giriş yaptı. Ikinci koltuğa muhtemelen tecrübeli birini koyacaklar. Yeniler arasında en dikkat çeken ise Manor. Hem Timo Glock gibi potansiyeline inandığım birini takıma kattılar hem de artık Virgin GP olacaklar. Geçen sene Brawn'ın tek destekçisi olan Virgin'in gideceği biliniyordu ama ana sponsor olarak Manor'a el vermişler resmen. Manor-Virgin, bence, yenilerin en iyisi olmak için ciddi şanslı.

Herşey iyi güzel gibi duruyor ama burada 12 takım var. 13. takım ise henüz muamma. Toyota çekilmeden önce, Sauber'in yedek takım olduğunu açıklamıştı Bernie. Insan bekliyor ki onlar gelsin. Hem Peter Sauber takımın tamamını almak için anlaşma yapmış hem de Ferrari ile motor konusunda sözleşmişken... Ama Toyota da çekildim deyip çekilemiyor, çünkü mürekkebi kurumamış bir Concorde Anlaşması var imzaladıkları. O yüzden ya çekilip 150 Milyon Euro ceza ödeyecekler (o zaman niye çekiliyorlar diye sorar insan) ya da griddeki yerlerini satacaklar. Sırp takımı Stefan GP, açıklamadıkları bazı anlaşmalar yapmışlar Toyota ile. O yüzden hala son takımın kim olacağı belli değil.

Yeni sezona tam tamına 100 gün kaldığını müjdeleyerek bitirelim, zaten yeni gelişmeler oldukça yer vereceğiz.

23 Kasım 2009 Pazartesi

Kehanetler Gerçekleşiyor #2: Rosberg Mercedes'te

Spekülasyonların Ingiliz ayağı birer birer gerçekleşirken Panzer'lerin rahat durmasını bekleyemezdik tabi ki. Alman A Milli F1 takımı da şekillenmeye başladı inceden. Mercedes (eski Brawn) GP, ilk pilotu olarak Nico Rosberg'i bugün açıkladı.

Kişisel olarak, Jenson Button'ın Mclaren'e gidişinden çok daha mantıklı görüyorum Rosberg-Mercedes evliliğini. Mercedes, kuvvetle muhtemel, bu seneki gücünü koruyacak ve başa oynayacak. Rosberg ise babasının hatrına Williams gibi gridin en kötü arabalarından birini bir yerlere getirmeye çalıştığı yılların acısını, zevkle kullanacağı Merc ile çıkarmak isteyecektir. 2010'da genç Alman'ın, uzun zamandır beklediği ilk galibiyete ulaşacağına ciddi şekilde inanıyorum.

Bir de bu aralar Mercedes'in ikinci pilotu kim olacak soruları var. Bir kere Alman takımı deyince, hemen akıllara Michael Schumacher geliyor. Neden gelmesin ki? Ross Brawn ile tekrar birleşme imkanı, geçen sene denediği ama başarısızlıkla sonuçlanan come-back'i unutturma çabaları, Formula 1 öncesi takımlarında yarıştığı Mercedes'e yardım etme isteği. Tabi ki hemen dedikodular fırladı, Abu Dhabi'de Brawn-Schumacher görüşmesi olduğu ve Schumi'nin Ferrari ile olan danışmanlık kontratını iptal etmek için pazarlıklara başladığı söylendi. Hatta Rosberg'in açıklanması sırasında bütün sorular Schumi hakkındaydı, sinir bozucu şekilde. Ne Ross Brawn, ne Norbert Haug ne de Nick Fry, adam gibi reddedemediler dedikoduları.

Schumacher'in geri geleceğini ve tekrardan kariyerine başlayacağını zannetmiyorum. Belki ciddi bir pazarlama hamlesi olur ama F1 ve Merc için geri adım olacağını düşünüyorum. Zaten 40 yaşına gelmiş adam, taş çatlasa bir sene yarışır. Ve ipin ucunda, kocamış köpek olmak var. Schumacher olsam istemem, Merc olsam da istemem. Bir kere açıkta duran Heidfeld varken, bir kaç seneye Red Bull'dan ayrılacak Vettel varken niye emeklilerin kapısını çalayım? Kısaca Ortaçgilvari "bu iş zor, çok zor Yonca" demek lazım kanımca.

Silver Arrows, 1955'ten beri ilk defa fabrika takımı olarak neler yapacak, kimleri açıklayacak, hepimiz görücez. Ama şimdiden çok ciddi merak uyandırdıkları kesin.

Kehanetler Gerçekleşiyor #1: Button McLaren'da

Sorun tamamen duygusal. Honda'nın küllerinden yeni kurulmuş Brawn'da, kendini şampiyonluğa götüren takımın dibine dinamit koymamak için maaşının çoğundan feragat eden Button, kupacıkları CV'sine katınca maaşını da şampiyon seviyesine getirmek istiyor haliyle. Brawn, veya artık Mercedes demeliyiz, hiç o niyette değil. Ve Jense'den twitter mesajı: Umarım yeni maceralarımda siz de benim kadar heyecanlısınızdır!

Ben mi? Pek heyecanlı değilim, daha çok kıs kıs gülüyorum içimden. McLaren'in teklifine evet deyip, Hamilton ile Ingiliz A Milli F1 takımını kurduğuna eminim çok seviniyordur Jense ama bir ses, Lewis'in de benim gibi kıs kıs güldüğünü söylüyor. Niye mi?

Iki pilotu yanyana koyalım. Hamilton, gözlerini McLaren'e açmış, bebekliğinden beri aynı takımın tulumunu giymiş ve 2. senesinde (tarihin en genç şampiyonu ünvanıyla) tarihe geçmiş biri. Button ise Williams ile başladığı kariyerinde ilk önce Renault'ya kiralanmış, sonra BAR-Honda'ya gitmiş, kontratı devam ederken Williams'a dönmek isterken mahkeme kararıyla BAR'a mahkum edilmiş, takımın iflasıyla Brawn'a ve şimdi de McLaren'e geçmiş biri. Brawn hariç, 1 tek yarış galibiyeti ve playboylukları ile de yeteneğini gölgelemiş biri. Sizce takımda kimin ağırlığı olur?

Mclaren ile Mercedes'in "severek ayrıldık" şarkılarını biliyorsunuz. Kişisel olarak Mclaren'in, Mercedes'den daha çok güç kaybedeceğini düşünüyorum. Yani seneye, başa oynasalar bile şampiyon olabileceklerine inanmıyorum. Yani daha da basitçe, seneye en iyi araca sahip olmayacakları, bir flashforward değil. Ve kötü bir araç, Button'ın en yumuşak karnı. Jense, sevmediği bir aracı, hiç bir zaman performansının üstüne taşıyamadı. Araba kötüyse motivasyonunu kaybeden, uğraşmayan bir görüntü çizdi. Ve seneye elindeki aracın iyi olacağını düşünmüyorum. Peki ya Hamilton? 2009 sezonunu alalım. Mclaren, sezona çok kötü başlamasına rağmen gittikçe gelişti. Ama sezon sonunda bile MP4-24, atbaşı bir araç olamadı. Yine de Hamilton, 2 yarış kazanmayı ve takımı 3.lüğe taşımayı başardı. Kötü bir aracı, kabiliyetiyle yine bir yerlere getirdi.

Hamilton, Heikki gibi kendisini hiç zorlamayan bir takım arkadaşından sonra Jense ile ciddi bir rekabete girecektir. Lewis'in küstahlıklarını bilmeyen yok, akıl oyunlarını da çok iyi oynar (bknz 2007 sezonu ve Alonso ile ilişkisi). Medyaya bir sorun olmadığını söyler, Jenson'ı ilk kutlayan o olur ama bir bakarsınız Hamilton, bir hareketi ile Jense'in ayağını kaydırmış.

Ah Jense, ah. Yükselen bir trendden inişteki bir trende gitmenin acısını, umarım kazandığın ekstra milyon pound'lar hafifletir. Çünkü büyük ihtimalle kariyerinin tek kupasını kaldırdın kasımda.

17 Kasım 2009 Salı

Komşunun Iflası

Kuzeybatı komşumuz Bulgaristan, bir süredir dünya motorsporları dünyasına adım atmak için hazırlanıyordu. Ilk önce Dünya Ralli Şampiyonası (WRC)'nda denediler şanslarını. Aday ralli statüsünde bir yarış organize ederek belli bir mesafe de kaydetmişlerdi. Ama oradan şansları tutmamıştı. 7. etapta yoldan çıkan Brian Lavio-Flavio Guglielimini ikilisi ciddi bir kaza yaptılar ve Guglielmini hayatını kaybetmişti. Yarış da orada iptal edildi. Yine de 10 Temmuz 2010'da ilk yarışlarını yapacaklar...dı

Bir de Formula 1'e girmek için baskı yapıyorlardı. Zaten bir sürü ülkenin çok ciddi projelerle dahil olmak istediği F1 takvimine girmeleri çok zordu ama en azından niyetliler...di.

Peki niye bütün paragraflar -di ile bitiyor? Çünkü Bulgaristan Motorsporları Federasyonu, bütün aktivitelerini durdurma kararı aldı. Başkan Bogdan Nikolov'un ciddi mali desteği ile ayakta durmaya çalışan federasyon, adamın "yeter çektiğim çileler" moduna girmesiyle lav edilmiş durumda. Yetkililerin ilgisizliğinden ve kimsenin maddi olarak elini taşın altına koymamasından şikayetçi Nikolov.

Neyse, hem WRC hem F1 takvimindeki yerlerimize rakip olabilecek bir ülke aradan çıkmış oluyor. Bu gece de içimiz rahat uyuyabiliriz bizbize.

16 Kasım 2009 Pazartesi

Gün Mercedes Günü

Bugün Daimler (yani Mercedes) bir basın toplantısı düzenledi, pir basın toplantısı düzenledi. McLaren'in geleceğinden Brawn'ın geleceğine, özel takımlar vs üreticiler çekişmesine, pilot pazarının belirsizliğine kadar herşeye yeni bir soluk getirdiler bir günde.

Ilk adım Mercedes'in Brawn GP'nin yüzde 75'ini satın alması oldu. Geçen sene bu aylarda varlığını sürdüremeyecek gibi gözüken ama geçen ay bu aralar hem pilotlar hem markalar dünya şampiyonluğunu kazanan, Ross Brawn liderliğindeki özel bir takımdan bahsediyoruz. Bunu geliyor, 15 yıldır McLaren ile kusursuz bir ilişki kuran, dünya en prestijli araba üreticilerinden biri satın alıyor. Bu bile başlı başına bir olay. Seneye Brawn GP yerine, takım Mercedes GP olarak yarışacak. Yani bir works team olacak.

Peki Mclaren ile Mercedes'in 15 yıllık ilişkisi ne olacak? Biliyorsunuz Mercedes, McLaren'in yüzde 40 hissesine sahipti ve motor sağlayıcısıydı. Motor sağlamaya devam edecekler, hatta halihazırdaki anlaşmalarını, önümüzdeki 5 yılı kaplayacak şekilde uzattılar. Ama 2010 sezonu sonrasında Mclaren, Mercedes'e ait olan hisselerini geri alacak. Eski takım şefi, şimdinin McLaren CEO'su Ron Dennis, bu durumun kendileri için bir sıkıntı yaratmayacağını, tam tersine ellerine geçecek ekstra özgürlüğün avantaja dönüşebileceğini belirtti. Peki bu satırların sahibi aynı umudu taşıyor mu? Hayır. Başarılı bir McLaren-Mercedes ortaklığı, artık iki ayrı ünite olarak devam edecek ve ikisinin de aynı seviyeye ulaşması bir süreyi alacak kanımca. Bu sırada yarış galibiyetleri hatta şampiyonluklar gelebilir ama iki tarafın da, yeni pozisyonlarına alışması gerekecek.

Peki pilotlar? Mercedes, Brawn GP'nin çoğunluk hissesini aldı ve ilk çıkan dedikodu (ki bunlar genelde gerçeğe dönüşür) ellerindeki son dünya şampiyonu Button'ın McLaren'e gideceği oldu. Acaba Mercedes, McLaren ile olan ilişkisini azaltırken onlara da sus payı olarak dünya şampiyonu pilotu mu verdi? En mantıklı senaryo bu bence. Çünkü Mercedes, yayınladıkları basın açıklamasında bütçeyi çok büyütmeyeceklerini ve buna gerek olmayacağını da iddia ediyordu aynı zamanda. Yakın bir gelecekte yine bütçe sınırlaması konuşmaları başlayacağı zaman, Mercedes GP'sinin hangi safta duracağı şimdiden belli. Button da dünya şampiyonu maaşı istiyordu haliyle sezon sonundan beri, Brawn GP de bunu veremiyordu. Ama McLaren seve seve verir. Mclaren, bir Ingiliz takımı. Ve seneye son iki senenin şampiyonları ellerinde olacak. Ve bu son iki şampiyon da Ingiliz. Onlar için bir rüyanın başlangıcı belki de. Peki Merc? Alman üreticinin elindeki pilotlar da belli gibi. Iki tane potansiyeli yüksek pilot. Biri geleceğin dünya şampiyonu adayı, öbürü de en az Barrichello kadar iyi bir ikinci pilot ve takım oyuncusu. Ve ikisi de Alman. Rosberg ile Heidfeld. Ingiltere ve Almanya A Milli Formula 1 takımlarına hoşgeldiniz. Peki elindeki tek F1 ihtimalinin McLaren olduğunu açıklayan Raikkonen?
Brawn GP'nin Mercedes GP olması, bir başka savaşı daha kızıştırdı. Brawn GP, bir özel takım, privateer. Williams, Force India, Campos Meta, USF1, Red Bull, Toro Rosso, Lotus, Manor gibi. Ama Mercedes GP artık bir fabrika takımı. Tıpkı McLaren, Ferrari gibi. Toyota ve BMW fabrika takımları bu sene sonunda yarışlardan çekilmişlerdi. Onlar her ne kadar finansal krizi bahane etseler de Ferrari, onların yerine zehir zemberek bir açıklama yayınlamıştı ve fabrika takımlarının spordan uzaklaştırılmaya çalışıldığını söylemişti. Tablo onları haklı çıkarıyor. Toyota'nın da çekilmesiyle 12 takım gridde olacak gibi duruyor. Bunların 8'i özel, 4'ü fabrika takımı. Ama Renault da yakın zamanda yarışlardan çekilebilir ve yerine BMW'den ayrılan Sauber gelebilir. O zaman da bu dengre 9'a 3 olarak değişir. Bir de kimliği belirsiz 13. takımın özel olacağını düşünürsek (zaten fabrika takımı aday yok elde) 10'a 3. Düşünülmesi gereken bir nokta.

Tam da "sezon bitti, heyecan azcık düşer" dediğimiz anda gün sayaraktan testleri bekler durumda bulduk kendimizi.

Basketbol Maçının Ardından Bu Blog

Bir seneye yaklaştı bu blogun geçmişi. Takip edenler de az çok bilirler, yüzde 50 F1 yazarım, çoğu GS olmak üzere de diğer yüzde 50'si futboldur. Bir süredir çok fazla yazamıyordum açıkçası. İş güç. Eskisi gibi vaktim olmuyor.

Ama mesela dünkü GS-FB basket maçını izledikten sonra onunla ilgili bir şeyler yazmak istedim. Sonra farkettim ki yazmaya niyetlendiklerim, bir GS taraftarı olarak buraya yazacaklarımdı. Nasıl 40 dakika sessiz duran seyircinin tahrik edildiği vs. Ama sonra farkettim ki, aslında olay bir tahrik olayı değil. Genel olarak ezeli rekabet ve insanların sebepsiz yere birbirlerinden nefret etmesidir.

Bir şey daha farkettim. Fenerliler de Galatasaraylılar da olayı kendi boyutuyla yazmışlar. Sonra, yukarıda bahsettiğim gibi, olaya takımın renginden bağımsız bakanlar da çıkmış yazmış. Bana da ortaya yazacak orjinal bir şey kalmamış. Tıpkı hemen hemen her futbolla ilgili postta olduğu gibi.

Bir çok futblogger kadar olayları araştırmıyorum, üstüne onlar kadar çok düşünmüyorum ve halihazırda onlar kadar bilgim de yok. O zaman ben buraya niye yazıyorum diye düşündüm.

Ve yüksek jürinin kararı. Bu blogda bundan sonra da futbol dahil her spora yer vericem. Ama olabildiğince futbol yazmaktan uzak durucam. Ve daha iyi bildiğim sporu öne çıkarıcam: Formula 1 ve Dünya Ralli Şampiyonası.

Evet ey sevgili okurlar, diğer bloglar nasıl futbol blogu ama arasıra başka sporlara yer ayırıyorlar, bu blog da bundan sonra motorsporları blogu ama arasıra diğer sporlara da yer ayırıcam. Bence en doğrusu, insan bildiğini yazmalı.

Çevremde bir sürü insan, Schumacher'den sonra F1'den soğuduklarından, o arabaların tur tur haybeye döndüklerinden, motorsporlarının modifiyeli yancıların anası olduğundan bahsedip duruyor. Bu bloga yazdıklarımla, biraz da bu insanlara aradaki farkları göstermeyi, bilinçli bir şekilde takip etmelerini ve böylece bu güzel sporlardan zevk almalarını hedefliyorum. Sizi bilmem ama sahadakilerin ve tribünlerin, tuttukları takımları ve sevdikleri insanları, başkalarına zarar vermeden ortaya koymaları beni daha çok çekiyor ayrıca.

Şu ana kadar bizi izleyenlere teşekkür ederiz. Bundan sonra izleyenlere de tekrar teşekkürler. Umarım hayal kırıklığına uğramayız.

11 Kasım 2009 Çarşamba

Robert Enke

Hiç beklenmedik ve çok üzücü bir haber Enke'nin intiharı. Demek ki nasıl bir acısı vardı da bu yolu seçti. Allah rahmet eylesin. Eminim yakında daha net haberler gelir, burada paylaşırız.

7 Kasım 2009 Cumartesi

Ferrari'den e-Muhtıra


Bu Italyanlar ne kadar bize benziyorlar. Araba kullanmaları, park etmeleri, futbola olan sevdaları vs... Ferrari de yanıp tutuşan Italyan kanı ile bir e-muhtıra yayınlamış sitelerinden. Büyük üreticilerin F1'den çekilmesi (veya el çektirilmesi) ile nereye kadar demişler! Ben aslında Türkçe'ye çevirip size sunayım.

"Agatha Cristie'nin 1939 tarihli 10 Küçük Zenci kitabının bir parodisi sanki olanlar, ama aslında çok daha ciddi. Formula 1 büyük oyuncularını birer birer kaybediyor: Honda, BMW, Bridgestone ve bu sabah itibariyle Toyota. Onların yerine gelenler Manor, Campos Meta, USF1 ve Lotus (spora Colin Chapman, Jim Clark, Ayrton Senna gibi isimleri kazandıran marka ile sadece isim benzerlikleri var). Masanın etrafında aynı sayıda oyuncu var diye eksik olan hiç bir şey yok diyebilir miyiz? Maalesef. Bununla beraber, bakalım yeni gelenlerin kaçı sezonun ilk yarışı Bahreyn'de gridde olabilecek, veya kaçı 2010 sezonunu tamamlayabilecek.

Gerçek şudur ki Formula 1'deki yaprak dökümü, ekonomik krizden çok, onu yıllarca kötü yönetenler yüzündendir.

Cristie'nin romanında katil, herkes birer birer öldükten sonra bulunuyor. Biz de bekleyerek bunun olmasına izin mi vermeliyiz, yoksa kitabın Formula 1 versiyonuna farklı bir son yazma vakti mi geldi?"

Ferrari, bu nota ile eminim yeni gelen takımların favorisi olmayacaktır. Onlar da bunu bilerek yayınlamışlardır ve umurlarında değildir zaten. Ama asıl sorularım farklı.

Mektupta açıkça FIA ve Bernie suçlanmış. Ama FIA'nın başına "içlerinden biri" geldi; Jean Todt. Eski direktörleri, pilotlarından birinin menajerinin babası vs. Onu suçluyor olamazlar, zaten 1 ay ya oldu ya olmadı FIA başkanlığına geleli. Giden başkan Max Mosley diyeceğim, onun da desteği Todt'aydı. Yani aynı kamptan sayılırlar. Demek ki asıl tepki Bernie'ye. Takvimi 20 yarışa çıkarmaya çalışan, yeni takımların gelmesini en çok isteyen adam Bernie. Aynı zamanda takımlarla televizyon gelirlerinin paylaşılmasını pazarlık eden, F1'deki parayı döndüren kişi. Peki Ferrari, pozisyonunu tehdit altında mı buluyor acaba? Bernie'nin kendisiydi Ferrarisiz F1 düşünülemez diye. Tahminim, Ferrari, Formula 1'i eski şaşaalı günlerine döndürmek istiyor, bunun için de en büyük oyuncuların varlığının gereğini biliyor. Campos Meta, Manor; bunları kimse özellikle takip etmeyecekler. Hatta düşününce, Ferrari, McLaren, Williams gibi büyükler olmayınca F1'i hiç kimse takip etmez. Ve gidişat şu an için o yönde. Ferrari'nin tutuşması da ondan.

4 Kasım 2009 Çarşamba

Toyota da F1'den Çekiliyor


Daha dün Bridgestone'un ardından yazmıştım, sabah yayınlamak için:

"...Acaba Toyota, seneye F1'de olacak mı?

Muhtemelen bu sorunun cevabını, 15 Kasım'daki Toyota Genel Kurul toplantısından sonra öğreneceğiz, çünkü o sırada takımın 2010 bütçesi kararlaştırılacak. Geçen sene Honda'nın gidişini, Bernie bile 2 gün öncesine kadar bilmiyordu. Bir anda toplandı ve gitti Honda. Toyota içinse uzun süredir "F1'den ha ayrıldı ha ayrılacak" dedikoduları yapılıyor. Belki onların eşref saati de gelmiş olabilir. Honda'nınkinden daha sürprizsiz bir ayrılık olur..."

Bu sabah Mustafa Taha'nın mesajı haberlerden önce geldi. Toyota, tam da bu satırları yazarken olağanüstü yönetim kurulu toplantısı yapıyormuş ve Formula 1'den ayrılacağı kararını alıyormuş. Hem de daha bir kaç ay önce imzaladıkları, 2012 sonuna kadar bağlayıcı olan Concorde Anlaşmasına rağmen...

Bunun anlamlarına bakalım biraz da. Dünkü yazıda Japonya'nın Formula 1'deki kalan kalelerinden bahsetmiştim. Sallantıdaki Toyota artık yok. Gridde olma umudu olan tek Japon pilot Kobayashi de Toyota ile yarışacaktı, o da eğer başka bir yarış koltuğu bulamazsa babasının sushi restoranına geri dönecek.

Bunun yanında, Toyota'nın yarışlardan çekilmesi, BMW'den ayrıldıktan sonra el değiştiren Sauber'in işine geldi. 14. takım olmak için bütün takımların onayını bekliyorlardı ve başta Williams olmak üzere 14 takımlı gride hoş bakmayanlar vardı. Toyota'nın çekilmesi, onların da yarışlara dönebileceği anlamına gelecek. Sonuçta onlar da geleceklerini yakında öğrenmek istiyolardı ve kucaklarına böyle bir şans düşüverdi.

Bir de işin Renault boyutu var. Bütün sene, Toyota ile beraber onların da yarışlardan çekileceği konuşuluyordu. Toyota çekildi, Renault çok ciddi bir skandala karıştı ama yoluna devam ediyor gibi gözüküyor. Ama Alonso gitti, Briatore ve Symonds gitti. Ellerinde Kubica var ama ikinci pilot muhtemelen Grosjean olmayacak. Eğer Renault da yarışlardan çekilirse gridde 13 takım bile görmeyebiliriz.

Bridgestone'un Ardından F1'de Japonya

Dün gelen haberlere göre Bridgestone, F1'den 2010 sezonu sonu çekiliyor. Yıllarca Michelin ile rekabet eden, son senelerde de yarışların tek lastik sağlayıcısı olan Bridgestone'un çekilmesi, en başta şaşırtıcı oldu, en azından kişisel olarak. Dedikodular, Pirelli'nin boşluğu dolduracağını söylüyor ama asıl konumuz o değil bu yazıda.

Formula 1, an itibariyle, tarihinde hiç olmadığı kadar uluslararası bir halde. Onlarca yıldır süren Avrupa hakimiyetinin gittikçe azaldığı, özellikle Orta Doğu ve Uzak Doğu'nun gittikçe ağırlığını hissettirdiğini görüyoruz arenada. Bernie Ecclestone, yeni yarışlara yer bulamıyor; bu yüzden her sene takvim gittikçe uzuyor. Bu sene 17 yarış koşuldu, seneye Kanada ve Kore GP'lerinin eklenmesiyle 19 olacak. Bernie, ileride 20 yarışa çıkabileceklerini söylüyor. Sallantıdaki yarışlar ise Ingiltere, Valencia, Belçika...

Ama Avrupa ile beraber koltuğu sallantıda olan bir ülke daha var: Japonya. Japonlar, Avrupa dışında Brezilya ile beraber en uzun F1 geleneği olan ülke aslında. Pilotlar bakımından başarıları son derece miniskül. Takım bazında, başlıca olarak Honda özelinde, başarılı olsalar da istikrarı tam olarak sağlayamadılar.

Son yıllara ufak bir bakış atalım. Sato ve Nakajima; iki adet kamikaze gibi pistlerde direksiyon salladılar. Rakiplere korku saldılar. Yarışların hemen hemen tamamında takım arkadaşlarının arkasında kaldılar ve sonunda takımları tarafından yol verildiler. Sırada Kobayashi var. Açıkçası, Timo Glock'un yerini aldığı son iki yarışta oldukça iyi bir performans sergiledi ve kendisinden önceki Japon pilotlara taş çıkarttı. Ama henüz kesin bir karar vermek için erken, umarız onlar gibi olmaz. Çünkü Trulli ve Glock'un seneye büyük ihtimalle Toyota'da olmayacağını düşünürsek Kobayashi, kırmızı beyaz tulumuyla karşımıza çıkacak gibi.

Ama bunun gerçekleşmesi için önünde iki engel var. Birincisi, takımın onu seçmesi. Bunun yanına "tamam" işareti koyabiliriz, çünkü Howett'ın da dediği gibi, genç Japon'un performansı etkileyiciydi ve o bir Japon. Toyota tabi ki olumlu bakar buna. Ama ikinci engel daha çetrefilli ve pilot kardeşimizin emeği dışında. Acaba Toyota, seneye F1'de olacak mı?

Muhtemelen bu sorunun cevabını, 15 Kasım'daki Toyota Genel Kurul toplantısından sonra öğreneceğiz, çünkü o sırada takımın 2010 bütçesi kararlaştırılacak. Geçen sene Honda'nın gidişini, Bernie bile 2 gün öncesine kadar bilmiyordu. Bir anda toplandı ve gitti Honda. Toyota içinse uzun süredir "F1'den ha ayrıldı ha ayrılacak" dedikoduları yapılıyor. Belki onların eşref saati de gelmiş olabilir. Honda'nınkinden daha sürprizsiz bir ayrılık olur.

Tabi bir yandan, tam şampiyonluğa oynayacakken spordan ayrılan Honda var. Geçen sene bol bol yazmıştık onlar hakkında. Bir sene daha devam etseler, belki de Brawn'ın bu sene elde ettiği başarıları kazanacak ve bu krizde ne kadar para verirse versin yapamayacağı reklamı yapacaktı. Olmadı, ayrıldılar.

Bridgestone... F1'in tek lastik sağlayıcısının ayrılması kadar basit de görebilirsiniz onların ayrılmasını, Japonya'nın gittikçe kan kaybının konfirmasyonu olarak da. Ama 2010'dan sonra olmayacakları kesin.

Bir de Japonya GP'sinin durumu var. Fuji ve Suzuka gibi iki şahane piste sahip bir ülke bile olsalar, finansal kriz bu sahayı da vurmuş durumda. Japonya GP'sinin daha önce kararlaştırıldığı gibi dönüşümlü mü olacağı yoksa bundan sonra Suzuka'da devam mı edeceği meçhul.

Özetlersek F1'de koca Japon geleneği, geleceği sallantıda olan Toyota, ne yapacağı belli olmayan Japonya GP'si ve acemi Kobayashi'nin omuzlarında. Peki bu düşüş, mesela Hindistan'ın gittikçe yükselen yıldızının karşısında durabilecek mi? Bence hayır. Force India, Mercedes motoruna geçtiğinden beri yukarıları zorlamaya çalışıyor. Hatta Spa ve Monza gibi hızlı pistlerde en başa oynayarak ciddiliklerini gösterdiler. Hindistan GP'si gümbür gümbür geliyor. Hint pilotlar, özellikle de Chandook, gittikçe F1'e yaklaşıyorlar.

Görünüşe göre Japonya, F1'deki ağırlığını korumak istiyorsa, hem günü kurtarmalı hem de uzun vadeli planlar yapmalı.

3 Kasım 2009 Salı

Rubens'in Williams Günlüğü


Rosberg'in Williams'tan ayrıldığı haberlerinden sonra Willi Weber'in dedikleri de çıktı. Dün, Frank Williams, Rubens Barrichello ve Nico Hulkenberg'i 2010 pilotları olarak açıkladı.

Rubens ise hızlı bir Williams hayranı çıktı. Ilk günden twitter'ına resimler koydu. Yukarıdaki Williams müzesinden.

Willi Weber'in çıkan kehanetlerinin ardından bir tane de ben yapayım 2010 için. Bence Hulkenberg, en az Barrichello kadar puan çıkartacaktır Williams Cosworth ekibiyle (hint: Williams, artık Cosworth motoru kullanacak).

Vaka-ı Ercan Saatçi Kronolojisi


İzel-Çelik-Ercan'ın Ercan'ı, Ufuk-Ercan'ın Ercan'ı Ercan Saatçi. Hiç bir zaman sevmediğim bir insan oldu. Sebebi de fanatikliği, körlüğü, olduğu yerlere gelmeyi hakketmemiş olması.

Bu insanın gündeme oturmasının sebebi, yukarıdaki video. Niyetim sizlere konu ile okunması gereken açıklamaları linklemek. Videodan başladık. Sonra fenerbahce.org'dan bir açıklama geldi, Ercan Saatçi'yi kınamaktansa, "FBTV'den bu görüntüler kaçırıldı" yaygarasına girdiler. Yani küfürle mücadelesi çok ileri derecede (!) olanlar, maalesef bu olayı kınayamadı ve Ercan Saatçi kendi takımlarını tuttuğu için kınayamadılar. Saatçi'ye sırf Fenerbahçeli olduğu için sevmeyenler kadar, yine sırf takımı yüzünden onu koruyanlar da aslında bu durumda suçlu bence.

Sonra Galatasaray resmi sitesinden bir açıklama geldi. Genelde bu tip açıklamalar son derece yanlı ve aba altından sopa gösteren şekilde olsa da, bu sefer son derece haklı olmalarından da ziyade altına imza atılacak şekilde.

Bir de olay adamın kendi yazısı var. Kayınpederinin gölgesi altında spor servisinin başına geldiği Hürriyet gazetesindeki yazısında herkesten özür dileyip sormuş, "kimse rakibine kendi arasında küfretmiyor mu?". Haklı olduğu bir soru, bence. Kendi aralarındaki bir muhabbet ve demeye hakkı var. Ama böyle bir kör fanatiğin (yine bence) bulunduğu pozisyonda olmaması lazım.

Peki benden bir soru: Ercan Saatçi'den önceki spor müdürü Esat Yılmaer böyle bir olaya karışsaydı, görevinde kalabilir miydi?

30 Ekim 2009 Cuma

Sezonun Muhteşem Finali: Yas Marina Pisti

Brezilya Interlagos'taki fırtınalı yarıştan sonra, hele de şampiyonlar belirlenince, geri kalan yarışların sıkıcı veya gereksiz olduğunu düşünülebilirsiniz. Ama bu sezon durum farklı.

Abu Dhabi, bu senenin tek yeni yarışı. Körfezliler, her işte yaptıkları gibi bu işte de ipin ucunu kaçırmışlar ve fazlasıyla güzel bir pist ile takvime girmişler. Yas adası üzerine yapılan bu pist, her yönüyle ilgi çekici.

Mesela F1 tarihinde ilk defa bir yarış, güneşli başlayacak, ortasında güneş batacak geri kalanı da gece koşulacak. Yani Singapur'daki gece yarışından da farklı.

Sonra pit girişi çıkışı var. Takımların rahat çalışması için klimalı yapılan pitin çıkışı, bir tünel şeklinde. Ve kör bir sol viraj ile piste dalıyorsunuz. Pilotların açıklamalarına göre, pite giriş-çıkış o kadar dar ve hızlı ki zaman kaybetme veya yarışdışı kalma riskiniz var. Aşağıdaki videonun hemen başında çok daha rahat anlayacaksınız dediğimi.

Pist, genel olarak çok geniş ve virajlara atak yapılabiliyor. Ama yarısı modern pistler gibi olan pistin diğer yarısı da Monaco gibi duvarlı. Yani hatayı yapan yarışdışı kalır.

Pistin yanındaki (demek hata, aslında içindeki) otelin, Allianz Arena gibi renkten renge dönmesine ise hiç bir şey diyemiyorum.

Biraz da takımlar ve pilotlar olarak bakalım yarışa. Button, aylardır sırtındaki yükü atıp rahat rahat yarışacak burada. Ama henüz Brawn ile anlaşmış değil, McLaren'e gideceğine dair dedikodular da hızlanıyor. Raikkonen, son kez Ferrari tulumu giyecek. Bu arada seneye tek opsiyonunun McLaren olduğunu açıkladı Iceman. Yoksa ralliye geçebilirmiş, veya başka şeyler varmış, veya ara verebilirmiş. Yani az konuşan, konuşunca da aslında hiç bişi demeyen Raikkonen klasiği. Rosberg, Williams ile yolları ayıracağını duyurdu. Yolu Brawn'dan geçiyor Mustafa Taha'nın dediğine göre, ben haberini görmedim. Schumacher'in zamanındaki menajeri Willi Weber'e göre Williams'ın seneye pilotları Barrichello ve Hulkenberg olacak. BMW de takım olarak son yarışına katılıyor, şahsım adına konuşayım onları özleyeceğim. Biliyorsunuz Kubica, Renault ile anlaştı 2010 için. Kuvvetle ihtimal ona Glock eşlik edecek. Heidfeld de F1'de kalacağından emin olduğunu açıkladı ama nerede, henüz muamma o kısım.

Pilot marketini de roket hızıyla özetledikten sonra yavaş yavaş yarış için kuluçkaya yatalım.

29 Ekim 2009 Perşembe

Beni Yak Kendini Yak

Bir takım düşünün ki forvetini ve en iyi hücumcularından birini kaybetmiş ve eldekilerle bir süre idare etmek zorunda.

Ve bu takım, oyuncularının, taraftarının, yöneticilerinin, hatta belki rakibin bile "gazozuna" olarak baktığı bir maça çıkıyor. Niyet antreman tadında, yoğun fikstürde aktif dinlenme denilebilecek bir maçı kazasız bitirmek. Peki bu takımın en önemli hücumcularından biri napıyor? Direk kırmızı kart ile oyun dışı kalıyor.

Elano'nun kırmızı kart gördüğü pozisyonun ne kadar sürreal olduğundan bahsedelim biraz da. Yarı yedek takımın çıktığı sezonun ilk Türkiye Kupası maçında, ilk yarının ortalarında, oyun kurucu olarak transfer edilen adam, stoper mevkiinde top çıkarırken kaptırıyor ve son hücumcuyu indirmekten kırmızı kart görüyor. Ben bunu nasıl bir perspektife koyacağımı bilemedim, bilen gayrı gelsin.

Bundan sonra hücum yükü Arda, Kewell, Nonda ve biraz da Aydın'ın üzerinde Sivas maçında. Bu adamlar gününde değilse nasıl olacak?

2-1 kazanılan maç hakkında uzun uzun yazmak gereksiz ama Elano'nun kırmızı kartı dışında bir olaya daha dikkat çekelim. Galatasaray savunması, yine gollerini yemeye devam ediyor. Eğer Bucaspor penaltısını atmış olsa, buyur uzatmalar. 2-0'dan 2-2'ye gelen ve aktif dinlenme yerine ciddi efor sarfedilen bir maç durumuna.

Uzun vadedeki hedeflerden ve umutlardan sapılmış olduğunu hissetmiyorum ama şu an üstüne koymadığımız sürece, zamanı geldiğinde istediğimiz hedeflerin uzağında kalırız gibi geliyor.

27 Ekim 2009 Salı

Loeb Aynen Devam

Dünya Ralli Şampiyonası'nın son ayağı Wales Rally GB, bu haftasonu bir "grande finale" yaşattı bizlere. Ford'un "Genç Semih"i Hirvonen, bu sene çok ciddiydi aslında Loeb hükümdarlığını durdurmaya. Son yarışa da 1 puan önde girmişti. Ama nafile...

Ilk gün 5 saniye olan fark, ikinci gün 25 saniyeye çıktı. Son günde Hirvonen, son bir gayret ile Loeb'ü yakalamak üzereyken motor kapağının pimleri çıktı ve ön cama yapıştı. Hirvonen de inip sorunu hallederken bütün şanslarını yitirdi. Oysa daha 2 gün önce yazmışız Marrko Martin'i ve motor kapağı ön camı kapamasına rağmen nasıl Akropolis Rallisi'ni kazandığını 2005'te. Şampiyonluk, o son adımı atmaktan geçiyor belki de.

Neyse, sonuçta Loeb, 6. kez üstüste WRC şampiyonu oldu. Onu kim durduracak, belki de bir kaç yıl daha bekleyebiliriz bu sorunun cevabı için.

26 Ekim 2009 Pazartesi

Engelsiz Aslanlar - Yine Yeniden

Bu haftasonu herkesin merak ettiği, heyecanla beklediği spor olaylarının listesine bakalım. En başta derbi tabi ki, tüm Türkiye kitlendi dünyanın en büyük 3. derbisine. Sonra ciddi bir kesim Liverpool - ManU maçını bekledi. Kandan latinler River Plate - Boca Juniors maçını iple çekti. Uykuyu sevmeyenler NBA'e gün sayıyor. Yolların değil pistlerin hız meraklıları Dünya Ralli Şampiyonası'nın son yarışını dikkatle takip etti. Vs vs vs...

Nasıl da güme gitti Engelsiz Aslanlar'ın ikinci kez üstüste Dünya Şampiyonu oldukları. Haberlerde, 3.-4. spor sayfasında geçiştirildi. Galatasaray, kendi takımının bu üstün başarısına zemin hazırlamasına rağmen, derbinin 10da 1 kadar önem vermedi.

Ben anlamıyorum, engelli vatandaşlarımızı engelleri aşmaları için cesaretlendiriyor muyuz, yoksa boşuna aşmayın mı diyoruz?

Kadıköy'deki Akıl Oyunları

Dün, sabah kalktığımdan akşam yatana kadar son derece rahattım. Ve bu rahatlığa maç sırasındaki dakikalar da dahil üstelik. Kendime sıkıntı yapmıyorum artık Kadıköy'deki maçları, 33 hafta üstünden şampiyon olmak daha zevkli diyorum kendime.

Peki ne oldu da dün akşam, tekerrür ettiği gibi oldu. Galatasaray savunması ve kalecisi, presi yiyince topu öne vurmaya başladı. Oradan itibaren de organize hücum şansı kalmadı sarı kırmızılı futbolcuların. Peki aynı savunma, haftaiçi ısrarla, hatta taraftarını bıktıracak ısrarla geride top çevirmiyor muydu? Bükreş'e atılan ikinci gol ısrarlı ve sabırlı top çevirmenin sonucu gelen bir gol değil mi? O zaman ne bu acele?

Gol ayakları Arda ve Keita. Daum, haftaiçi zaten bu iki ismi kilitleyeceğini açıklamıştı. Dediği gibi de yaptı. Keita'ya top gelir gelmez ya Bilica ya da Roberto Carlos tekmeyi vurdu. Arda ise maçtan önce yaşadıklarının da hırsıyla, görevini bırakıp serbest adam oynamaya başladı, sol tarafı (gol dışında da maçın en iyisi) Hakan Balta'ya bıraktı. Teknik direktörünün Tam Saha'ya verdiği röportajda, zor maçlarda maçı tek başına kazandırmayı isteyen kahraman rolüne büründü yani. Rijkaard da onu çıkararak en iyisini yaptı.

Ama bu maçın Galatasaray adına en büyük eksisi Baros'un sakatlığı oldu. Nonda'nın Galatasaray'ın tek forveti kalması, her ne kadar işini iyi yapsa da üstüne fazlasıyla yük bindirecektir Kongolunun. Peki Baros, dün akşamı nasıl etkileyebilirdi? Nonda, yapı itibariyle, geriye gelip pas trafiğine Baros'tan daha çok katılan bir forvet. Bu yüzden de Baros oynasa, Keita ve Arda'ya rahat rahat kademeye giden Fenerbahçe stoperleri, bu rahatlıkta olmayacaklardı. Yani ilk dakikadaki sakatlık, sarı lacivertlilerin ekmeğine yap sürdü.

Hakem hakkında ise, çoğu Galatasaraylı'nın aksine şikayetçi değilim. Ilk golün ofsayt olduğu bir gerçek. Ama ondan önemli bir şekilde, Fenerbahçe'nin sertliklerine her zaman göz yumuluyor. Ben artık bunu hakemlerin art niyetindense Fenerbahçeli'lerin, bu tip sertlik oyunlarını iyi yapmasına yoruyorum. Devamlı bu tip faullerle, tahriklerle Galatasaraylı'ları galeyana getiriyorlar ve sonunda da Keita gibi reaksiyonlar çıkıyor ortaya. Aslına bakılınca, Fenerbahçe'nin bu 10 senelik serisinin arkasında yatan da bu: Akıl oyunları.

Zaten bir süredir Kadıköy'de galip gelememenin baskısıyla beraber, faullere, seyircinin tahrikine, oyuncuların tacizine, Galatasaraylı oyuncular ve camia, hep büyük tepkiler verdi. Yumruklar, kavgalar, kartlar. Hiçbir zaman, sakinliklerini koruyamadı Galatasaraylılar maalesef.

Tam da bu yüzden, ben daha uzun bir süre Kadıköy'de maç kazanabileceğimize de inanmıyorum. Bu tip tahrikleri sineye çekmeyi öğrenmeden, kendi futbolumuzu oynayamacağız. Kendi futbolumuzu oynayamadığımız sürece de onları futbolla rahatsız edemeyeceğiz. Bu yüzden de onlar da akıl oyunlarına devam edecekler.

O yüzden de, akşam yatarken de sabah kalktığım kadar rahat ve stressizdim. 5 puan fark da çok önemli değil, 33 haftadan şampiyon olmak benim için daha keyifli.

23 Ekim 2009 Cuma

Derbi Zamanı Geldi!! Ankete Gel

Yeni FIA Başkanı Jean Todt

Bugün Paris'te yapılan oylamada, Jean Todt 135 oyla, 35 oy alan Ari Vatanen'in önünde FIA başkanlığını kazandı.

Peugeot'nun Dünya Ralli Şampiyonası'na girerken takım direktörü olan Fransız, daha sonra Ferrari Formula 1 takımının başına geçmiş ve Todt-Schumacher-Brawn-Byrne ekürisinin bir parçası olarak takıma tarihindeki en başarılı dönemi yaşatmıştı.

Jean Todt, eski başkan Max Mosley'nin de desteklediği adaydı. Hem bu destek hem de Formula 1 takımlarının daha bağımsız bir başkan istemeleri, Todt'un önündeki engellerdi. Max Mosley'nin gittikçe verimsizleşen yönetimi sonrası, Todt'un gereken değişimi gerçekleştirip gerçekleştirmeyeceği bir soru işareti.

Olsun, biz yine de küçük Fransız'a blogca başarılar diliyoruz. Umarız onun dönemi, skandalsız geçer.

Not: Okumalar koyalım olayla alakalı. Bir Ed Gorman'ın seçimden önceki yazısı, bir de NTVSpor'un seçim sonrası haberi.

4 Ileri 1 Geri

Istanbul - Bükreş gecesinde bizimkilerin eli ağırdı zaten. Beklenen de oldu, iki takım da kafalar rahat geliyor haftasonuna.

Galatasaray maçına gidişimizden (ve öncesinde FIFA 2010 debut'su yapmamızdan) dolayı Fener maçını izleyemedik. Sadece içeride izleyen kişiye "gol yok mu" dediğim an gol olması kaldı aklımda.

Peki ASY tarafları? Açıkçası berabere kalınan Strum Graz maçından sonra ve yaklaşan derbinin de etkisiyle kolay kazanamayız diyordum. Ama Galatasaray'ın sabrı, Bükreş'in beceriksizliği ile birleşince işler çok da zor olmadı.

Bükreş'in ilk hedefi gol yememekti zaten. Alanını kapadı, çok açılmadı, eline fırsat gelmesini bekledi. Ama Galatasaray, bu seneki sabır standartlarının üstünde sabredip topu doğru şansı bulana kadar çevirince rakibin planları tutmamış oldu. Kewell-Servet işbirliği ile atılan golden sonra Bükreş bu sefer tam tersi bir plana gitti ve tam saha baskıya başladı. Ancak bu da tutmadı. Aynı top çevirme sabrı, ya defansın topu kaptırmasıyla sonlanacaktı ya da ileride ciddi boşluk bulunmasına. Aradaki kalite farkı, risklerin alınmasını kolaylaştırdı ve Keita'nın eforu Nonda'nın bitiriciliği ile Galatasaray rahatladı. Ama açıkçası ben bu golü, topu güzel döndüren defans bloğu ve ön liberolara yazdım.

Ikinci devrenin hemen başında atılan golle maç aslında orada bitti. Galatasaray'ın gol yeme alışkanlığı bile buradan puan kaybedecek seviyede olamazdı. Maçın geri kalanı da derbi hazırlıkları olarak geçti zaten.

Biraz da oyuncu bazlı bakalım. Elano, bence şu ana kadar ki en iyi performansını sergiledi. Maçın başında ve son 20 dakikasında silik olsa da geri kalan orta dilimde sorumluluk aldı, pas dağıttı, oyunu açtı ve ciddi keyif verdi. Kewell, Arda'nın yokluğunda çok daha sorumluluk aldı, top istedi, takımı yönetti ve maçın yıldızlarından biri oldu. Nonda zaten şans verildiğinde boş geçmiyor. Bir de Keita-Nonda'nın yaşattığı Afrika futbolunun güzellikleri yok mu! Onlar oynadıkça içimden African Cup Of Nations'a gidesim geliyor, dahasını bulmak umuduyla.

Bu maç, tabi ki bir ölçü olamadı. Ama Bükreş'in etkisiz eleman olması, Galatasaray'ın aslında yapmak istediği planları açık seçik gösterdi. Önümüzde derbi var ve Fenerbahçe, bu kadar rahat oynamayacak takımı. Peki derbi ne olur? Hakkaten derbi ne olur?

Not: Uzun zamandan beri ilk defa maç yazısı yazabildim, ellerim paslanmış biraz kusura bakmayın.

15 Ekim 2009 Perşembe

Türk Gibi Ralli Izlemek

Video ararken rasladım kendisine, aslında Facebookluk ama buraya da uyar.

14 Ekim 2009 Çarşamba

Bir Markko Martin Vardı...

WRC sezonunun ne kadar heyecanlı geçtiğini ve 23-25 ekimdeki Wales Rallye GB'yi beklediğimizi belirtmiştim zaten. Bu aralar nostaljiye bağlamanın da etkisiyle biraz eskilere gidiyorum şu anda.

Sebastian Loeb, iki hafta önce Ispanya Rallisi'ni kazanırken nasıl bir asfalt canavarı olduğunu bininci kez sergilemiş oldu. Zaten asfalt rallilerinin bahis sitelerinde yeri olduğunu zannetmiyorum. Zira, şampiyon Fransız, kariyerinde start aldığı 30 asfalt yarışından 24'ünü kazandı. Peki, onu asfaltta geçen en son kişi kimdi? Estonya'nın ulusal kahramanı Markko Martin.

Bugün sattığım Ford Focus'umu aldığım yıl, WRC'ye acayip sardığım ve aynı zamanda Ford'u da desteklediğim yıllardı. Carlos Sainz ve Colin McRae gibi bütün zamanların en önemli pilotlarını beraber yarıştıran takım, bir de genç, çelimsiz, sinirli bir tipi de takıma katmıştı. Daha önce Subaru ile yarışan, gelecek vaad eden bu Estonyalı, daha sonraki yıllarda sivri sözleri ve WRC'ye dramatik vedası ile anılacaktı.

3 sezon kullandığı Focus ile adeta bütünleşecekti Martin. Kazandığı 2003 Akropolis rallisinde, yarışın en uzun etabının başında bir tepeden atlamış ve düşüşte motor kapağının pimlerini yerinden çıkarmıştı. Haliyle de kapak ön cama yapışıyor. Peki Markko ne yapıyor? Koltuğunun seviyesini düşürerek kapağın altındaki küçük boşluktan yola bakıyor ve hem etabı hem de iki gün sonra yarışı kazanıyordu (bu videoyu izlemeden geçmeyin, delilik bu). Daha sonra Arjantin Rallisi'nde kafa-burun ekseninde attığı taklalarla Focus'unu adeta ham metale döndürüyordu. Veya gün geliyor sisli bir Ingiltere Rallisi'nde co-pilotu Michael "Beef" Park ile araç içinde kavga ediyordu.

2005 yılında Ford'dan Peugeot'ya geçerek belki de hayatının hatasını yaptı. Yükselen kariyer grafiği, Peugeot'nun mücadele gücü yeterli olmayan 307 WRC ile beraber bir duraksamaya girmişti. Ama asıl sorun o senenin Ingiltere Rallisi'nde başına gelenlerdi.

Yarış son günü Margam Park etabında sola hızlı bir virajda yoldan çıkan Peugeot, sağ taraftan bir ağaca vuruyor ve Markko Martin yarasız kurtulsa da co-pilotu Michael Beef Park olay yerinde can veriyordu (videosu bu, 4. dakikadan itibaren). Yarış iptal ediliyor, Markko ilk önce sezonun geri kalan 4 yarışından çekiliyor, sonra da kariyerini bitiriyordu. Kısacası o etapta ralli dünyası iki güzel insanı birden kaybediyordu.

Şu anki rekabetin eski gibi olmadığı yıllarda, Markko Martin WRC'ye çok şey katabilirdi, eğer o şanssız kaza olmasaydı. Peki Martin şimdi ne yapıyor? Estonya'da Subaru satıyor. Kader...

13 Ekim 2009 Salı

2010 Dünya Kupası

Dünya Kupası'na gidemeyen bir ülkenin vatandaşı olarak "zenginin malı, züğürdün çenesini yorar" lafı geçerli oluyor bizim için de. Bizim beceremediğimizi beceren, yani DK'na gitmeyi garantileyen takımlara bakalım:

Afrika'dan ev sahibi Güney Afrika dışında Gana ve Fildişi Sahilleri; Avrupa'dan Almanya, Danimarka, Ispanya, Ingiltere, Hollanda, Italya ve Sırbistan; Asya'dan Kore'ler, Japonya ve Avustralya; Güney Amerika'dan Brezilya, Paraguay ve Şili; Kuzey Amerika'dan Meksika ve ABD.

Murat Kosova'nın sesinden bu sefer şunu duymak istiyorum: "Işte Dünya Kupası bu!". Bakıcak olursanız, tarihinde başarıları-kupaları olan, gruplarında favori olan ülkeler bunlar. Dünya Kupası, dünya futbolunun en iyilerini birleştirecekse belki de doğru bir miks bu.

Eğer bu yoldan gidersek bir tek Arjantin eksik burada, olup olamayacaklarını da yarın akşamki Uruguay deplasmanındaki maç gösterecek.

Biz yine alıcılarımızın ayarıyla oynamamaya devam edelim.

5 Ekim 2009 Pazartesi

WRC'de Sezon Finali



Yazmıştık 4 yarış kala WRC sezonu çok heyecanlı geçiyor diye. Hirvonen, sonunda 1 puan Loeb'ün önüne geçmiş ve Fransız'ın 5 yıllık dominasyonunu bitirmeye yaklaşmıştı. Övünmek gibi olmasın, tahminlerim de acayip tutmuş. Finlandiya'yı Hirvonen'e, Ispanya'yı Loeb'e yazmıştım, hakkaten de öyle oldu. Yeni Zelanda'nın ortada olacağını tahmin etmiştim. Sahiden de az farkla Loeb kazandı ama daha sonra teknik bir ceza ile beraber birinciliği Hirvonen'e verdi.

Ve geriye tek bir yarış kaldı; Wales Rally GB. Çamurlu Ingiliz etaplarında bu senenin şampiyonu belli olacak. 1 puan farkla Hirvonen hala önde, yani değişen bir şey yok. 23-25 Ekim'de www.wrc.com adresimiz olacak gibi duruyor.

4 Ekim 2009 Pazar

GS-Ankaragücü Vol 2: Skib Bıraktın Koray

Hakem konuşmayı sevmem deyip kendime kıçımla gülüyorum. Ama bugünkü Ankaragücü-Galatasaray maçının hakemi muhterem Koray Gencerler'e apayrı bir konu başlığı açmak lazım.

Ilk yarıda Elano'nun rakip yarı sahada devamlı düşürülmesini es geçerken taraftarlığımın verdiği şekilde tepkiliydim. Aynı hareketler Güçlü'lere yapılınca çalıyor, bize çalınmıyor diye sinirleniyordum, klasik maç tripleri, çocukça.

Ama ikinci yarı başlayınca, görevini yeteri kadar yerine getirememenin acısıyla hareket etmeye başladı anlaşılan Koray Bey. Ilk yarıdaki çifte standartlığına ek olarak düdük çalmadığı bazı pozisyonlarla, maçın nereye gitmesini istediğini çok açık ve net bir şekilde gösterdi.

En başta Aydın'ın ceza sahasına girerken yerde kaldığı pozisyon var, rakibin arkadan tekme attığı, yetmediği ve ikinciyi geçirdiği pozisyon. Koray'ın devam dediği ama aslen kıpkırmızı kart olan. Zaten iki dakika sonra da sakatlanarak oyundan çıktı Aydın.

Daha sonra yine aynı kanatta, çizgi üstünde Ediz'in Uğur'a çifte dalması var. Uğur'un çığlığının bütün televizyonlardan duyulduğu. Koray'ın es geçtiği.

Bir de dayanamayıp artık skora etki etme isteği ile coştuğu ikinci gol var, bir Koray resitali. Tehlikeli pozisyon tam savuşturulamamışken, birazdan golü atacak oyuncunun ilk önce defansı sonra kaleciyi çok net taban göstererek geçtiği pozisyon. Serhat Ulueren'i tanıyan var mı, bir barkovizyon gösterisi hazırlatmak istiyorum. Söz, hep beraber mangal yapıp izlicez açıkhavada.

Alex Ferguson, dünkü maçlarından sonra "yurtdışında kasabın köpeği kadar fit hakemler var" demiş. O yurtdışı, burası değil, o konuda içim rahat. Ne de olsa 3 sene şampiyonluk sözü, Daum'u takımın başına getirerek verilmiyor.

GS-Ankaragücü Vol 1: The Maç

Önce maça konsantre olalım. Bu ligde ne kadar kendi taraftarının ıslıkladığı Fenerbahçe 7'de 7'yi hakketmiyorsa, yere göğe sığdırılamayan Galatasaray da 7'de 7'yi hakketmiyordu. Arada tabi ki fark var, bir takım günü kurtarıyor biri geleceği yapıyor; yani biz son iki hafta skoruna bakıp skor yazarlığı yapmayacağız. Zor geçilen Ankaraspor, Beşiktaş ve Kasımpaşa maçları hep göstergeydi. Eskişehirspor dişli rakipti ve puan kaybını şahsen bekliyordum ama Strum Graz sürpriz olmuştu. Ama Ankaragücü maçı...

Galatasaray'ın çok yetenekli ayakları var ama asıl şu ana kadar maçları kazandıran, kopmadıkları sistemdi. Bu sistemin de, üstünde taşındığı iki büyük sütunu var. Biri yüksek topla oynama yüzdesi, diğeri yüksek pas yüzdesi. Son bir kaç maçtır bu sütunlardan biri yıkık, bu yüzden de Galatasaray, çok temelden sıkıntı alıyor. Tahmin edileceği üzere, bu yıkık sütun, yüksek pas yüzdesi.

Strum Graz maçında Elano'nun, özellikle ilk yarıda attığı, boşa giden onca uzun pas hemen aklıma geliyor burada. Bugün ise bolca kısa mesafeli paslar, çok savruk bir şekilde dışarı veya rakibe verildi. Yani topla oynama yüzdesi yüksek olsa bile, bal yapamadı arılar.

Bir yandan da herkesin görevini bildiği bir sistem olması gerekirken, kimsenin naptığını bilmediği bir Galatasaray vardı sahada. Servet'in kafa topları için çakma forvet olduğu maçlara alıştık ama Keita'vari çalımlı kanat oyuncusu olmaya çalışması, en minimumundan sahadaki arkadaşlarına ayıptı. Arda'nın topu ayağından bırakmayan hali, takımdakilerin gereksiz veya isabetsiz şutları ise bana Rijkaard'ın Tam Saha'ya verdiği röportajı hatırlattı: "Türk futbolcusu duygusal, kötü giden maçı herkes tek başına çevirmeye çalışıyor". Ne güzel geleceği görmüş. Peki niye değiştirmemiş diye de kızamıyorum, çünkü iliklerimize işlemiş bu hisleri nasıl silebilir ki?

Buna rağmen Galatasaray, çok net gol pozisyonları da buldu. Yani bu takım en kötü halinde bile ciddi pozisyonlar bulabiliyor. Ama atamadı bugün. Eğer atsaydı, muhtemelen skor böyle olmazdı. Ama her zaman işler iyi gitmez ve asıl işler iyi gitmediğinde tecrübe edinirsen iyi günü cidden hakkedersin kanımca. Takım olarak bu maç çok ciddi şekilde üstünde düşünülmeli ve milli takım arasında bol bol analiz edinilmeli bu pazar öğleden sonrası. Ancak bu şekilde, bir milli maç arasıyla başlayan form düşüşü başka bir milli maç arasıyla son bulabilir.

2 Ekim 2009 Cuma

Pilot Marketi Sezonu Başlamıştır

Alonso'nun Ferrari'ye gidişinin açıklanmasına inanın diğer pilotlar da Alonso kadar sevinmiştir. Çünkü O'nun nereye gittiği belli olmadan kimse bir türlü kesin anlaşma yapamıyordu. Denge taşı yerinden oynayınca haberler de gelmeye başladı.

Şu anda line-up'ı belli bir Ferrari var: Massa - Alonso. Raikkonen'in McLaren'e geri döneceği haberleri bir süredir ayyuka çıkmıştı zaten. Sen hem Ferrari'den 2010 yılında alacağın ücreti tazminat olarak al, hem de git McLaren ile bir anlaşma imzala. Hayat ona güzel. Oradaki kuvvetle muhtemel Hamilton - Raikkonen eşleşmesi de süper heyecan verici. Bu aynı zamanda Kovalainen'in takım tarafından sallanması anlamına geliyor, onun nereye gideceği henüz meçhul.

Renault'da Alonso ile oluşan boşluğu Kubica ile dolduracak. Peki Grosjean? Pek etkileyici bir performans sunmadı sanki genç Fransız, buraya da yeni birini alacaklardır.

Bu senenin "şampi"si Brawn'da işler olması gerektiğinden karışık aslında. Button ile henüz finansal bir anlaşmaya varamadılar. Barrichello da, performansı hala yarış kazanacak seviyede olsa da, tam geleceğe yatırım olarak düşünülemez. Ross Brawn, muhtemelen Button'ı tutup Barrichello'yu sallamak isteyecektir. Gelen dedikodular, Barrichello'nun Williams'a gideceği, Rosberg'in de Brawn'a geçeceği. Button - Rosberg ikilisi de çok tehlikeli.

Williams demişken... Yıldızları Rosberg'i kaybedip yerine Barrichello'yu alacak Frank ve ekibi, 2. koltuk için ellerindeki kamikazeden kurtulmaya karar vermişler sonunda. Arkandan ağlamayacağım Nakajima. Onun yerine de Nico Hulkenberg'e şans vereceklermiş.

Toyota'nın geleceği yine tehlikede, bu demektir ki Trulli ve Glock'un da geleceği tehlikede. Force India şu an için Sutil ve Liuzzi ile yarışıyor, ya böyle devam ederler ya da takımdaki Hint kanını arttırma politikasıyla Chandok'u kapayabilirler. Toro Rosso, her sene pilotlarını en geç açıklayan takım olsa da seneye de şu andaki gibi Alguersuari ve Buemi ikilisiyle devam ederler gibi geliyor. Red Bull, zaten Vettel ve Webber'i çoktan açıkladı burada bir sürpriz yok. Yeni takımlardan ise henüz hiç bir açıklama yok.

En potansiyelli gençlerden Bruno Senna, geçen sene Brawn yarış koltuğunun direğinden dönmüştü. Bu sene de 4 takım ile konuşuyormuş, bir şekilde bir takımla onu da gridde göreceğimize inanıyorum.

O zaman hafiften bir tablo yapalım, zaman ilerledikçe içini doldururuz:

Ferrari - Massa ve Alonso
Mclaren - Hamilton ve Raikkonen
Renault - Kubica ve ??
Brawn - Button ve Rosberg
Red Bull - Vettel ve Webber
Toro Rosso - Alguersuari ve Buemi
Force India - Sutil ve Liuzzi (veya Chandok)
Williams - Barrichello ve Hulkenberg
Toyota - Kendilerinin bile olacağı meçhul
USF1 - ??? ve ???
Campos - ??? ve ???
Manor - ??? ve ???
Lotus - ??? ve ???

1 Ekim 2009 Perşembe

Sürpriz, Alonso Resmen Ferrari'de!


Sonunda böyle bir haberle blog dünyasına geri dönmekten duyduğum kıvancı sizinle de paylaşırım efenim. Evet, yıllar yılı konuşulan, bu blogda daha önce de yazdığım, herkesin bildiği bu mühim sır sonunda açıklandı: Fernando Alonso, resmen Ferrari'de.

Normalde 2011 yılı için yapılan anlaşma, Raikkonen'in kontratının bir sene erken bitirmesi için uzlaşılmasıyla beraber 2010 yılında başlayacak. Bu da sonunda pilot marketini harekete geçirecek ve burada uzun uzun bunun hakkında yazılacak.

25 Eylül 2009 Cuma

Okurlara Özür

Ey siz, bu blogu yazmaya teşvik olan okurlar. Size bir süredir özür borçluyum. Doğru düzgün yazı yazamıyorum, bayramınızı bile kutlayamadım. En başta geçmiş bayramınız mübarek olsun.

Çok şey oldu bu arada tabi ki. Ligde bir haftasonu daha geçildi ve Galatasaray-Fenerbahçe galibiyetlerle yollarına devam ederlerken Beşiktaş yine yokları oynadı maalesef. Nonda'nın 5, Baros'un 4 gol attığı ligde Beşiktaş'ın 3 gol atmış olması üzücü.

Formula 1'de fırtınalar esti. Renault, 2 sene içinde bir başka dalavere daha yaparsa F1'den men edilme cezası aldı. Flavio Briatore ömür boyu, Pat Symonds 5 yıllık men cezaları aldılar. Buna rağmen Renault, takım olarak F1'de kalmaya devam edeceğini açıkladı. Dün itibari ile de en büyük iki sponsorları ING ve Mutua Madrileña'yı kaybettiler. Bu haftasonu Singapur'da araçlarının her yerinde Renault yazacak.

12 Dev Adam, Yunanistan'a akıl almaz bir şekilde kaybetti, klasman maçlarına kaldı ve onları da pek takmadığından 8. oldu şampiyon olabileceği turnuvada. Ama o kadar zaman geçti ki bu olayın üstünden sanki yıllar önce olmuş gibi geliyor.

Önümüzde Polonya'da gerçekleştirilecek Voleybol Şampiyonası, bir haftasonu daha lig maçları ve Formula 1'de Singapur GP'si var. Ama ben yine yokum. Üstüste 3. haftasonunu Istanbul dışında (3ü de farklı yerlerde) geçireceğimden dolayı maalesef Singapur yarışını izleyemeyeceğim, içimde devasa bir uktedir. Galatasaray maçına muhtemelen elimde bavullarla gidiyor olacağım ama gitmeye azimliyim.

Tabi bu, bir kaç gün daha bloga yazı yazamayacağım anlamına geliyor maalesef. Size de bunu söyleyeyim ki "lan denyo, salladı bu işleri" demeyin. Seviyorum ben sizleri halbuki. Kendinize iyi bakın.

18 Eylül 2009 Cuma

Dün Gece Ansızın

Dün gece, özel ve önemli bir sebepten dolayı iki maçı da izleyemedim ama Galatasaray'ın Panathinaikos deplasmanından zaferle dönmesi süper bir gelişme olarak tarihe kazındı. Izlemediğim maçın maç yazısını yazmayacağım tabi ki, sadece Genoa'nın bizden önce Avrupa Ligi'nin ilk golü atmasına kıl oldum onu belirteyim istedim.

Herkese iyi bayramlar, bayramdan sonra görüşmek üzere.

17 Eylül 2009 Perşembe

Renault'nun Başı Belada

Bir süre önce yazmıştık, geçen seneki Singapur GP'sinde Nelsin Piquet'nin takım tarafından kasten kaza yaptırıldığı haberlerini. Çok da aslında inanmamıştım şahsen, takım tarafından kovulan Nelsinho'nun intikam almak için yaptığı bir hareket olarak algılamıştım.

Ama görülen, kazın ayağının çok farklı olduğu. Kaç gündür bunun hakkında yazmak istiyorum ama devamlı bir şeyler değişiyor. Ilk önce Renault cephesi, Piquet ailesine (yani Nelsinho ve babası Nelson'a) karşı dava açtı; daha sonra FIA'nın içinden biri, Pat Symonds'ın sorgusunun kayıtlarını sızdırdı; ardında Renault takımı, bugün Flavio Briatore ve Pat Symonds ile ilişiğini kestiğini ve suçlamaları reddetmeyeceğini açıkladı.

Yarış gününe geri dönelim. Alonso, 3 stop taktiğiyle başladığı yarışta, Symonds tarafından bir anda 2 stop taktiğine çevriliyor ve erkenden pite giriyor. Takım radyosundaki konuşmalarda pit ekibinin karara şaşırdığı açıkça belli. Daha sonra Piquet'nin kazası oluyor. Aracın telemetresinden Piquet'nin, ayağını gazdan çekmesi gerektiği sırada, tam aksine gazı köklediği gözüküyor. Symonds'ın FIA tarafından alınan ifadesinde de bir o kadar enteresan cümleler var. Piquet'ye kaza yapmasını söylediniz mi, elinizde harita ile kaza yerini gösterdiniz mi, kaza olacağını biliyor muydunuz gibi çok kilit sorulara cevap vermek istemiyorum yanıtını verdi. Benim kitabımda bu, ben suçluyum ama söyletemezsiniz demek. Zaten hemen arkasından Renault da Flavio Briatore ve Pat Symonds ile ilişiğini kesti.

Bir süredir Renault'nun F1 geleceği zaten tartışma konusuydu. Takım, iddiaları reddetmeyeceğini açıklayarak yarışlardan çekileceğini kuvvetle muhtemel açıklamış oldu. Bunun yanında Briatore ve Symonds'a da çok büyük cezalar gelecek, hem sportif hem kriminal. Ingiliz Futbol Federasyonu FA da, QPR'ın sahiplerinden Briatore ile bir görüşür.

Formula 1 tarihinde binbir tane skandal oldu, en sonuncusu da Mclaren'in Ferrari aracının planlarını çalmasıydı. Ama bu, şu ana kadar görülenler arasındaki en çirkini muhtemelen. Hem yarışın sonucu ayarlayan hem de insan hayatını tehlikeye atan, kelimenin tam anlamıyla şeytani bir plan. Kazanmak için bu kadar mı herşey mübahtır? Ve FIA, tarafları affetmeyecektir. Peki bundan sonra her kazaya şüpheli gözle bakılmaz mı?

Güzel bir okuma için Autosport'un Crashgate olayını analiz ettiği sayfanın linki de burada. Benden daha güzel derledikleri kesin.