rijkaard etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
rijkaard etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ekim 2009 Pazar

GS-Ankaragücü Vol 1: The Maç

Önce maça konsantre olalım. Bu ligde ne kadar kendi taraftarının ıslıkladığı Fenerbahçe 7'de 7'yi hakketmiyorsa, yere göğe sığdırılamayan Galatasaray da 7'de 7'yi hakketmiyordu. Arada tabi ki fark var, bir takım günü kurtarıyor biri geleceği yapıyor; yani biz son iki hafta skoruna bakıp skor yazarlığı yapmayacağız. Zor geçilen Ankaraspor, Beşiktaş ve Kasımpaşa maçları hep göstergeydi. Eskişehirspor dişli rakipti ve puan kaybını şahsen bekliyordum ama Strum Graz sürpriz olmuştu. Ama Ankaragücü maçı...

Galatasaray'ın çok yetenekli ayakları var ama asıl şu ana kadar maçları kazandıran, kopmadıkları sistemdi. Bu sistemin de, üstünde taşındığı iki büyük sütunu var. Biri yüksek topla oynama yüzdesi, diğeri yüksek pas yüzdesi. Son bir kaç maçtır bu sütunlardan biri yıkık, bu yüzden de Galatasaray, çok temelden sıkıntı alıyor. Tahmin edileceği üzere, bu yıkık sütun, yüksek pas yüzdesi.

Strum Graz maçında Elano'nun, özellikle ilk yarıda attığı, boşa giden onca uzun pas hemen aklıma geliyor burada. Bugün ise bolca kısa mesafeli paslar, çok savruk bir şekilde dışarı veya rakibe verildi. Yani topla oynama yüzdesi yüksek olsa bile, bal yapamadı arılar.

Bir yandan da herkesin görevini bildiği bir sistem olması gerekirken, kimsenin naptığını bilmediği bir Galatasaray vardı sahada. Servet'in kafa topları için çakma forvet olduğu maçlara alıştık ama Keita'vari çalımlı kanat oyuncusu olmaya çalışması, en minimumundan sahadaki arkadaşlarına ayıptı. Arda'nın topu ayağından bırakmayan hali, takımdakilerin gereksiz veya isabetsiz şutları ise bana Rijkaard'ın Tam Saha'ya verdiği röportajı hatırlattı: "Türk futbolcusu duygusal, kötü giden maçı herkes tek başına çevirmeye çalışıyor". Ne güzel geleceği görmüş. Peki niye değiştirmemiş diye de kızamıyorum, çünkü iliklerimize işlemiş bu hisleri nasıl silebilir ki?

Buna rağmen Galatasaray, çok net gol pozisyonları da buldu. Yani bu takım en kötü halinde bile ciddi pozisyonlar bulabiliyor. Ama atamadı bugün. Eğer atsaydı, muhtemelen skor böyle olmazdı. Ama her zaman işler iyi gitmez ve asıl işler iyi gitmediğinde tecrübe edinirsen iyi günü cidden hakkedersin kanımca. Takım olarak bu maç çok ciddi şekilde üstünde düşünülmeli ve milli takım arasında bol bol analiz edinilmeli bu pazar öğleden sonrası. Ancak bu şekilde, bir milli maç arasıyla başlayan form düşüşü başka bir milli maç arasıyla son bulabilir.

23 Ağustos 2009 Pazar

Akşam Maç Var!

Uzun zamandır bu kadar heyecanlı hissetmemiştim. Perşembe günü Levadia maçını kaçırdım, akşama maç var ve gitmeyi iple çekiyorum. Rijkaard geldiğinde herşeyin güzel olacağını umuyorduk ama bu kadar kıpır kıpır, kımıl kımıl olacağını bilmiyorduk. Sezon başı "en büyük transfer, eldeki kadronun oynar hale gelmesi" diyordum ama böyle keyif vereceklerini beklemiyordum. Yaz başında kombine almak konusunda emin değildim; Kapalı, eskisi gibi değildi uzun zamandır, taraftar da taraftar gibi değildi. Ama bu sene bambaşka bir kimliğe bürünmüş herkes. Belki Çarşı gibi çığlık çığlığa değiliz, Fenerliler gibi herkes orjinal forma ile gelmiyor ama herkes orada olmaktan keyif alıyor. Eğleniyor. Yüzler mutlu. Takım sahaya çıkınca da istekli, köstek değil destek ve sevgi had safhada.

Uzun zamandır maça gideceğim için bu kadar heyecanlanmıyordum. Akşam Kapalı'da görüşürüz.

16 Ağustos 2009 Pazar

GS 4-1 Denizli

Hava sıcak, eylüle kadar Ali Sami Yen nasıl olsa sayfiyecilerle doludur diyerekten ben de terlikle gittim maça. Belki herkes rahat bir modda ama tıklım tıklım tribünler; herkesin takımı izlemeye olan açlığı o kadar belli ki. Yenilmek yok akılda, kaç atıcaz var.

Galatasaray'ı bu sezon ancak Metalist Kharkiv taktiği ile yenebilirsin; ilk golü atıp uyuyan devi uyandıracaksan 85'ten sonra atacaksın ki fazla vakit kalmayacak. Netanya'dan sonra Denizli de aynı hatayı yaptı. 3-4 senedir küme düşmeme mücadelesi veriyor Horozlar, galiba bu sene işleri her zamankinden daha da zor. Maalesef anti-futbol vardı sahada, defans kabuğuna çekilelim, bulursak bir gol bulalım ve Çanakkale Geçilmez'i oynayalım. Ilk golü de buldular ama sonu iyi bitmedi onlar için.

Iki penaltı da penaltı, hakem de bunları vermiş. 4-1 yenmişsin. Ama hakemden hiç memnun kalmadım. Bu kadar sertlikle başa çıkamaması, kartlarını çifte standartla kullanması gerçekten çok sıktı. Bu akşamlık Deniz Çoban'ın adı, Gay in Black.

Bir de sürpriz yapayım, Kader Keita'yı eleştireyim. Hızlı, dikine oynayan, tehlikeli bir adam. Bir arkasında kaldınız mı yandınız. Ama pasa dayalı Galatasaray oyunları için fazla şahsi oynuyor. Özellikle ilk yarıda tam önümdeydi ve Uğur'a veya Barış'a çıkarması gereken bir çok pozisyonda çalıma niyetlendi. Çalımla adam da geçiyor ama bugün Denizlispor, Keita'yı değerlendirmek için tam bir çıta değil. Sezonun ilerleyen zamanlarında, daha ciddi defanslara karşı bu şahsi oyun, Galatasaray'ın bütün oynuna etki edebilir. Onun dışında ne kadar etkili ve tuttuğu zaman pozisyona bambaşka bir boyut katabilen biri, zevkle de izlemedik değil.

Ek olarak Kewell ve Baros'u genel oyunlarından daha aşağıda gördüm. Yine de belli bir seviyenin altına düşmeden görevlerini yerine getirdiler. Kewell zaten iki güzel penaltı golü de attı. Ama maç içinde nispeten daha silikti. Baros ise bir çok uygun pozisyona girmesine rağmen gol atamadı. Hele ilk yarıda altıpas içinden bomboş bir kafayı tam ayağının dibine vurdu, baya enteresandı. Aydın da kendini bulmuşa benziyor, güveninde ciddi bir artış var. Inşallah yıllardır beklenen patlamasını artık yapar. Peki Elano? Mide rahatsızlığı geçirdiği için bugün kadroda yoktu ama o da takıma monte oldu mu çok enteresan şeyler olacak gibi duruyor.

Şahsen bütün defans bloğunu tebrik etmek istiyorum, Rijkaard ile beraber. Goldeki Emre Güngör hatası hariç herkesin, görevini layıkıyla yerine getirdiği ve sezoniçindeki başarının çok önemli unsurlarından olan rotasyon için hazır olduklarını gördüğümüz bir maç oldu. Rijkaard'ı da cesurca bütün defansı birden değiştirdiği, rotasyonda bütün takıma ihtiyacı olduğunu gösterdiği ve gerçekten en hazır olana forma verdiği için tebrik ediyorum.

Daha önceki maç yazılarında da değindik, Galatasaray'ın saha içi disiplini yüksek bu sezon. Yine duran toptan gol var, bu sefer Arda golü atan oldu. Ama asıl önemlisi ikinci penaltının kullanımı. Belli ki bu takımın penaltıcısı Kewell. Keita yaptırdığı penaltıyı kullanmak da istedi. Bir yandan da maç sonrası yazılarında yazılmayan bir şekilde Barış da oradaydı, o da kullanmak istiyordu, hatta belki Keita'dan da fazla. Arda, ikisine de Kewell'ın kullanacağını söyledi. Keita belli ki çok dert etmedi (ki maç sonu demecinden de öyle anlaşılıyor) ama hemen penaltı ardından oyundan çıkan Barış, bu duruma içerlemiş. Hatta çıkarken kulübenin önündeki suyu ufaktan tekmelediğini gördüm sanki. Ama eminim siniri yatışıp mantıklı düşününce o da penaltı atma görevinin çok ciddi olduğunu ve orada öylesine karar verilmediğini anlayacaktır.

Galatasaray, sezon başından beri iyi sinyaller veriyor zaten. Bütün camia da hevesli ve istekli. MFÖ'den geliyor bu akşamın şarkısı: "Şampiyon biziz diyor Ali, attığımız gollerden belli".

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Antep'teki Ilk Adımlar

En kötü sezonunda bile Antep deplasmanı hep bir zordur, artık misafirlerin yemeğe doyamadığı kebabından mı bilinmez. O yüzden sezonu erken açmış Galatasaray'ın ligin ilk haftası bu maçı aradan çıkarması bir avantaj, sıcağa rağmen.

Daha sonra Fenerbahçe'nin de yaptığı gibi Galatasaray'ın da maçı golle açması, ileriki dakikaların stresini aldı üstünden. Bir de M. Sarp'ın golü ta Ispanya'daki kankamdan bile reaksiyon buldu: "Olm bu sene kesin şampiyonuz". Dilekler o yönde ama sezonun 20. dakikasında söleyince biraz erken teşhis oluyor. Nitekim aynı tempoyu götüremedi Galatasaray, golü yedi. Ama yediğin zaman da böyle gol yiyeceksin. Ne güzeldi o gol öyle. Hemen parantez açalım; Antep, gerçekten çok başarılı Brezilyalı transferleri yapıyor. Elbette ki başa oynayan takımların iyi transfer yapması lazım ama ligin kalitesinin gerçekten artması için diğer takımların da belli seviyeye geçmesi lazım. Antep şu an belki hazır değil ama özellikle hücumda iyi bir kadroları var. Bek pozisyonlarını doldurmaları ile bu sene Avrupa Ligi'ni zorlayacağını düşünüyorum Antep'in. 

Galatasaray, aslına bakılacak olursa 3 bölgede de kadro derinliğine sahip. Ama yıllardır yaşanan sağ bek cenabetinin (Uğur, Hasan, Emre Güngör vs, bir tek Sabri sakatlanmadı, var bu işte bi iş) şimdi de ön liberoya kaydığını görüyoruz. Önce Topal ardından Linderoth. Şu anda orada M. Sarp ve Ayhan oynuyor. Anladığım kadarınca Rijkaard, Barış'ı ön liberodan daha ileri bir pozisyonda düşünüyor ki oraya koymuyor. Yoksa Barış da en az sahadaki ikili kadar iyi götürürdü. Ama elindeki hücumcuları son derece hızlı ve dikine oynayan Galatasaray'ın ön liberoları bazen el freni görevi görebiliyor. Yani iki sakat ön libero ile iki oynayan arasında ciddi bir fark var; defansif anlamda olmasa da topu ileriye taşıma konusunda. 

Herşeyin yanında Arda kendine ayrı bir paragrafı hakkediyor. Demek ki 10 numara oynamak için 10 numaraya ihtiyacı varmış. Duran top asistleri, golleri, isteği ve gün geçtikçe artan fiziği. Bir Galatasaraylı'lıktan çok bir futbolsever olarak mutlu oluyorum onu izledikçe. Bu sözü bir tek kez, Ribery için söyledim, ama bir kere daha söylemeye değer: "Bu zamanların tadını çıkaralım, bu adam bi kaç seneye dünya yıldızı olacak"

Bu güzelliğin sırrının ne kadarı diğer takımlardan önce sezonu açmaktan geliyor bilmiyorum ama Galatasaray, gerçekten çok doğru bir yolda. Bu kadro ve teknik heyet potansiyelini sahaya yansıtabilirse çok enteresan şeyler olabilir.

24 Temmuz 2009 Cuma

Yine Düştük Yollara

Bulutsuzluk Özlemi'nin Yine Düştük Yollara şarkısı geldi aklıma dün akşam, Tobol maçı sırasında. Yine başlıyoruz işte, bir sezon daha, yepyeni bir heyecan. Hatta öyle bir heyecan ki temmuz maçlarının genelde dolmadığı Ali Sami Yen, bu sefer tıklım tıklım dolu.

Yine de maçın doğası itibariyle oyuncular da tribünler de hep 2. vites modunda. Rahatız, futbolun güzelliği belirsizliğinden gelse de kimsede o heyecan yok. Bu sefer küçük kahramanlar çıkmayacak sahadan, kazanması gereken kazanıp gidecek. Keza öyle de oldu. Bu arada da bize ufak notlar düştü.

Galatasaray, çok ahım şahım bir futbol oynamadı; bazı şeyler zamana ihtiyacı olduğunu gösterdi, bazıları ise Rijkaard faktörünün ortaya çıktığını. Neler mesela?

Kötülerden başlayalım. Bir kere Tobol gibi bir takıma karşı bile pozisyon bulmakta zorlandı takım. Adamlar her ne kadar 10-0-0 taktiği ile çıkmış olsalar da beklenti hep bol gollü galibiyet ile rahat bir maç izlemekti. O kısmet olmadı. Ön liberolar fazlasıyla rakibin içinde kalınca, top şişirmenin artık yasak olduğu Galatasaray, çok fazla sızamadı rakip yarısahaya. Ama normal lig maçlarında bu kadar yatacak takımların azlığı ve arkada kalacak alanların çokluğunu düşününce bu sıkıntı heralde aşılacak. Bir yandan da yeniler ile eskiler arasında ufak tefek uyum sorunları yaşandı. Mustafa Sarp ilk golünü atmış olsa da yavaş, fazlasıyla garantici ve yer yer savruk bir izlenim bıraktı bende. Mustafa gibi Serdar da ilk dakikalarda ayakları titreyen bir oyuncuydu. Gökhan Zan da Servet ile beklenen uyumunu henüz yakalamış değil. Bir de en büyük sorunlardan biri, sadece bir kanadı kullanabilmiş olmamızdı. Yaser ve Sabri'nin sağ kanadının hiç çalışmadığını üzülerek gördüm, Serdar ve Balta ise Arda'nın da eklenmesi ile arı gibi çalıştılar. Yaser ve Sabri'nin, sezon içinde ilk 11'den rotasyon seviyesine, oradan da daha aşağılara düşeceklerini tahmin ediyorum. Hatta umuyorum.

Düşününce ilk maçlar bunlar, belki en kolay tur ama şahsımca aynı zamanda en zor turlardan da biri. Peki o zaman iyi yönleri ne? En başta takım ne yaptığını biliyor artık. Görüyorsun sahada bunu açıkça. Mesela Orkun, her topa vururken iki kere düşünüyor. Eskiden her topu dan dun diken adam, şimdi pas vermeye çalışıyor hep. Serdar Eyilik'in heyecanını maç içinde arkadaşları o kadar güzel bastırdı, o kadar destek verdiler ki ilk maçtan potansiyelini göstermeye başladı. Maçın başlarında 3-4 top arka arkaya kaybetti, her kayıpta Hakan Balta ve Arda yanına gelip "bravo, çok güzel, olur, helal" gibi sözlerle cesaretlendirdiler. Arda özellikle her uygun pozisyonda Serdar ile paslaştı, ona özgüven vermeye çabaladı. Ne de olsa 3 sene önce aynı durumda olan oydu. Bunların yanında Rijkaard'ın felsefesinin birinci koşulu olan "top nolursa olsun bizde kalacak", dün akşam harfiyen uygulandı. Oyuncular, açık görmedikleri anda geriye döndüler, zorlamadılar. Top bizde kalmalıydı. Seneler önce Şampiyonlar Ligi grubundan çıkmak için ASY'de Barcelona'yı yenmek zorundaydı Galatasaray. Barcelona bir gol bulmuştu ve bir daha da top göstermemişti bize. Bir ileriye gidiyorlardı, bir geriye. Dün akşam, onun enstantanelerini gördüm bizde de. Kesinlikle mutlu edici.

Bir de çalışılmış pozisyonlar, duran toplar. Yıllardır Galatasaray'ın duran top sorunu vardır, bir türlü adam gibi kullanamaz bunları. Ama dün akşam, daha sezon başı olmasına rağmen, organizeydi herkesin durduğu yer, kime atılacağı, kimin nereye koşacağı. Öyle ki, Servet'in attığı golde Arda, erken koşan Servet'i durdurdu, geri gönderdi, tamamlaştılar, sonra da kornerden Servet'in kafaya ordan da ağlara. Antreman golü gibi.

Bu noktalar da beni önümüzdeki uzun yollar için mutlu etti. Bu takımdan iş çıkacağını, iyi şeyler olacağını hissediyorum ve görüyorum. Umarım yanılmam. Zevkli bir sezon bizi bekliyor.

17 Temmuz 2009 Cuma

Tobol 1 - 1 Galatasaray


Sezonun hem en önemli hem de en önemsiz karşılaşmalarından biri olarak yazılacak heralde bu akşamki Tobol maçı. Önemli çünkü bu tip küçük takımlara karşı gardı düşük yakalanmak daha olası, hem de rakibin ligi çoktan başlamış ve ne yapacağını bilen bir rakip ise. Önemsiz çünkü daha temmuz ve uzun (olacağına inandığımız) bir yolun başlangıcının başlangıcı. 

Çok fazla teknik taktik yazılacak bir maç değildi, neyse ki yanımda bir arkadaşım vardı da uyumadım hatta. Ama aklımda kalan bazı şeyler var. Bir kere gençlerle başlamak hem onlara güven ve zaman vermek açısından hem de asıl takımı erken forma sokup sezonun kritik haftalarında form düşüklüğüne sokmamak açısından önemli. Yarı suni bile olsa Rijkaard, gençlere şans veren bir hoca kimliğine bürünür artık. Ama o zaman insan soruyor, her hazırlık maçında oynatıp beğendiğin Emre Çolak nerede? Çok rahat bu maçta oynayabilecek ve oyuna katkı sağlayabilecek bir isimdi oysa ki. Ayrıca yine Sabri'nin kullandığı duran toplara kalmazdık, inşallah bir gün o hastalığı da atıcaz üstümüzden. Eskiden Hasan Şaş'ın kullandığı kısa kornerler vardı, onun gibi bu da. 

Alpaslan'a da bir paragraf açalım. Benim sevdiğim bir oyuncu, bu akşamki oynu veya kırmızı kartı düşüncelerimi çok da etkilemedi. Kendisine gösterilen iki sarı kartın da ağır olduğunu düşünüyorum, keza birincisinde önce kaymasına rağmen sonradan ayağını çekmişti. Yine de emin olmak için tekrar izlemem lazım. Nolursa olsun Alpaslan'ın Volkan Yaman'dan daha nitelikli bir sol taraf yedeği olacağına inanıyorum. 

Bir de özlemişiz stadlarla elektriklerin gitmesini. Ben ilk yarı bitti zannetmiştim, daha devamı varmış. 

Maçı sıktık sıktık bu kadar suyu çıktı, haftaya Ali Sami Yen'de canlı canlı sezonu açtığımızda daha enteresan şeyler yazacağımıza eminim. Ayrıca yarın bir sonraki tur için kura çekimleri var, hem Fenerbahçe'nin hem de muhtemelen Galatasaray'ın rakiplerini de öğrenmiş olacağız. O bile bu akşamki maçtan daha aksiyon olabilir.

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Toparlamaca

Arasıra oluyor bana bunlar, yazamıyorum yazamıyorum sonra hepsini toplayıp bir kerede yazıyorum. Okumak üzere olduğunuz post da böyle birşey.

- Wimbledon finalini açtığımız anda Roddick, kendisine ilk seti kazandıran puanı alıyordu. 4 saat sonra düğüne gitmek için son seti 10-10 bıraktığımızda iki finalisti ayıran hiçbir şey yoktu hala. Setler 2-2, oyunlar 10-10, hatta skor da 15-15'ti yanılmıyorsam. Tek enteresan şey, o ana kadar Federer, bir kere bile Roddick'in servisini kıramamıştı. Aldığı iki set de tie-break'ten. Roddick ise sadece 2 oyun kırabilmişti, aldığı her set başına bir tane. Bir yandan da çok ciddi bir ace savaşları vardı kortta. Biliyorsunuz artık, Federer finali kazanmış durumda ve tarihte en fazla Grand Slam kazanma ünvanını ele geçirdi. Ama olay o değil. Maçı, kilitlenmiş bir eşitlikte bıraktığım için çok mutluyum aslında. Çünkü artık o maç, kazanmak veya kaybetmek için oynanmıyordu; sonsuzluğa berabere devam edecek ama hiç bitmeyecek şekilde paketlenip yollandı benim gözümde.

- Rijkaard'ın müzikal zevkini de okumuş olduk bu hafta. Nirvana'dan Pixies'e, The Smiths'ten Sex Pistols'a çok ciddi bir müzik zevki var çikolata renkli Hollandalı'nın. Flying Dutchman da güzel bir gönderme yapmış bu habere. Kendisinden sonra Barcelona teknik direktörü olan Guardiola'nın Coldplay aşkını biliyorduk ama güzel oldu adam gibi müzik zevki olan birinin takımımızın başına geçmesinin. Şimdi GS'de oyuncu olmak vardı.

- Formula 1 sonunda pistlere ve sadece pistlere dönmeye başlıyor. Haftasonu Almanya GP'si var. Nurburgring'de rövanş zamanı hatta. Button, rüya gibi geçirdiği sezonda çok istediği "home" yarışını Vettel'e kaptırmıştı. Şimdi de Vettel'in evindeyiz, Button için ayrıca bir motivasyon olabilir. Göreceğiz. Her ne kadar Button ve Brawn bu seneyi götürüyor gibi gözükse de Red Bull ve Vettel'in işin peşini bırakmaması güzel. Yine de Brawn, aynı rekabetçi seviyeyi seneye de korumak istiyorsa olabildiğince erken şampiyonlukları kapıp 2010'a konsantre olmalı, çünkü büyük takımlar şimdiden o işe kolları sıvadı.

- Tour de France devam ediyor. Gol Atan Kaleye, bir ara değindi bu konuya ama henüz gerisi gelmiş değil. 4. günde uzun zamandır yapılmayan zamana karşı etap koşuldu, Astana kazandı. Armstrong ile sarı mayo arasında da saliseler kaldı. Hem de bu sefer takım kaptanı değil. Ilerleyen günlerde bu konuya da değiniriz.

10 Haziran 2009 Çarşamba

Gelecek Bu Mu?

Galatasaray'ın geleceği hakkında öngörüleri daha yeni yazdık, üstündeki duman tüterken sabah okuduğum haberleri buraya iliştireyim dedim.

Sarı kırmızılıların, orta vadedeki hedefleri göz önünde bulundurarak ve Rijkaard'ın ismini kullanarak önemli transferler gerçekleştirmeyi hedeflemesi gerekir. Mustafa Sarp imzayı attı. Ama bir de medyanın GS'ye getirmeye çalıştığı isimler var. Orhan Şam, GS'nin uzun zamandır ilgilendiği bir oyuncu. Uğur gayet güzel bir şekilde yazmış PCLionFC'ye, kendim çok uzatmayacağım. Ama nedense Orhan Şam denince aklıma kendi kalesine attığı goller geliyor. Defans için adı geçen diğer bir oyuncu da Khinizasvili (veya öyle bir şey). Tugay'ın eski takım arkadaşı Gürcü oyuncuyu hemen hemen hiç tanımıyorum, belli olan tek şey var: Eğer ülkemize gelirse spor spikerlerinin ciddi sıkıntı çekeceği. Yine de çizdiğimiz Galatasaray vizyonuna uygun bir oyuncu mu, düşünmek lazım. Elimizdeki kozları kullanarak mesela Lucas Neill'in alınması daha uygun olmaz mı? İş imzaya kaldı diyorlar, hiç de fena olmaz. Hem de Avustralyalı dayanışması ile Kewell'ın da performansı artabilir.

Ama bir isim var ki takılmış durumdayım. Rijkaard ile Barcelona'nın kurduğu iyi ilişkilerden bize düşen Gudjohnsen olacakmış. Barcelona'da bulunduğum 2006-2007 sezonunda Eto'o yerine oynuyordu Izlandalı, Kamerunlu'nun sakatlanmasının ardından. Gerçekten saç baş yolduran, şehri kendine düşman edinen bir forvetti. Bir de Sarı Fırtına lakabı takılmış kendisine, bırakın Beşiktaşlı Metin'de kalsın o lakap. Zamanında Fenerbahçe ile adı geçerken sevindiğim bir oyuncuydu, fanatik damarımın kabardığı anlarda. Mantıklı bir yöneticinin bunun yerine yapması gereken genç 3-4 Türk forveti almak, en azından bir tanesinin tutacağını hesaplayarak. Üstüne para da kalır. Demem odur ki, aman!! Sakın!!

Içimi rahatlatan bir tek nokta var şu anda transfer konusunda. Yukarıdaki isimlerden Neill hariç diğerlerine soru işaretiyle bakarım, ama zaten Galatasaray transfer komitesi (Haldun ile Üstünel biraderler yani) son yıllarda adı geçen kimseyi imzalamıyor. Onun yerine daha iyi oyuncuları şapkadan çıkarıyorlar.

Transfer sezonunun bu balonlarını, heyecanını o kadar özlüyorum ki sezonun ilk haftalarında bir içim burkuluyor. Maçlar çok gerçek, çok değiştirilemez geliyor. Sonuçta zaten önemli olan gidilen yer değil de yolun kendisi değil midir? Ronaldinho mu dediniz?

9 Haziran 2009 Salı

Galatasaray'ın Geleceği

Galatasaray Futbol Takımı, orta vadede çok ciddi başlangıçlar yapmak üzere Haziran 2009 itibariyle. Belki yıllar sonra dönüp "taa o günlerde başlamıştı" diye anacağımız günler. Buradan etkenleri sıralayalım.

Galatasaray Teknik Direktörlüğü müessesi, bir süredir ciddi bir içe dönüklük yaşıyordu. Son 10 yılda sadece 2 istisna vardı hatta, biri Lucescu öbürü Gerets. Onun dışında 2. Fatih Terim dönemi, Kalli'nin gidişinde Cevat Güler, Skibbe'nin gidişinde Bülent Korkmaz, Hagi gibi aslında bu camiada adı zaten bilinenler vardı hep direksiyonda. Yani taze bir bakış açısı, beyaz sayfanın getirdiği karşılıklı saygı Florya'da varlığı az bulunan şeylerdi. Şimdi 3. istisna geldi takımın başına. Rijkaard, Lucesu ve Gerets'ten adı daha çok bilinen, yaşça daha genç ama daha önemli kupalar kazanmış biri. Tam da taze bir bakış açısı getirebilecek, futbolcuların seve seve saygı duyacakları biri. Kadro, aslında tam da böyle bir teknik adamın elinde yoğurulması gereken bir kadro. Galatasaray'ın efsane zamanlarından kalmış, takımda kemikleşmiş ve çok güçlü politik gücü olan oyuncuların hepsi gitti, en son Hasan Şaş ve Ümit Karan ile beraber. Yani sahadışı liderlik pozisyonu, uzun zamandır olmadığı kadar boş Florya'da. Oyuncu kadrosu da kabiliyetli olmasının yanında bir o kadar da genç. Düşünün ki Sabri, bu takımda bir Abi! Kewell, Baros ve Lincoln gibi yurtdışında ciddi bilinirlikleri olan yabancılar da var. Geçen seneki verimsizliğini atarsa, elde büyük işler başarabilecek bir takım var.

Bir yandan da Rijkaard hamlesinin Fenerbahçe'nin Roberto Carlos hamlesine benzeyen bir tadı var. Avrupa'da en üst seviyede bilinen bir adamı getirmek, bilinilirliği arttırmak, imaj kazanmak. Fenerbahçe bu hamleyi futbol hayatı bitmek üzere olan bir sol bek ile başardı, Galatasaray ise yaşı genç bir teknik direktörle daha ileri gidebilir. Rijkaard'ın adı, Galatasaray'ın bu yaz yapacağı transferlerde ciddi bir referans olacak. Kewell ve Baros'ta olduğu gibi bir anda hiç beklenmedik isimlerin bir sabah ansızın Florya'da ortaya çıkmasını bekliyorum açıkçası.

Kısacası önemli bir teknik adam ve yoğurularak çok iyi bir takım olmayı bekleyen oyuncu topluluğu var şu anda Galatasaray'ın elinde. 2000 ruhu denen şey, arasıra hep geldi gitti ama şu anda belki de bir 2010 ruhu oluşuyor.

Ve yukarıdaki 2010 ruhuna bir de başkent lazım: Yeni Ali Sami Yen. Bu sezon son kez Mecidiyeköy'de oynayacağız inşallah maçlarımızı, bir sıkıntı olmazsa 2010-2011 sezonunda da Aslantepe yollarında olacağız. Çok sevdik, çok tarih yazdık ama 13 senedir yüzlerce kere gittiğim stad artık eski havasında değil. Tribün önlerine konan camlar, Kapalı Alt'ın geliştirilmesi, tuvaletlerin yenilenmesi değil; bizim artık baştan aşağı yenilenmeye ihtiyacımız var. Rahat rahat stada girip çıktığımızda, devre arasında oturacağımız koltuğumuz olduğunda daha bir coşku ile maçı izleyip takıma sahip çıkacağız büyük ihtimalle. Babamın Fenerbahçeli olmasından dolayı Şükrü Saraçoğlu yenilenirken taraftar profilinin de nasıl yenilendiğini bizzat gözlerimle gördüm. Ortaya hem daha efektif ve baskı altına alıcı bir taraftar profili çıktı hem de bunun yanında parasını verip rahat rahat maç izleyecek bir taraftar profili de kondu. Buradan gelen gelir ise çok ciddi bir şekilde Fenerbahçe'nin çehresini değiştirdi. TT Arena ile birlikte, aynısını ve muhtemelen daha büyüğünü Galatasaray da yaşayacak. Bilet fiyatları ucuzlamayacak, tam tersine artacak bence. Doluluğun da aynı şekilde artacağını tahmin ediyorum. Yıllarca dolu stada oynayacak Galatasaray da böylece, bir yandan da kasası dolacak, marka değeri artacak, daha iyi oyuncular gelecek. Doluluğun artacağını da şuradan biliyorum: Şu anda sahayı aynı yerden gören iki kombine koltuktan ASY'deki girişi-tuvaleti-oturulacak yeri berbat olan 1400 TL iken, Kadıköy'deki düzgünü ise 900 TL. Bu şartlarda stadın bu kadar dolması bile mucize.

Heyecan içindeki takımını, heyecan içindeki bir teknik direktörle, yepyeni ve çok güzel bir stadda izlemek her Galatasaraylı'nın hayali zaten. Bunun startı da verildi, bu yoldan geri dönmemek gerek!

6 Haziran 2009 Cumartesi

Rijkaard ve Yıldız Teknik Direktörlük Vol 2

Hafızam iddialı olmasa da ben hiç bir zaman bir teknik direktöre havaalanında böyle bir karşılama hatırlamıyorum. Adeta Lincoln'ün eski şaşaasını kaybetmesiyle tribünün aradığı ilah oldu Rijkaard. Ve bunun için bir çok sebep var. 

Daha önce kulüp kültürünün oluşumunda teknik direktörün hassas noktayı oluşturduğuna dair bir yazı yazmıştım. Bir süredir Galatasaray'ın futbolcu-TD-yönetim üçgeninin TD hanesi zayıf kalıyordu. Futbolcular takımı ele geçiriyor, yönetim müdahale ediyor ve gelen başarılar da planlama ile gelmiyordu. Şu anda bu denge ciddi bir şekilde sağlandı, hatta TD'nin lehine bile döndü diyebiliriz.

Futbolcu-TD: Hollanda Milli Takımı ve Barcelona'nın başında yaptığı çok önemli işler var, bir sürü blog bunu yazdı. Tekrar etmenin alemi yok. Bakınca, Galatasaray, Rijkaard'ın oynatmak isteyeceği oyun tarzına yakın bir takım. Ayağı pas yapan, teknik adamları olan bir klüp. Kewell, Arda, Baros, satılmazsa Lincoln, hatta kendine gelirse Nonda zaten uzun uzun anlatmaya gerek olmayan adamlar. Ama arkalarında da bu yapıyı besleyen bir takım var. Topal, Ayhan gibi ayağı iyi top yapan ön liberolar var. Hakan Balta gibi bir sol bek için fazla bir adam var. Iyileşirse Uğur Uçar, bakarsınız Sabri gibi adamlar var. Bunlar, Rijkaard'ın oynatacağını istediğini düşündüğüm pas oyununda kendilerini geliştirip, o düzene çabuk adapte olabilecek adamlar. Aynı zamanda yavaştan unutulmaya yüz tutan gençler var: bknz Alpaslan Erdem, Özgürcan, Semih Kaya, Murat Akça vs. Bu gençlerin artık gerçek anlamında kullanılacağını umuyorum. Galatasaray'ın elindeki kadronun işlevselliğinin sağlanması, yönetimin bu sene yapabileceği en büyük transfer aslında. 

Bir yandan da bu kadar güvenilen, tribünlerin saf sevgi değil aynı zamanda saygı ile de yaklaşacağı bir adam var kulübede. Yanında da Johan Neeskens gibi çok çok önemli bir yardımcı. Yani gelecekte kendini geliştirmek isteyen oyuncunun, sözlerini harfi harfine dinlemek isteyeceği bir teknik kadroya sahip GS. Lincoln bile, artık arıza çıkardığında, bu sefer tek başına kalacağını bilmeli. Bu tabiri caizse "tatlı bir yusuf yusuf"un, kadroyu olması gereken yere çıkaracağını düşünüyorum. 

Yönetim-TD: Bir de yönetime karşı yıldız teknik direktör var. Bu sene içinde yönetim, Skibbe'ye karşı veya ona istediklerini dikte edici hareketler yaptığında kimse sorgulamıyordu. Adnan Polat ve ekibi, Rijkaard gibi önemli bir adamı getirerek aralarındaki bir sürtüşmede taraftarları da karşılarına alma riskini de aldı aslında. Bunun şansa atılmış bir adım olduğunu zannetmiyorum. Bu da artık belli "grandplan"lere göre hareket edileceğinin işaretidir öyleyse. Bu denge, bozulmadığı sürece 3 tarafın birbirine karşı sorumlu olduğu ve taraftarın da en çok destekleyeceği yapıdır bence.

Yani yıldızlar hizalandı, güzel şeyler her an olabilir. Galatasaray'ın yeni sezonu büyük heves ile bekleniyor tarafımdan. 

Rijkaard ve Yıldız Teknik Direktörlük Vol 1


Acaba çok ciddi bir para mı önerdi Adnan Polat'la Haldun Üstünel, yoksa olmayan bir transfer bütçesi mi koydular önüne ama öyle veya böyle Frank Rijkaard Istanbul'a geldi, Galatasaray'a imza atmaya. Çok çok ciddi bir başarı gerçekten. 

Biraz link verelim, önce yurtiçi. Hürriyet, buradan vermiş haberi. Hollanda Milli Takımı'nın başında yaptıklarını görmezden gelip Barcelona'da patladığını sanmış Hürriyet, bir de Victor Valdes'i Portekizli yapmış. Sonra gelelim webaslan.com, Rijkaard'ın geliş hikayesine yer vermiş. Macera, aksiyon, entrika, kara melek. Ülke turumuzu daha nispeten elle tutulabilir bir kaynak ile bitirelim: Buyurun burdan NTVSpor'a. 

Dünyadaki yankılarına da ufaktan bir değinelim. El Pais, herkesten önce vermişti haberi aslında. El Leones de Estambul'un geçen sezonu hakkında da açıklayıcı bir yazı ile süslemişler, başarılı bence. Sonra tabi ki haberin yayınlanmasının başlı başına bir haber olduğu uefa.com var. Orada bizimle ilgili bir haberin çıkması direk haber oluyor nedense. Kısa ama öz ve net bir haber, biraz TRT kafası. Ama önemli bir noktaya değinmişler, 16 Temmuzda açılacak GS sezonu ile "Rijkaard has little time to waste" demişler. Hollandalı'nın takımı daha tanımadığı dünkü basın toplantısında belli oldu. Hakkaten önünde hızla yapılması gereken çok iş var. Hayırlısı. Buradan Almanya semalarına uçuyoruz. 4-4-2.com'un haberi burada, bir de bunun yanında Galatasaray'ın Juventuslu 22 yaşındaki ofansif ortasaha Giovinco ile de anlaşma imzalamak istediği haberi var. Enteresandır, bu haberi şu ana kadar başka hiç bir yerde görmedim. Ama Juventus'un gençlerinden birini almak güzel bir iş olsa gerek. Arkadaşı tanıyan varsa bir yorum ile şenlendirsin lütfen.

Bu işin haber turu kısmı, şimdi bir de Yıldız Teknik Direktörlük kavramına geçelim. Buradan...

16 Nisan 2009 Perşembe

Yalan Rüzgarı GS

Dizi kültürünün aslında futbola yansıması bu transfer haberleri. Futbol oynanmayan yaz aylarında gazetelerin verdiği transfer haberleri, geldi geliyor, gelmiyor, ailesi ikna ediliyor gibi haberleri takip etmesi gayet keyifli. Galatasaray, geçen sezon işin bütün keyfini kaçırmıştı, Kewell ve Baros bir anda gelivermişler, kimseye onlar hakkında yazma fırsatı tanımamışlardı. Neyse ki bu sezon erken başladı adaylar da arayı kapıyorlar.

GS özelinde, en büyük soru kimin gideceği. Servet, Mehmet Topal, Lincoln, Sabri en büyük adaylar. Şaş ile de yollar ayrılacak sanki. Görünüşe göre De Sanctis de bonservisi yüzünden geri dönecek. Ama asıl soru, Bülent Korkmaz nolacak?

Geldiğinde efsaneydi, hala da öyle aslında ama belli ki Galatasaraylılığı dışında bu efsane statüsü gereği gelmişti, yani 2. Fatih Terim dönemi ve Hagi'nin gelişi gibi bu da bir "Efsane getir herkes sussun" operasyonu. Seneye de GS'nin başında kalmayacak gibi. Hemen adaylar türedi; Van Gaal, Rijkaard, Felix Magath ve Mathias Sammer.

Van Gaal, şu anda Eredivisie'de AZ Alkmaar ile lider, şampiyon olması da büyük ihtimal. Diyelim ki AZ'den ayrıldı, muhtemelen bizimkilere bırakmazlar kurt hocayı. Gelse süper olur ama heveslenmiyorum. Rijkaard hakkında soru işaretlerim var açıkçası. Elindeki kadro Ronaldinho-Etoo-Messi-Deco-Henry'li Barcelona kadrosuydu, yani başına ben bile geçsem birşeyler yapardım. Kaldı ki son sezonunda çok da başarılı değildi. Yani benim açımdan rüşdünü ispatlamış değil (he, sen kimsin ki diyebilirsiniz o ayrı). Felix Magath da Wolfsburg ile sessiz sedasız geldi Bundesliga'nın tepesine oturdu. Almanya'da neler olur bilinmez, çok enteresan bir lig oluyor bu sene. Yine de şampiyonluk yolunda 3 puanlık bir avantajları var ve Bundesliga'da yılın teknik direktörü olur Magath. Van Gaal'deki gibi, Wolfsburg'dan ayrılsa bile bize yedirmezler. Bir de gazetelerin bize en yakın dediği isim var, Mathias Sammer. Açıkçası istemiyorum gelmesini, ikinci bir Skibbe vakası olacakmış gibi geliyor bana.

Bir de geçenlerde Van Nistelrooy'un GS ile anlaştığı yönünde haberler çıkmıştı. Adriano da Fener'e gelir bütün yaz... Güzel, güzel, bu yaz zevkli geçecek.

PS: Bugün bir de Laudrup kapının önüne koyuldu, o da yazımızın favorilerinden olacak heralde.