30 Nisan 2009 Perşembe

Ferrari Alacakaranlık Kuşağı (Analiz)

5 senelik meyvesiz ama sıkı çalışmaların sonunda yüzleri güldürdüğü zamanlardı 2000'lerin başı, Ferrari adına. Jean Todt, 95 şampiyonu Michael Schumacher'i transfer ederken onunla aynı dili konuşan ve iyi anlaştığı teknik ekibi Ross Brawn ve Rory Byrne'ı da getirmişti. Üst üste gelen 5 pilotlar ve 6 markalar şampiyonluğu, o zamana dek tahmin bile edilemeyen bir başarıydı. 

2006'nın sonunda bu başarılı formül, yerini genç jenerasyonlara bırakma kararını aldı. Önce Schumacher, kazandığı Monza'dan sonra tifosilerin önünde ağlayarak sene sonu bırakacağını açıkladı. Sonra Ross Brawn, bir senelik balık tatiline çıkacağını söyledi. Ve de Rory Byrne da görevini asistanı Aldo Costa'ya bırakarak arka bir role geçti. 

Gelen yeni jenerasyonun başarısız olduğunu iddia etmek zor, 2007'de Kimi Raikkonen'in Ferrari'deki ilk senesinde şampiyon oldular zira. Ama o sene hala Jean Todt'un yarı aktif görevde olduğunu ve takımdaki etkisinin çok yüksek olduğunu unutmamak lazım. 2008'de artık aktif görevde değildi Todt. Yine de takım, rüzgar dolu yelkenleri ile çok iyi savaştı bütün yıl, ancak son yarışın son virajında kaçırdı şampiyonluğu. Fakat yeni jenerasyon için asıl sınav, 2009 yılı. Baştan aşağı yenilenmesi zorunda olan araç, tamamen onların elinde evrilen ilk araçtı ve ilk büyük testleriydi. Ve maalesef sonuç ortada, ancak 4. yarışta alınan 3 puan var elde. 

Bütün başarısızlıklar pist üstünde de değil. Geçen sene, son şampiyon Raikkonen'ın sadece 2 yarış kazanması nasıl açıklanabilir? Zor bir insan belki ama motive edilebiliyor muydu? F2008, doğarken ona uygun değildi ama teknik takım ona yeteri kadar yardımcı olabildi mi? Bunların üstüne Ferrari gibi nüfuzlu bir takım, bütün sene şampiyonlarının sporu bırakacağı haberlerini engelleyemedi. Baskı altında çatırdamaya başlayan bir takım imajı oluşuyordu Ferrari'de. Huzursuzluk heryerdeydi, hala da öyle. 

Takım patronu, takımın her an herşeyinden sorumludur. Kural değişiklikleri öncesi aracın baştan aşağı tasarımından, takım içindeki personelin uyum içinde olmasından, FIA ile ilişkilerden, herşey herşeyden. Stefano Domenicali ise, benim düşüncemde, bu ağır gömleği kaldıramıyor. Jean Todt var iken takıma kimse karışamıyor ve karışma isteği duymuyordu. Şimdi ise, Italyan tarzı politikaların dolup taştığı Ferrari'de, takımı herkes bir tarafından çekiyor. Luca di Montezemolo, artık takıma daha yakın. Michael Schumacher her yarışa geliyor. Jean Todt ise uzaktan, oğlu ve Massa'nın menajeri Nicholas Todt ile takım üstünde hala etkili. Alonso'nun menajeri bile yakınlarda. Domenicali'nin avantajı ise, Italyan milliyetçiliği ile kaynayan takımdaki Italyan patron olması. 

Şu andaki durumda F60 çok yavaş, aerodinamik olarak geride, KERS sorunlu, seneye kimin takımda olup olmayacağı belli değil. Sorun nerede, o da tam olarak bilinemiyor. Diffuser olayında geride kalan takımlardan olan Ferrari, yeni difüzörünü Ispanya GPsinde tanıtacak. Ama yeteri kadar bir gelişme olmazsa şimdiden 2010 sezonunun aracına yoğunlaşılacağı söyleniyor; hoş, Domenicali bunu reddediyor ama Ferrari artık dedikoduların merkezi durumunda. 

Ferrari'nin Adnan Polat'ı Luca di Montezemolo, yakında teknik direktörü Domenicali'yi sallayabilir. Raikkonen-Alonso değişimi, 2009 sezonunun harcanabileceğinden sonra şimdi de Michael Schumacher'in teknik direktörlüğe geçebileceği dedikoduları ağızdan ağıza yayılıyor. Çokbaşlılık, bokbaşlılıktır ve Ferrari de bunu yaşıyor şu anda. Cevap ne bilmiyorum ama Şahlanan At, bir süre şahlanamayacak orası belli. 

29 Nisan 2009 Çarşamba

Gösterip de Vermemek

İşten dolayı haldır haldır entry yazamıyorum, zaman geçtikçe de draft olarak duran yazılara yeni şeyler eklemek istediğimden bir türlü bitmiyor yazılar. Ilk önce ellerimden öpen şu Ferrari analizi var, takım puan aldı ben bi analiz yazamadım. Onun dışında 3 gündür melül melül bakıştığım teknik direktörlük analizi var, her gün yeni şeyler oluyor bitiremiyorum. Ama bunu bu sefer bitiricem, bir oturuşta.

Gösterip de vermemek... Türk gencinin korkulu rüyası, sevgi-nefret ilişkisinden çıkamadığı bir kavram. Ama bu sefer hoş bir şey olarak kullanmıyorum. FIA, Mclaren'e ceza gösterdi ama vermedi. "Vaz diz" diyeceksiniz, hemen oralara geçiyorum.

3 Nisan'da bu şekil bir Mclaren yazısı yazmışız, cezaların geri kalanı da bugün Paris'ten geldi. FIA Mahkemesi, Ingiliz takıma aslında 3 yarıştan men cezası verdi. Ama o zamandan bu zamana arada yaşanan gelişmeler ışığında (çok iğneli bir dilim var) bu cezayı erteleme kararı aldı. Noldu bu arada? Bir kere Dave Ryan kovuldu, Ron Dennis direkt alakalı olmasa da işi bıraktı, Mclaren de FIA'dan kamuoyu önünde özür diledi. Bir de bugün takım patronu Martin Whitmarsh'ın bütün suçu kabul edip özür dilemesi ile beraber FIA yumuşamış belli ki, cezayı 1 sene içinde başka herhangi bir suç işlemedikleri sürece iptal edecekler. 

Gol Atan Kaleye'den Mustafa Taha ile konuşuyorduk konuyu, şu konuda çok net hemfikirdik ki zaten ekmeğini taştan çıkardığı bir sezonda bir de 3 yarış ceza alsa, Mclaren şimdiden 2010 sezonunu hedefleyebilirdi. Zira hiç bir iddiası kalamazdı. 

Bir de FIA-Mclaren ilişkisini retrospektif alalım. F1'de kafalarda iki büyük takım kavramı var aslında, Ferrari ve Mclaren için. FIA da genel kanı olarak Ferrari'nin yanında yer alıyor, ya da Mclaren'e daha ağır davranıyor diyebiliriz. Ama Mclaren de her zaman FIA'ya daha fazla koz verdi. Iki sene önce Ferrari'nin aracının bütün tasarımlarını CD CD (ç)almışlardı. Çok çok büyük bir suç, çok çok büyük bir ceza ile sonuçlandı. O seneki takımlar puanları silindi ve 100 milyon dolar gibi babafingo bi meblağ veriverdiler FIA'ya. Geçen sene de Belçika Spa-Francorchamps'da Hamilton'a ceza verip çizgiyi ilk geçtiği yarışta 3.lüğe indirdiler. Bence bu karar biraz muallakta. Ferrari aynı şeyi yapsaydı muhtemelen aynı cezayı almazdı, kişisel görüşüm bu. Ama bu sene başında FIA'ya gündüz gözü ile yalan atmaları artık inanılmaz bir şeydi. Ben olsam muhtemelen iki sene önceki gibi bir ceza verirdim, sonuçta yetkililere çok açık bir şekilde yalan attılar, bir de üstüne yakalandılar kendi ağızlarından. Bugün atılan başlıklar o yüzden yerinde; Mclaren ucuz kurtuldu.

FIA, aslında geçen sene pistteki olaylara dair Mclaren'e verdiği ağır cezalar ve Ferrari'ye verdiği hafif cezalar ile biraz gebeydi Ingilizlere. Bu davada eli ağır davranamadılar o yüzden. Ama gerçek anlamda "gösterip vermediler". Eğer Mclaren yine bu tip bir olaya karışırsa çok ciddi yara alır, iki sene öncekinden bile büyük. Artık bunların yaşanmayacağı bir güven oluşturması lazım Mclaren'in. Yoksa herkes bir açıklarını yakalamaya çalışacak. 

28 Nisan 2009 Salı

Avrupa Sezonu Öncesi Son Çıkış

Sıcaklar altında, şeyhler önünde, yağmursuz/güvenlik araçsız, sonunda gazlı meyve suyu olan bir Formula 1 yarışı izledik haftasonu Bahreyn'de. Neredeyse bütün aksiyon ilk turda oldu zaten, sonrası 3-4 sene öncenin pit stop taktikleri ile dolu yarışlarına benzedi. 

Toyota'lar hafif ve önde olmanın avantajını kullanamadılar, çok bekledikleri ilk galibiyeti alamadılar. Nedense sıralama turlarındaki başarılarını bir türlü pazar gününe yansıtamıyor Japon takım, en büyük sorunları bu bence. Vettel'in yarışının akıbeti zaten ilk virajda belli olacaktı, aynen de öyle oldu. Elinde avantajlar (ağır benzin yükü sayesinde fazladan atacağı turlar ve buna rağmen çok hafif Toyotaların arkasında 3. başlaması) ve dezavantajlar (ağır benzin yükü ile yavaş kalkma ihtimali ve ağır aracın lastikleri fazla aşındırması) vardı. Startta yapması gereken sıra kaybetmemekti, özellikle de Button'a. Ama işte o kritik yeri kaybetti startta, sonra da hep Button'ın arkasında kaldı. Böylece Jense de bu sezonki 3. yarışını kazandı. Yine de belli ki Brawn, ilk yarışlardaki kadar önde değil herkesten. Hele de Avrupa sezonuna herkes ciddi yeniliklerle girecekken onların geliştirme yarışında atacağı adım, şampiyonadaki kaderleri için çok ciddi bir gösterge olacak. 

Hamilton özellikle startta bir anda parladı, sonra da asıl yerine çekildi. 4.lük yine de iyi bir yer onlar için, Mclaren gittikçe geliştiriyor kendini. Özellikle de sezonun ikinci yarısı yarış kazanma potansiyeline ulaşacaklar gibi. Yine de şu anda bir tane Brawn'ı geçmek bile önemli bir başarı. 

Silver Arrow'ların ezeli rakibi Şahlanan At'lar da ilk puanlarına sonunda ulaştılar; biraz ite kaka da olsa... Luca di Montezemolo bile gelmişti Bahreyn'e, ki çok yaptığı bir şey değildir. Ona rağmen neredeyse ilk virajda Massa ile Raikkonen birbirlerini yarış dışında bırakıyordu. Massa yeni bir burun için pite girmek zorunda kaldı ve yarışı o anda bitti ama neyseki Kimi 6.lıkla 3 puan aldı ve Ferrari'yi tarihinin en kötü sezon başlangıcı rekorundan kurtardı. Onlarla ilgili analizi yazmaya da başladım, o da yakın zamanda gelecek inşallah.

Ilk turlarını lider götürdüğü yarışta 7. olan Timo Glock ise Mark Webber ile beraber bir başka hayal kırıklığı. Heikki Kovalainen de. BMW'lerin ikisi de. Hele ki BMW... Yarışı son iki sırada tamamladılar, hem de Nakajima hariç herkesin bitirdiği bir yarışı. Bu utançtan sıyrılmak için Avrupa sezonunda çok ciddi atılımlar yapmaları lazım. Nakajima ise yarışı bitiremeyen tek pilot olarak görevini yerine getirdi...

Herkes artık önündeki maçlara bakacak, zira Doğu Turu bitti. Arkada kalan bütün büyük takımların beklediği Avrupa sezonu 10 gün sonra başlıyor. Ferrari'nin Ispanya'da yarıştıracağı yenilikler yeteri katkıyı yapamazsa bu seneyi bırakıp şimdiden bir sonraki seneye hazırlanacağı dedikoduları var. BMW de çok ciddi aero atılımları yapacağını ilan etti şimdiden Ispanya'da. Mclaren zaten gelişme sürecine başladı bile. Brawn cephesi ise oldukça sessiz, onların yapacakları karşı hamleler de aynı şekilde önemli. Türkiye GP'sine ise 3 yarış kaldı!!!

27 Nisan 2009 Pazartesi

Barcelona Fikstüre Karşı


Her ne kadar Barcelona "Yılın Takımı", Messi "Yılın Futbolcusu" olsa da çoğumuzun gözünde, herşeyin bir sınırı vardır. Bu haftasonu Valencia'ya takıldılar. 

Şimdi önlerindeki maçları yazıcam, siz de yorum kısmında maçların ne olacağına dair tahmin yürütün. Bunlar sırasıyla:

Barcelona vs Chelsea (Camp Nou, 28.04)
Real Madrid vs Barcelona (Santiago Barnebau, 03.05)
Chelsea vs Barcelona (Stamford Bridge, 06.05)
Barcelona vs Villareal (Camp Nou, 10.05)
Barcelona vs Athletico Madrid (Stadı bilmiyorum, 13.05)

Işte size bir fikstür...

Barcelona'ya Gitsin

"O adam her zaman topu istiyor. O zaman gir tek oyna, biz dışarıda duralım... Zaten devre arasında geldi, hep aynı! Önce Batuhan'la, bugün benle, sonra da başka futbolcularla olur. Bu kadar iyi futbolcu madem, neden Barcelona'ya gitmiyor? Iyi futbolcuysan başka takıma git oyna! Neden Gençlerbirliği bıraktı seni o zaman? Işte hep bu yüzden"

Suleymanou Youla

Beşiktaş maçında sahada kavga ettiği 
takım arkadaşı Engin hakkında basına demeç veriyor

25 Nisan 2009 Cumartesi

Bahreyn Sıralama Turları

Pistteki mücadeleden sonra benzin yüklerinin açıklanmasıyla kim kimdir, nedir necidir rahat rahat konuşabiliriz.

Toyota'lar, sezonun başından beri yüksek olan formlarını pol pozisyonu, hatta ilk çizgiyi kilitleyerek aldılar. Japonya'dan gelen kazanma baskısını bu haftasonu atlamaları çok da yakın aslında, zira sezonun ilk üç yarışında pol pozisyonunu alanlar yarışı da kazandılar. Bu trend devam ederse Trulli, Renault ile kazandığı 2004 Monaco'dan beri ilk galibiyetini alabilir. Öbür türlü olursa da Trulli'nin klasik "iyi sıralama turu-kötü yarış" koleksiyonuna bir tane daha eklenir. Yine de arkasındaki Glock'un nedense daha şanslı olduğunu düşünüyorum (Trulli daha çok benzinli olsa da). Hemen arkalarındaki Çin galibi Vettel'in 3.lüğünün nasıl bir başarı olduğu da ortaya çıktı. Ilk 7'deki en ağır pilot kendisi. Lewis Hamilton, 4. Button ile 6. Barrichello'nun arasına kara kedi gibi girdi, onun (ve aracının) performansı da hızla yükseliyor. Alonso 7. ama arkasındaki Massa, Rosberg ve Raikkonen'den çok daha hafif. Yani yarış içinde hızla arayı açmazsa muhtemelen bu 3lünün gerisinde kalır, işi zor. Ve sonunda iki Ferrari birden Q3'e kaldı. 8 ve 10. olsalar da çok kötü sayılmaz performansları, zira Rosberg ile beraber ilk 10'daki en ağır araçlar onlarınki. 

Kovalainen ve BMW'ler Q2'de elendiler, yavaş yavaş bu sahnelere alışmaya başlıyoruz. 3'ünün de KERS kullandığını ekleyelim. Yine de geçen sene 2008 aracını geliştirmeyi erken bırakıp 2009'a yoğunlaşan BMW'nin performansı bişilerin yanlış gittiğine işaret. Fabrikada birileri geçen sene ağustos böcekliği yapmış. Nakajima'ya bile geçildiler, ben olsam uyuyamazdım bu akşam. 

Q1'e takılıp erken aramızdan ayrılanlar genelde olağan şüphelilerdi, Toro Rosso ve Force India'lar ama 5. bilet beklenmedik bir isme kaldı: Mark Webber. Özellikle Red Bull'un performansı bu kadar iyiyken neden orada kaldı, bir şey söyleyemiyorum, buraları izleyemedim. Yine de ben Piquet ve Nakajima'nın elenip Webber ve Buemi'nin devam ettiği bir senaryoyu bekliyordum açıkçası. Şaşakaldım...

Yarın Toyota'lardan birinin yarışı kazanacağını düşünüyorum, karşılarındaki en büyük engel yarış kazanmaya bu kadar yakın olmanın getirdiği baskı sanki. Ama Bu senenin kazananlarının hep yeni takımlar olduğunu düşünürsek, bütün trendler Toyota'ya işaret ediyor. Gelecekleri için bu kadar önemli iken bu galibiyet, ben de sanki onların kazanmasını ve spordaki yerlerini daha sağlamlaştırmalarını istiyorum. Yine de onlardan 10+ kilo ağır olan 3. Vettel de startı iyi alırsa çok önemli bir avantaj yakalamış olur. Ama eğer birileri onu ilk virajda çıkarırsa, kendini Vettel'in gayriresmi menajeri ilan eden Bernie kaşlarını çatıp British English ile tepesine iniverir onun. Mazallah...

Yarın gün ortası 3'te TRT 1'de Bahreyn GP'si, bu da benim haftasonu TV akışım olsun. Esenlikle kalın efem...

24 Nisan 2009 Cuma

Petter Solberg ve Izdırabı

Honda, Formula 1'den çekilirken çok ses çıkardı, herkes oraya kilitlendi. Ama aslında çok daha üzücü bir gelişme yaşandı motorsporları dünyasında geçen yaz; o da Subaru'nun WRC'den çekilmesi. Rallilerin efsane takımı (Honda gibi çok da özel olmayan değil yani) artık yoktu, eminim Colin McRae'in kemikleri sızlamıştır.

Bazı ralli pilotları vardır, senelerce aynı takımda yarışır ve o takımla özdeşleşirler. Mesela Gronhölm, yıllarca Peugeot'da yarışmıştı ve artık Fransız marka ile anılmaya başlamıştı. Sonra her ne kadar Ford'a geçmiş ve orada emekli olmuş olsa da hala Peugeot yılları ile anılıyor. McRae 95 Şampiyonluk yaşadığı Subaru ile, Tomi Makinnen de 4 sene üstüste şampiyonluklara ipotek koyduğu Mitsubishi ile anılır, doğal olarak. Şu anda da Sebastian Loeb Citroen'ın bayrak adamı oldu. Yalnız bir adam var ki halini gördükçe içim sızlıyor. Subaru ile şampiyon olup, takımın en kötü zamanlarında bile ayrılmayı düşünmeyen Petter Solberg'den bahsediyorum. 

Bugünkü Arjantin Rallisi'ne başlangıcını 4 yıldır yaşadığı en güzel sabah olarak yorumlayan eski şampiyon (sempatik kişilik) Solberg, yıllardır kullandığı Subaru yarışlardan çekilince 2005 model bir Citroen ile yoluna devam ediyor. Rakipleri son model Citroen C4 veya Ford Focus 2009 kullanırken 4 yıllık Xsara ile yoluna devam etmesi beni hakkaten üzüyor. 

Etraflıca bir analiz fln değil bu aslında, sadece üzüldüğümü söyleyecektim, bir de Subaru parkurlara dönsün istiyorum, bi de foklar öldürülmesin istiyorum, ve dünya barışı....

23 Nisan 2009 Perşembe

Ferrari Alacakaranlık Kuşağı (Kronoloji)

Uzun zamandır beklenen post geliyor sonunda. Geçen senenin Markalar Şampiyonu, 21. yüzyılın en başarılı takımı Ferrari'nin 2009'daki büyük çöküşünün arkasındaki sır perdesini aralıyoruz!!! Az sonra...

Bu seneki sıkıntılar aslında geçen sene başladı Ferrari'de. Son ana kadar devam edilen, çok ateşli bir rekabette Markalar Şampiyonluğu kazanılıyordu ama son yarışın son virajında Pilotlar Şampiyonası'nı Hamilton'a kaptıran Massa'nın gözyaşları, o zamanki umudun boşa çıkmasıydı. (Bu noktada sizlere F1.com'daki yarış videolarını kesinlikle tavsiye ediyorum, inanılmaz güzel ve heyecanlılar; kaçırmayın). Son viraja kadar yarışan takım, bu sezon gerçekleşen çok ciddi kural değişikliklerine tam da konsantre olamadı, zira son ana kadar o kanat bu beygir hala debeleniyordu. Kural değişikliklerine karşı yapılan yeterli olmayan çalışmalardan gelen sinyaller de hiç iyi değildi. Takımdan yetkililer bile bir süre sonra inkar edemez hale geldi: Ferrari, KERS'i bir türlü geliştiremiyordu. Bu sene için opsiyonel olan sistemi, sezon başında kullanmayacakları da söyleniyordu hatta. Sonra araç tanıtıldı, yeni sezon testleri başladı ve Ferrari, en hızlı araba ilan edildi. Şahsen ben arada ne olduğunu anlamadım, iki gün önce ağlayan takım şimdi "şunlar belki rakibimiz olabilir" diye rahat konuşuyordu. 

Asıl sallanan ise ezeli rakipleri Mclaren'di. BMW ile kıran kırana savaşacakları tahmin ediliyordu pundit'ler tarafından. Sonra, martta tanıdık bir isim bir anda moralleri bozdu. Brawn GP, Ferrari dahil herkese bir nanik çaktı ve gridin en hızlı aracı oluverdi. Hani şu 2 hafta öncesinde batan takım. Bazıları gözlerine inanamayıp "yok canım az benzindir, yok canım sponsor arayışıdır" dedi, bazıları ise alt çenesini yoldan topladı.

Neyse yaz tatili bitip bütün çocuklar okula döndü sonunda, elde yaz ödevleri ile. Ferrari, o bilinmeyen arada KERS ile ilgili sıkıntılarından kurtulmuş ve Melbourne gridinde yeni sistemle yer almıştı. Sıralamada 6-7. sıraları alan Kimi ve Felipe, cumartesi akşamı herşeyin çok iyi olmadığını ama ertesi gün yarışta avantajlı olabileceklerini söylüyorlardı. Bilselerdi ki Massa'nın bu 6. başlangıç pozisyonu, yazıyı yazdığım şu gün hala geçilebilmiş değil, belki de Melbourne'den direkt eve dönerlerdi. Pazar günü de hiç bekledikleri gibi geçmedi. TRT'nin çoğunu gösteremediği yarışta iki Ferrari de hem tempo olarak yavaştı, hem de dayanıklılık sıkıntıları ile yolda kaldılar. Hemen bir sene öncesine, Avustralya 2008'e dönelim. O yarış bittiğinde de Ferrari puan alamamış ve dahası iki motor arızasıyla rezil olmuştu. Nolursa olsun, bu seneki daha kötü bir sinyaldi. Çünkü araç hem dayanıksızdı (gecen seneki gibi) hem de yavaştı (ki asıl sorun buydu). Aynı motoru kullanan Toro Rosso ile 2 pilotuyla birden puan alıyordu. Işlerin iyi gitmediği aşikardı ama olmayacak iş değildi. Malezya'da herşeyin düzeleceği ve sihirli değneğin aslında ellerinde olduğunu düşünüyordu takım, bir de şu diffuser olayı açıklığa kavuşsa... 

Malezya'da da işler çok yolunda gitmedi. Hem de daha cumartesiden... Massa, ilk sıralama seansında nasılsa yeteri kadar iyi bir tur atıp takılıyorken, bir anda 16.lığa inip oracıkta kalıverdi. Ilk defa bir Ferrari, sorun yaşamıyorken Q1'de takılmıştı. Tek açıklama yine Felipe'den geldi: "Eskiden çok hızlıydık, rahat geçiyorduk, artık herşeyi buralarda bile kendimizi salmamamız lazım". Pazar günü gümbür gümbür gelip yarışı kafasına göre bitiren yağmur aslında, birilerine de süper bir kıyak geçmişti. Keza yarış tekrar başlasaydı Kimi Raikkonen, başlayanlar arasında olmayacaktı. Button ve diğer herkesin arabasının içinde beklediği 40 dakika boyunca Kimi üstünü değişmiş dondurmasını yiyerek takılıyordu. En başta çok eleştirilen Finli'nin, KERS sisteminin zaten bozulduğu ve başlayamayacağı sonra anlaşıldı. Bir rezalet, yağmur sayesinde sessiz bertaraf edilmişti ama Sepang'dan da puan çıkmadı. Çin öncesinde Ferrari, her ne kadar performans avantajı sağlasa da henüz güven kazanamayan KERS'leri kullanmayacağını açıkladı. Görünüşe göre Massa her hafta daha cesur çıkışlar yapıyordu bu arada; "Araç zaten yavaştı, iyice yavaşladı KERSsiz, işimiz tamamen şansa kaldı". O şans da Felipe'nin yanında değildi, ilk defa elle tutulur bir performans sergilerken (13.lükten başladığı yarışta 3.lüğe çıkmıştı) bu sefer de elektronik bir hata aracı kapatmış, Güvenlik Aracı periyodunda Brezilyalı kenara çekivermişti. Raikkonen'in savaşı ise ilk 10'a girmek içindi. Yani an itibari ile Ferrari, 3ün birini bile bulmuş değil. 

2008 Markalar Şampiyonu Ferrari, Katar GPsi öncesi puan alamamış iki takımdan biri. Sıralamanın sonunda Force India'ya eşlik ediyor. Bu, işin kronolojisi. Sırada kişisel yorumlarım ve analizlerim var. 

Huzurlarınızda Ali Okancı (Vol II)


EE: Blogunun bu kadar kisa zamanda populer olmasini neye bagliyor? Kendi blogunun diger bloglardan farki ne? Basin iceirsinde yer almasinin, bir televizyoncu olmasinin bloguna kattigi artilar neler?

AO: Ben aslında bu kadar popüler olacağını tahmin etmiyordum ama sanıyorum medya dünyasındaki anılarımı yazmam ve kendimi deşifre etmiş olmamın bunda payı büyük. Ben aynı zamanda futbol dünyasındaki popüleri takip ediyorum. Amacım her şeyden önce postlarımla eğlenmek ve eğlendirmek. Sonra bilgi vermek. Kendi blogumla sürekli yenilikler düşünürüm, başka ne tür yenilikler olabilir onun peşindeyim. Mesela diyalog kurmacalar yapıyorum. Benim blogumun kendine has özelliklerinden biridir. Ama blogum okunsun okunmasın açıkçası o kadar önemli değil. her şeyden önce kendimi geliştirmeme yardımcı olduğuna inanıyorum. Hem yazı yazmamı geliştirmemi hem de bilgilerimi taze tutmamı, gündemi yakalamamı sağlıyor.

EE: Nolucak bu Arda'nın hali diye merak ediyorum, nedir bu sinir agresiflik, bu cezalar vs. Onun aldığı bilgilere göre Bayern'e transfer olucak sene sonunda diye yazmıştı Aceto diye hatırlıyorum, bu kafayla Avrupa’da herhangi bi klup alır mı Arda'yı, Barcelona Arda'yla ilgileniyo mu?

AO: Öncelikle Arda ne olursa olsun bence Türkiye’nin son dönemde yetiştirdiği en iyi futbolcu. İnsan soruyor kendine Arda Avrupa’ya transfer olmazsa kim olur diye? Arda transfer yapacaktır ya bu yaz ya da bir dahaki yaz. Buna eminim. Onu alacak olan kulüpler de var. Son yaşanan olayların onun transferine gölge düşürdüğüne inanmıyorum. Hayatında ilk kez yaşadığı bu tür bir olaydan dolayı onu asamayız. Hangimiz hatalar yapmadıkki? Bayern’e transfer olması Ribery’nin ayrılmasına bağlı. Barcelona’nın da Arda’yı istediğini ya da ilgilendiğini hiç zannetmiyorum. Barcelona Ribery’yi alır, Henry’nin yerine, Bayern de Ribery’nin yerine Arda’yı. :)

EE: Türkiye’de futbolcular neden bu kadar kötü, acaba hiç antrenman yapmıolar, hepsi sigara alkol mu kullanıyo, bunun önüne hiç bi teknik adam geçemez mi, Avrupa’daki meslektaşları haftada 3 maç 90 dk çatır çatır oynarken, bizimkiler sezonun en formda olması gereken zamanlarında 60 dk zor çıkarıp sahada dökülüyorlar, ayrıca zırt pırt çocuk gibi sakatlanıp kaç hafta oynayamıyolar üstüne üstlük iyileşemiyolar bi türlü tam olarak, sorum şudur, bizimkilerin genleri mi bozuk !??

AO: Bizimkilerin genlerı bozuk değil öncelikle bunu söyleyeyim. Ama çalışmadıkları, iyi antrenman yapmadıkları konusunda hemfikirim. Her şey futbolcunun kendisinde bitiyor aslında. Hangi yönü eksikse o yönünün üzerine gitmeli ve kendini geliştirmeli. Teknik ekip de ona doğru yolu göstererek yardımcı olmalı. Örneğin Arda’nın şutu yok. Çalışmalı antrenmanlardan sonra 1-2 saat daha, kaleye bol bol şut atmalı. Sabri mesela benim hatırladığım 2-3 yıl önceki Liverpool maçında (deplasmandaki) 2 orta yaptı ve bir daha da yapmadı. Koy 50 tane topu önüne, sağdan soldan hergün 50 kez, 500 kez orta yap! Ama akılları fikirleri başka yerlerde bu adamların ne yazıkki! Angarya geliyor heralde bazen. Biran evvel işini gücünü bitirip kaçmak istiyorlar olay mahallinden.

EE: Turk spor basinindan en begendigin isimler kimler?

AO: Uğur Meleke, Uğur Vardan, Kanat Atkaya ve İbrahim Altınsay.

EE: Futbol disinda en cok takip ettigin spor dallari hangileri?

AO: Atletizm, basketbol ve snooker.

EE: İlkbilen.blogspot.com gerçek midir? Yoksa kendisi mi?

AO: Evet gerçektir. Gerekli olan bilgileri blogumda vermiştim. Ben de yalan yok! J

Huzurlarınızda Ali Okancı (Vol I)


Karşılıklı buluşmamızdan dolayı geç oldu ama sagolsun kendisi Haberturk binasında çok guzel agırladı beni. Kendisiyle oturduk, konuştuk, keyifli bir sohbet yaptık. Sorularınızı da sordum ve cevapları da aldık. Resimler, bilgisayara yukledigim zaman buraya da eklenecek.

Ezeliebedi: Spor basınında yer almak isteyen sosyoloji mezunu biriyim. Iletişim mezunu olmayanlar nasıl bu sektore girebilir? Ne yapmalılar? Iletişim mezunu olmak şart mıdır? Hatta spor medyasında olmayı tavsiye eder misiniz yoksa "hiç bulaşma, biz bir hata yaptık sen yapma" diyorsunuz?

Ali Okanci: İletişim mezunu olmayanlar aslında tıpkı iletişim mezunlarının yaptığını yaparak spor medyasına girebilirler; sektör içindeki birini yakından tanıyarak ve onun desteğini alarak. Açıkçası benim kişisel fikrim bu. Ben 1999 yılında mesleğe başladığımda ilk çalıştığım kurum olan TV8’in kapısından geçerken başvuruda bulunmuş ve 10 yıl önceki şartların da elverişli olması sayesinde hiçbir tanıdığım olmasa da bu mesleği yapmayı ne kadar çok istediğim ve spor hakkında bilgi sahibi olduğum konusunda o zamanki müdürümü ikna etmeyi başarmıştım. Artık sektörün içinde yer almak çok daha zor. Aslına bakarsanız iletişim fakültesi mezunlarının oranı sektör içinde iyice azaldı. Spor medyası içinde yer almanızı futbolu, basketbolu, formula 1’i, atletizmi ve diğer dalları gerçekten seviyorsanız ve takip ediyorsanız tavsiye ederim. Çünkü sevdiğiniz bir işi yapmak kadar güzel bir şey yok. Hem hobinizi, zevkinizi karşılıyorsunuz hem de bundan para kazanıyorsunuz. Bundan daha güzel ne olabilirki?!

EE: Çok absürd paralar kazanıp hatta saha dışında can ciğer olan profesyonel (!) adamlar nasıl saha içerisinde bizim mahalle maçlarında ki fanatik abilere dönüşüyorlar? Dünya kupası üçüncülüğü Avrupa Şampiyonasında yarı final yani birşeylerin farklı olduğunu görmek için daha neler yaşamak gerekiyor?
GS-FB maçını izlerken ben de R.Carlos ve Lincoln gibi uzaktan baktım olanlara.O an düşündüğüm tekşey GS kale arkasındaki top toplayıcı çocuğun Arda'ya baktığında ne hissettikleriydi.Çünkü o çocuk bir zamanlar Arda bir zamanlar Guardiolaydı...

AO: Futbol hayattır demiyor muyuz? Hayatta sevgi, aşk, mutluluk, nefret, kin vs. olduğu gibi futbolun içinde de bunlar var. Dünya’nın dört bir yanında da geçtiğimiz günlerde Ali Sami Yen’de yaşanan olaylara şahit olabiliyoruz. Ama bu daha çok bizim gibi 3. sınıf toplumlarda oluyor. Bize küçükken sadece kavga etmememiz söylendi, öğretildi, ama kavga etmek zorunda kaldığımızda ne yapmamız, nasıl anlaşmamız ya da kavga ortamından nasıl uzak durmamız gerektiği öğretilmedi. Derbide yaşananlar da bence bu derbiye has bir şeydi yani Galatasaray-Fenerbahçe derbilerine. Bu takımın oyuncularının her ne kadar yakın arkadaş olsalar da hafta boyunca basın, aile ve yakın arkadaşları tarafından dolduruldukları, ne olursa olsun kazanmaları gerektiği baskısıyla o zemine çıktıklarını unutmamak gerekir. Tansiyonu yüksek derbilerde bu tarz olaylar oluyor, galiba olmaya da devam edecek. Ama tansiyonun zirve yaptığı, ortamın gerildiği durumlarda bireylerin otokontrol yapmaları gerekiyor. Bunun için de eğitim, eğitilmek son derece önemli. Bunu da ya toplantılarla, özel seanslarla kendi arzusuyla ya da vereceğiniz ağır cezalarla zorunlu olarak yaparsınız. Real Madrid-Getafe maçında Pepe’nin neler yaptığını gördük. Dünya’nın en büyük kulübünde oynayan bir futbolcu resmen rakibini öldürme teşebbüsünde bulundu. Demek ki Avrupa’da da arada bir birkaç kendini bilmez çıkabiliyor ve futbolun çirkin yüzü medeniliğiyle övünen batıda da kendini gösterebiliyor. Ve yine yıllar önce Atletic Bilbao ile Barcelona arasındaki Kral Kupası maçında yaşanan kavgaları gözlerinizin önüne getirin, Dünya’nın en büyük futbolcularından Maradona’nın yaptıklarını ve O’na yapılanları hatırlayın. Adı üstünde Maradona ya da Arda’ya, “En iyi futbolcu” diyoruz “En Efendi değil”!

EE: Yurtdışında Arsenal’i tuttuğunu biliyoruz ülkemizde hangi takımın taraftarı? Ülkemizde ve avrupada hangi takımın taraftarını daha iyi buluyor,beğeniyor? Büyüdüğü, sokak aralarında top oynadığı semt neresi ?

AO: Türkiye’de hangi takımı tuttuğumu söylemeyi gerçekten çok isterdim. Ama buna cevap veremeyeceğim. Çünkü ben kariyerim boyunca yaptığım yayınlarda her ne kadar taraftarlığımı kenara bırakmış olsam da, açıkladığım anda mutlaka yazılarım ya da yayınlarım tuttuğum takımla bağdaştırılacak. Olmasa bile olmuş gibi görülecek, gösterilecek. Bunu istemediğim için cevap söyleyemeyeceğim.

Ülkemizde Beşiktaş taraftarını gerçekten beğeniyorum. Neden mi? Buna şu şekilde cevap verebilirim, NTV Radyo’da lig maçlarını anlatırken her ay 1-2 kere İnönü Stadı’nda maç anlattığım oluyordu ve gerçekten tezahüratlarıyla sizi içine alan bir taraftar grubu var. Haklarını vermek lazım. Bursaspor ve Sakaryaspor’un taraftarları da oldukça iyi ve vefakar. Diğerleri de iyi canım, kimse alınmasın lütfen! Yurtdışında ise Liverpool kesinlikle. YNWA’nu söylemeleri ve kazansalar da kaybetseler de takımlarını alkışlamaları her şeye bedel. 

Büyüdüğüm semt, Beşiktaş’ta Akaretler’den çıktıktan sonra rampanın bittiği yer olan Valideçeşme. Blogumda da yazmıştım, ufakken efsane Başkan Süleyman Seba’nın önünde sokak arasında mahalle maçları yapardık. Komşumuzdu Süleyman amca.  Haftanın birkaç akşamı oturup bizi izlerdi. Ama futbol oynama konusunda pek iyi değildim. Kendimi artık maç anlatarak ve bol bol PES oynayarak tatmin ediyorum.


To be continued gun icinde...

21 Nisan 2009 Salı

Tasindik, 100 Metre Ileride Sagda

Gecen haftanin son haberlerinden biriydi, PC Lion FC'de de gecmisti haber. UltrAslan, bir dahaki sene Kapali tribunden Eski Acik'a geciyor. Genelde tribun gruplari, hem de bu buyuklukteki tribun gruplari stad yenilemesi disinda yer degistirmezler, bu son derece istisna bir durum.

En basta, son senelerde ASY Kapalisindan gitmis insanlarin geri donusu anlamina gelebilir bu. Ama gelmeyebilir de, hatta kisisel gorusum o insanlarin Telekom Arena'ya kadar gelmeyecegi. Ona da bir sezon kaldi. Yeni stadda atesli taraftari (yani UA'yi) kale arkasina alma projesi zaten uzun zamandir biliniyor. Boylece daha fazla kapasiteli kapaliyi da numaralinin yavrusu gibi efendi musteriye satip gelirleri katlamak gibi bir niyet var. Sevelim ya da sevmeyelim, paranin gozunun icine bakan modern futbolda bu da bir mecburiyet. UA'nin simdiden aciga gecicek olmasi, bunun bir provasi da olabilir. Yalniz prova senaryosunu begenmis olacaklar ki Eski Acik'in ustunun kapanmasini da istemisler. Maalesef, gerceklerden uzak bir istek olmus. Her ne kadar gonullerden bunu gerceklestirebilecek paramiz olsaydi dese de son seneni oynayacagin stada, bir de tribun kapatma masrafi yapmazsin, hatta tuvalet bile yenilemezsin belki de. Dogruya dogru.

Tribun butunlugu acisindan ise son derece dogru ve guzel bir yaklasim. Bir suredir zaten Eski Acik'in cogunlugu bagiran taraftardan olusuyordu, Kapali'da bunlarin sayisi fazla olsa da yuzdeye vurunca az kaliyordu. Boylece butun bagiran taraftarlar bir yerde toplanmis olacak, Yeni Acik'in Numarali tarafi haric. Ama burada bir kaygimi ortaya koyayim: ASY'nin o tarafinda deplasman takimi taraftarlari da var. Oradaki satasmalardan ve cikacak arbedelerden dolayi GS tezahurat gucu azalabilir veya eskisi kadar iyi olmayabilir. Daha cok aksiyon daha dagilmis bir konsantrasyon demektir. 

UA, bence, bir dahaki sezon bu karari yuzunden cekecek olsa da Telekom Arena ile birlikte rahata kavusacaktir. Bu arada yakin zamanda Telekom Arena ile yepyeni ve hic bir yerde bulamayacaginiz bilgilerle gelicem, onu da bekleyin.

20 Nisan 2009 Pazartesi

Çin'den Kalanlar

Hemen hemen herkesin kendi hikayesinin olduğu, enteresan bir pazar sabahı eğlencesi oldu Çin GP'si. Takım takım, pilot pilot bakalım bir...

Red Bull: 
Yarış kuru koşulsaydı kazanamazdı diyor herkes ama yağmur yağdığında Red Bull, tam bir hakimiyet kurdu. Çift difüzörlü olmamalarına rağmen Brawn'ları bile açık ve net geride bırakarak galibiyeti hakkettiler. Zaten ilk iki yarışta arkadan bağırıyorlardı burdayız diye, sonunda o potansiyeli puanlara dökünce bir anda takımlar sıralamasında 2.liğe çıktılar. 
Vettel'in şampiyon olup olamayacağından çok ne zaman olacağı konuşuluyor. Eğer Adrian Newey, aynı seviyede bir revizyon yapıp RB5'e çift difüzör ve KERS eklerse Vettel bu sene bile şampiyon olabilir. Yine de adı sıkça Ferrari ile geçiyor, kimbilir belki bir gün... 
Webber'e ayrı bir satır lazım. Sezon öncesinde bacağını kırdı ama müthiş bir disiplin ile hızlı iyileşti ve meyvelerini de topluyor. Kullandığı arabaların genel olarak yavaşlığından dolayı bünyedeki yeteneğinden çok istikrarlığı ve şanssızlığı ile anılıyordu son yıllarda Avustralyalı. Artık konuşulması gerekenler konuşulmaya başlandı. Kısacası Red Bull kanatlandırdı. 

Brawn:
Ross'un haftası zaten iyi geçti, çift difüzör tasarımı onaylandı ya, keyfini Briatore bile bozamazdı. Zaten keyif bozacak bir şey de olmadı. Bir tek kere yağmur testi yapmadıkları araç ile 3-4 olmak son derece iyi bir sonuç aslında. Yine de bence, diğer pilotların ağlaştığı kadar mükemmel değil Brawn 001. Sezonun ilerleyen kısımlarında da muhtemelen sezon başındaki dominasyonu gösteremeyecekler. Şampiyonlukları bu aralar açacakları puan farkına ve sezonun ileri kısımlarındaki dayanıklıklarına bağlı. Yine de Ross Brawn bu, ne yapacağı belli olmaz. 
Button, bütün hafta, işlerinin o kadar kolay olmayacağını söylüyordu; içine mi doğdu ne. Vettel, pit stop yaptı, sonra arkadan geldi tekrar yakaladı onu. Yine de Briatore'nin dediği kadar "yol kenarındaki posta kutusu" değildi, Red Bull'ları ufukta bile olsa gören bir tek o vardı. 
Barrichello ise son derece sessiz sedasız 4.lükle bitirdi yarışı. Şampiyon olacak değil ama takımı takımlar klasmanında mutlu sona ulaştıracak ideal pilot görevi yapıyor; yani en iyi yaptığı şeyi yapıyor. Yıllarca aynı rolü Schumacher arkasında Ferrari'de oynadı, eli alışık heralde.

Mclaren:
Mclaren'in öncelikleri hala pist dışında. Bu haftaiçi yılların Ron Dennis'i takımı tamamen bıraktığını açıkladı. Hala önlerinde bir yalancılık davası var. Hamilton'ın takımdan ayrılabileceği konuşuluyor. Ona rağmen bir yandan da pist üstünde aşama kaydediyorlar. Belli ki MP4-24'te hız var, hem Heikki hem Lewis bunu gösteriyor. Yarış kazanacak performansa gelmeseler de puanlar artık kendiliğinden geliyor sanki. 
Lewis, çok sevdiği yağmurlu havalarda bu sefer çok sevmediği spinler attı. Hepsi hırsına hakim olamamasından. Gaza geliyor, onu geçiyor bunu geçiyor, sonra spin atıp yine hepsinin arkasına geri dönüyor. Bu sırada da lastiklerini parçalamış oluyor bir yandan da. Yine de 6.lık son dünya şampiyonu için iyi bir derece.
Heikki Kovalainen ise Lewis'in tam tersi bir karakterde. Hızlı ama hırssız. Düzgün, istikrarlı sürüşler yapıyor, sonuçta da takım arkadaşını geçti zaten. Bu sene eğer Mclaren takımlar şampiyonasında belli bir yere gelip TV gelirlerini yükseltmek istiyorsa onun yardımına çok ihtiyacı var. Geçen seneki performansın tekrarı, onun takımdaki yerini tehlikeye sokar.

Toyota:
Çin'deki tutukluk nedendir bilinmez ama ilk iki yarıştaki Toyota'dan eser yoktu. Aslında o kadar da sert davranmayalım, Timo Glock iyi gitti. Nedense Trulli, bir türlü ritm tutturamadı ama Kubica sağolsun, yarışı çok da uzun sürmedi zaten. Yine de onlar için gelecek güzel gözüküyor, tek sorun Japonya'daki patronların koyduğu "yarış galibiyeti baskısı". Yaparlarsa şahane, ki yapmamaları için bir sebep yok hız ve dayanıklılık yerinde, ama yapamazlarsa onlar da Honda'nın peşinden gidebilir.
Glock belki 7. oldu ama son derece iyiydi bence. Çok gerilerden başladığı yarışta hem diğer pilotların hem de spreylerinin arasından sıyrıldı ve 2 puanı kaptı. Hem de arada Heidfeld ile çarpıştı. Günün aksiyon adamlarından biriydi. 
Ama Trulli aynı derece şanslı değildi. En baştan beri bir hız sorunu yaşıyordu, herkes sırayla da geçti onu. Derdine Kubica deva oldu bir şekilde. Arkadan hızla gelen Pol, Trulli'nin Toyota'sını rampa gibi kullandı (resme dikkat). Hayvanların çiftleşmesi gibi arkadan üstüne çıktı ama öbür tarafa geçemedi neyse ki. Trulli de arka kanatsız pitlere çekti aracını, sonra da uyumuştur heralde.

Toro Rosso:
Aslında burada da çok büyük bir potansiyel yatıyor bence, hem bir Adrian Newey dizaynı hem de Ferrari motoru. Ayrıca aynı çatı altında bir başka potansiyel de yavaş yavaş uyanıyor sanki; Sebastian Buemi. Onun şanssızlığı yarışı Vettel'in kazanmış olması. Eğer Button fln kazansaydı şu an onu konuşuyor olabilirdik. Çok olgun bir sürüş ile griddeki 3 Dünya Şampiyonuna da kök söktürdü bu senenin tek çaylağı. Raikkonen ile Hamilton'ı geçti, galiba Alonso'yu da geçti. Yine de çaylaklığını yaptı. Güvenlik Aracı arkasında Vettel ile ufak bi teması oldu, ikisi de çok net yarış dışı kalabilirdi. O zaman Vettel napardı bilmiyorum, aynı haltı şu anki takım arkadaşı Webber'e iki sene önce yapmıştı o da. 
Diğer Seb, Bourdais, ise hayal kırıklıklarına devam ediyor. Geçen sene hep inandım ona, bu adam iyidir dedim ama Vettel onu gölgede bıraktı. Şimdi Vettel gitti, Buemi geldi, o da daha iyi. Galiba Fransız'ı bu sene son görüşümüz olacak. Üzüyosun beni Seb, kader ağlarını örüyor bilesin.

Renault:
Sen git bütün hafta konuş, ona buna laf at, sonra gel yarış günü göt ol! Yakıştı mı sana Briatore? Modeller burun kıvıracak sana bir sonraki yarışa kadar bilesin. Alonso, elinden geleni yapmasına rağmen 9.luğu geçemedi, hem de 2. başladığı yarıştan. O kadar az benzin almış ki Güvenlik Aracı periyodu bitmeden Alonso'nun benzini bitti. Hayal kırıklığının daniskası. Rol çalan, sahne ışıklarının altında olan ise Nelsinho'ydu. Bence bu çocuğun kanında bi yerlerde bir Japonluk var, babasını tanımasak emin bile olabilirim. Tam bir kamikaze, Nelsinho ve Nakajima her an Güvenlik Aracını davet ediyorlar. Yine spinler, yine ön kanat değişiklikleri, yine sonlarda bitirilen bir yarış. Flavio sene sonunda heralde yol verir artık, baba kıyağı da bu kadar. Bir de bence yarıştan sonra konuş Briatore'ciğim, en azından daha garanti olur.

BMW:
Benim sezon öncesi favorilerimdi Mario Theissen ve ekibi. Yıllardır yükselen grafikleri, istikrarları ve KERS çalışmalarına çok erken başlamaları bende öyle bir his uyandırmıştı. Ama 3 yarışta 4 puan ile bir büyük hayal kırıklığı da bu gençler oldu. Çin'den de puan çıkaramadılar. Kubica, Trulli'nin içinden geçmeye çalıştı, olmadı. Sonra yeni ön kanadı tam yerine oturmadığı için yamuldu yarış sırasında. Hakan Şükür'ü burnu gibiydi hatta, Alpay'ın Alpay olduğu zamanlardan kalma. Heidfeld ise bir tek Trulli'nin spininde gözüktü neredeyse. Yine de fena gitmiyordu, Sutil'in lastiğine çarpıp 4 sıra kaybedene kadar.

Williams:
Çift difüzörlülerin zayıf halkası oldu Williams, aslında ne kadar da potansiyelleri var. Antreman turlarında parıldıyorlar ama belli ki yarış hızı pek yok araçta. RBS'in bu sene sonu sponsorluğunu bitireceğini düşünürsek, sezon içinde çok daha iyi sonuçlar almaları lazım. Frank Williams, artık privateer takımların bayraklığını yapamıyor ama gönüllerimizdeki yeri ayrı. Gidişini görmek istemem bu efsanenin. 
Nico Rosberg, bu sene sonu muhtemelen Williams'tan ayrılır. Babasının diyetini ödedi artık, sene sonunda kızışacak yarış koltuğu yarışında, daha iyi bir takıma geçmek isteyecektir. Yine de kendini biraz daha göstermesi lazım, cuma seansları yetmez. 
Nakajima'ya ise kelimeler yetmez. Muhtemelen yarışlara Demolition Derby ve Carmageddon oynayarak hazırlanıyor. Ya da abisi Sato'dan tecrübelerini dinliyordur. Ne olursa olsun bir yerlerde bir yanlış olduğu belli Kazuki-san. Gidişine çok üzülmeyeceğim.

Force India:
Geçen sene o kadar geridelerdi ki bu sene ne yapsalar iyi gözükecekti. Takım geçen sene çokça tekrarladığı üzere 2009'a bomba gibi giremedi ama belli ki gelişmiş durumdalar. Puan alacak gibi gözüküyorlar ve 18 yarışta birden şanssızlık yaşayamazlar. Bu da Vijay Mallya'nın Gascoigne'i kovma hareketini haklı çıkarıyor. Yine de yatları kadar yeteneği varsa Hintli iş adamının, daha ileri de olmaları gerekirdi. 
Fisichella, zaman zaman güzel şeyler yapsa da genelde devamında sönüyor. Onun puan almasını isterim, yavaş yavaş yokolmasındansa. Ama takımın ilk puanı ondan gelirse şaşarım. Zira Sutil, sonunda potansiyelini ortaya koymaya başladı. Geçen sene Monaco'dan sonra bu haftasonu da puanlara çok yaklaştı. Ama 6 tur kala bu sefer kendi hatası yüzünden yarışdışı kaldı. Uzun zamandır iki ön tekerleğin birden fırladığı bir kaza izlememiştim, onu da hatırlatmış oldu kendisi. Ama bu sene puan alır ve başka bir takıma da transferini yapar gibi geliyor bana.

F....:
3'ün biri bile olamadılar ya, burada bahsetmeye değmez. Ilk fırsatta uzuuunca düzücem kendilerine. Yine de bir duyum ile bitireyim onları: Ispanya GP'sindeki aerodinamik yenilikler de yeterli hız sağlamazsa takımın erkenden bir sonraki senenin arabasına konsantre olacağını söylüyorlar. 


Kendi en iyilerim ile bitireyim, drives of the day: 1- Vettel, 2- Buemi, 3- Sutil. Önümüzdeki haftasonu Bahreyn ile Doğu Turu bitiyor ve çoğu takımın çift difüzörlerini getireceği Avrupa Sezonu başlıyor. Beni bekleyin anacığım derdi Oya Başar, o aklıma geldi. 

Kate's Dirty Sister

"Araclarima hep isim koyarim, bayan isimleri, gemilerdeki gibi. Orjinal aracimin adi Kate idi, Avustralya'da monokoku parcalandi. Yenisinin adi Kate'in Yaramaz Kardesi, cunku daha hizli ve daha agresif. Onu surmek tam bir keyif, cok mutluyum"

Sebastian Vettel
Dunku Cin GP'sini kazanmasinin ardindan

PS: Resimdekilerin bir alakasi yok, olmamasi daha iyi zaten. 

19 Nisan 2009 Pazar

Ali Okancı'ya Son Sorular


Evet beyler, Ali Okancı'ya sorularınızı sorabileceğinizi, cevaplarını salı burada bulabileceğinizi yazmıştım. Bugün ve yarın sabah son gün, sorularınızı ezeli.ebedi33@gmail.com adresine yollayın.

Hepinizin sorularınızı bekliyorum, sizin de katkınızla çok güzel bir röportaj olur umuyorum.

Büyükşehir Çalışmıyor


Aslında GS-IBB maçı hakkında ne yazsam bilemedim. Çok pozisyonu olmayan, iki takımın da bal yapamayan arı gibi koşturduğu bir maç oldu. Tek yazmak istediğim konu Semih Kaya aslında. PCLionFC'de bahsetti, Serkan Kurtuluş-Semih Kaya-Emre Güngör hattı ile enteresan bir maç olmaya adaydı. Daha yetişemeden Emre sakatlandı çıktı. Çok üzüldüğümü belirteyim. Geçen seneki çok iyi performansının ardından sakatlıklar peşini bırakmadı. Hiçbir sakatlıktan döndüğü maçı tamamlayamadı, yine çok üzgün bir ifade ile soyunma odasına gitti. Tek dileğim ciddi bir şeyi olmaması. GS defasında yıllarca izlemek istediğim biri kendisi zira. Sık dişini Emre, Uğur bile atlattı sakatlığını, sen de atlatırsın.

Serkan Kurtuluş, fena oynamadığı bir maçta yerini Nonda'ya bıraktı ileriki dakikalarda. Bülent Korkmaz'ın bu hamlesine yerinde oldu, Nonda sonunda Anakonda'lığını hatırladı da Baros'a golü attırdı. 

Gelelim Semih'e. Ne kadar zamandır yolunu gözlüyorduk, sonunda kendine 11'de şans buldu. Ve en az beklediğim kadar iyi oynadığını söylemem lazım. Ne fizik olarak sırıttı, ne de mental açıdan. Evet, mükemmel değildi ama takım, takım olarak mükemmel değildi; ona da bulaştı doğal olarak. Bebbe'yi de etkili bir şekilde savundu. Soğukkanlı, sorumluluktan kaçmayan bir yapısı vardı. Ilk defa bu düzeyde bir maç oynadığını gösteren bazı hareketleri oldu ama hata denemez onlara da. Daha çok hata yapmamak ve güven toplamak için yapılan hareketlerdi. Inşallah onu da yıllarca görücez GS defansında. Bence yerini sağlama almıştır Semih "Ruski" Kaya. 

Maç... Ne denilebilir ki maçın kendisi hakkında? Lincoln'ün etkisiz oynu, averaj bir GS, ona ayak uyduran bir IBB vardı. Akıllarda kalmayacak bir maç ile Fener'i geçti Cimbom. Ama potaya girdi mi? Bence bu sene zor... 

Duble Tatlı Çek


Bugün Sebastian Vettel'in Red Bull adına yarış kazanması ve Webber'in de ikinci olması ile enteresan bir nokta oluştu. Toro Rosso hariç, ilk galibiyetini alan son 3 takım, bunu hep duble yaparak gerçekleştirdi. 

Bugün Vettel-Webber, Avustralya'da Button-Barrichello, geçen sene Kanada'da Kubica-Heidfeld. Sen yarış kazanmak için ıkın sıkın, kazanınca duble yaparak kazan. 

Şangay - Beraber Süründük Biz Bu Yollarda


Baştan sona sol gösterip sağları çakan bi yarış oldu aslında bu sabahki Şangay yarışı. Difüzör dedik, lastikler dedik, KERS dedik ama yağmur bastırınca hepsini alaşağı etti. Difüzörler etkisini yeteri kadar gösteremedi diyelim ama Red Bull'lara haksızlık etmeyelim (oraya gelicez ayrıca). Yağmurla beraber ağır yağmur lastikleri kullanıldı, böylece takımların sıkıntılarından biri ortadan kalktı. Bir de KERSler yağmurda zaten çok büyük bi avantaj getirmeyince zaten neresinden tutsan sorular fışkıran grid yine bir bulmacayı andırdı. Yalnız startları seviyorum, Güvenlik Aracı arkasında yarışa başlamak sevenlerini üzüyor, sözüm sana Charlie Whiting.

Biraz özele inelim. Ilk iki yarışta Red Bull'lar zaten iyi olduklarını gösteriyorlardı, tek sorun bu performansı puana çevirmekti. Dün ilk pol pozisyonu bugün ilk yarış galibiyetine döndü ve şahane Adrian Newey tasarımı RB5, 18 puan ile taçlandırılmış oldu. Vettel, zaten çok iyi bir pilot. Çok büyük ihtimalle ileride Dünya Şampiyonu olacak. Toro Rosso'ya ıslak bir Monza günü ilk galibiyetini alan minik Alman, bugün aynı şeyi abi takım Red Bull için de yaptı. Kişisel bir görüş: Yağmurlu zemin ustalarının kumaşı şampiyon kumaşıdır. Hemen arkasında ise sezon öncesi bacağını kıran Webber var. O da artık bu sezon bir yarış kazanır heralde. Yalnız onları bekleyen bir tehdit de var: Adrian Newey, olabildiğince kısa bir zamanda yeniden aracı dizayn etmeli ki çift katlı difüzör ve KERS eklenebilsin. Eğer aracı aynı standartta tutup bir de bunları eklerlerse o zaman Vettel'in şampiyonluğu beklediğimizden erken gelebilir.

Brawn ise ilk iki yarıştaki bariz üstünlüklerini gösteremediler, performans olarak Red Bull çok net geçti onları. Yine de en iyi ikinci araçtılar ve sıralamada 3-4 olarak bunu da gösterdiler. Benim için Çin GP'sinin gösterdiği bir şey de şudur: Brawn bir kaç yarış sonra elindeki gücü kaybedebilir, kısacası Brawn GP, diğer pilotların ağlaştığı kadar güçlü değil. Mclaren ise tatlı-ekşi performansını devam ettiriyor. Bir yerlerde güzel hızlar olduğu belli ama Hamilton bugün çok zorlarken attığı spinlerle güzel baş döndürdü. Kovalainen ise ilk defa bir yarış bitirdi. 

Çok büyük bir alkış da Adrian Sutil'e. Geçen seneki Monaco'dan sonra yine puan almaya çok yaklaşmıştı, hanesine bir tane daha şerefli mağlubiyet eklenmiş oldu. Kendi becerisi ile 6.lığa çıktı yarışta, bir kaç tur kala kendi hatasıyla yarış dışı kaldı. Ama Fisichella'dan daha iyi olduğu kesin. 

Herkesin yarışı kendine göre çok enteresandı, o yüzden yakında (belki yarın belki yarından da yakın) pilot-pilot bir değerlendirme yazmak farz oldu ama farkında mısınız bir takımdan hiiiiç bahsetmedim. O takıma apayrı bir post açmak lazım, bekleyin çok yakında.

Bir sonraki yarış haftaya Bahreyn GP'si. Bununla beraber Doğu turu bitmiş, Avrupa sezonuna giriliyor olacak. Belirsizlikler ise azalacağına artıyor, her yarış birbirinden belli olmaz, şaşkaloz bir şey olup çıkıyor. Haftaya ne olacak acaba, Lost'u bırak F1'e gel ey vatandaş.

18 Nisan 2009 Cumartesi

Çin Işi

Itiraf ediyorum, sabah sıralama turlarına uyanmadım ey ahali, tü kakayım ama napalım. Uyudum. Ama size öyle güzel Çin GP'si izlenimleriyle geliyorum ki... Sıkı durun.

Şimdi biliyorsunuz, çift katlı diffuser'lar haftaiçi FIA'dan onayı aldı. Mclaren ve Renault da hemen araçlarına monte çalışmalarına başladılar. Tabi ki bu sistemi tam anlamıyla çalıştırmak zaman ve para istiyor ama onların en azından "şuraya bir kat daha parça takalım şimdilik, hayırlısı" diyerek Türk işi hallettiler olayı kotarmaları takdire şayan. Mclaren'de gözle görülür bir yükseliş var, Hamilton 9. oldu sıralama turlarında. Bu sezon zaten genel olarak iyi gözüken Renault, Alonso ile 2. liği kaptı bu arada. Bu senenin bir başka yıldızı, Red Bull, ise cumartesi sabahının flaş ekibi oldu. Vettel pole'da, Webber 3. Brawn'lar ise 4-5. 

Haftasonunun aslında bir başka yıldızı Flavio Briatore. Renault takım direktörü (ve ünlü playboy), bomba açıklamalarla gündemi şenlendirdi. Ilk önce bu seneki şampiyonanın bir "neredeyse emekli edilmiş" bir pilot (Barrichello) ile "iyi ama yavaş" pilot (Button) arasında olacağını söyledi. Tabi bu sevgi sözcüklerine Brawn kampından da aynı sevgiyle karşılık geldi. Bununla yetinmeyen Briatore, Honda'nın geçen sene elde ettiği televizyon gelirlerinin Brawn'a verilmemesi ve diğer takımlara paylaştırılması için kampanya başlattı. Enteresan adam bu Briatore. Neyse en azından sıralama turlarında Alonso, mevzu bahis pilotları geçti de laflarını yememiş oldu. 

Bir başka değişiklik ise KERS sistemleri ile yaşanıyor. Şu ana kadar performansı arttırdığı konusunda takımlar hemfikirdi, uzun start-finiş düzlüğü ile Çin GP'sinin özellikle startında baya fark yapacağı da söylenenler arasındaydı. Ama hafta başında Ferrari, dayanıklılık sorunu olan sistemi ilk defa kullanmayacağını açıkladı. Massa, aracının KERSsiz daha da bir yavaşladığını ve işlerinin şansa kaldığını belirtti; Italyan'lardan gelen sinyaller kısaca berbat. Bu sırada Kubica, ilk defa deniyordu sistemi ama onun da kullanmayacağı açıklandı. Hemen ardından, sezon başından beri sistemi kullanan Renault da kullanmayacağını açıkladı. Yani sadece Mclaren'ler ve Heidfeld bu sistemi kullanıyor şu anda. 

KERS'in Çin'de kullanılmamasının akla yatan en büyük sebebi lastikler. Bridgestone, medium ve super soft lastikleri getirdi ve bu lastiklerin çok çabuk eriyeceği ve tutunmanın sıfırlanacağını belirtiyor pilotlar haftabaşından beri. Hatta Vettel bir adım ileri gidip "neyse ki kask takıyorum da fırlayan lastik parçaları suratıma çarpmıyor" dedi. KERS'in ağırlığından dolayı lastikleri daha da zorlayacağı tahmin ediliyor. Ama KERS kullanan üç pilotun startta yapacakları enteresan olabilir. 

Kısacası 3. yarışa gelmiş olmamıza rağmen Formula 1 ekipleri bu seneki kurallara tam alışabilmiş, ne yapacağını bulabilmiş değil. Hemen her takımda bir kriz masası, bir takım içi değişiklikler. Yani yarın sabah 10'daki Çin GP'si baya Allah Kerim olacak sanki. 

16 Nisan 2009 Perşembe

Alternatif 11

PFDK yememiş içmemiş cezaları vermiş, hayırlısı uğurlusu olsun. Galatasaray, Ankaraspor maçını seyircisiz, Ankaragücü maçını da farklı bir sahada oynayacak. Bir yandan da Volkan Demirel'in cezasına üzüleyim mi sevineyim mi bilemedim. Aslında 7 ay ceza alan Nouma'dan farklı bir şey yapmayan Volkan'a ceza geleceğini beklemiyordum, 3 maç gelmiş. 

Neyse benim değinmek istediğim nokta bundan sonra kafamdaki GS 11'i. Sakatlar malumunuz, şimdi cezalılar da eklendi. Pazar gündüz oynanacak İBB maçı için kafamdaki GS kadrosu şudur:

De Sanctis - Serkan Kurtuluş, Mehmet Topal, Semih Kaya, Hakan Balta - Kewell, Lincoln, Barış, Ayhan, Alpaslan - Baros

Nolur ki Bülent Korkmaz bu kadro ile çıksa? 7 hafta kala 8 puan geridesin, iddian yok. Elinde sürü ile eksik var. Semih ve Alpaslan yerine Volkan Yaman ve Ümit Karan'ı koysa, yıllardır elinde olan ve ne kadar zamandır takıma pek bir katkı sağlamamış adamlarla devam etmiş olacaksın. Elinde fırsat, kullan tepe tepe. Bülent Korkmaz'ın kaybedeceği çok bir şey de yok, zira muhtemelen sene sonu o da ayrılacak takımdan. Belki bir-iki genç oyuncu kazanmış oluruz. Aynı şey Fenerbahçe için de geçerli, ama onlarda böyle bir gelenek yok o yüzden çok da üstünde durmuyorum.

Neyse yine haftasonu görecez ama benim pek umudum yok saydığım 11'e dair. Hayırlısı...

Evde Kalanlar

Bu haftasonu koşulacak Çin GP'sinden önce, pist dışı olaylar Formula 1 gündemini domine etti. Bunların en önemli ikisi diffuser mahkemesi ve Mclaren'in yalan davası. Bu iki legal oturum, 3 önemli kişinin yarışları evlerinden izlemesi demek. 

Birincisi Adrian Newey: Red Bull'un aerodinamik dehası, onaylanan difüzör tasarımını kendi araçlarına adapte etmek için hemen fabrikaya uçtu ve çalışmalara başladı. Aslında şaşılmaması gereken bu gelişme, diğer takımlar için bu diffuser olayının ne kadar ciddi olduğunu göstermek adına burada. Renault, bu haftasonu bile yeni bir tasarımla yarışabileceğinin sinyallerini veriyor ama her takım için aynı kolaylıkta değil bu adaptasyon. Aracını yenileme yarışını kim kazanacak görecez.

Ikinci evde kalacak kişi Ferrari Takım Menajeri Luca Baldiserri. Şampiyonada puan alamayan 2 takımdan biri olan Ferrari'de kriz masaları kuruldu, kırmızı alarm verildi. Bunun ilk göstergesi de yukarıdaki görev değişikliği. Maranello'da Aldo Costa ile beraber aracın gelişmesinin hızlanması için gece-gündüz çalışacak Baldiserri. Bununla beraber, kriz masasından çıkan ikinci karar da KERS sisteminin bir süreliğine askıya alınması. Her ne kadar bir performans artısı getirse de Ferrari'de bazı dayanıklık sorunları yaratıyor bu ünite. Hafta başında Çin'de KERS fark yapacak diyen takım, puansız bir yarışa daha tahammülü olmadığı için Avrupa sezonuna kadar sistemi askıya aldı. BMW'den Kubica ise boyu ve kilosuna rağmen ilk defa KERS denemeleri yapacak. 

Üçüncü ve son kişi ise çok manidar: Ron Dennis. Mclaren'in yıllardır patronu olan Dennis, bu seneki aracın tanıtıldığı gün görevlerini Martin Whitmarsh'a bıraktığını açıklamıştı. Minimal görev ile arka planda olacaktı. Bugün yaptığı açıklamalarla beraber takım ile tamamen ilişiğini kesmiş durumda. Kendisi yalanlasa da bunun Avustralya GP'sinden sonra yaşanan "Yalan-Gate" ile ilgisi olduğu düşünülüyor. Hakikaten ortada ciddi bir yalan skandalı var ve bu konuda belli ki Mclaren'in başı daha ağrıyacak. Onların davası ise ay sonunda.

Yalan Rüzgarı GS

Dizi kültürünün aslında futbola yansıması bu transfer haberleri. Futbol oynanmayan yaz aylarında gazetelerin verdiği transfer haberleri, geldi geliyor, gelmiyor, ailesi ikna ediliyor gibi haberleri takip etmesi gayet keyifli. Galatasaray, geçen sezon işin bütün keyfini kaçırmıştı, Kewell ve Baros bir anda gelivermişler, kimseye onlar hakkında yazma fırsatı tanımamışlardı. Neyse ki bu sezon erken başladı adaylar da arayı kapıyorlar.

GS özelinde, en büyük soru kimin gideceği. Servet, Mehmet Topal, Lincoln, Sabri en büyük adaylar. Şaş ile de yollar ayrılacak sanki. Görünüşe göre De Sanctis de bonservisi yüzünden geri dönecek. Ama asıl soru, Bülent Korkmaz nolacak?

Geldiğinde efsaneydi, hala da öyle aslında ama belli ki Galatasaraylılığı dışında bu efsane statüsü gereği gelmişti, yani 2. Fatih Terim dönemi ve Hagi'nin gelişi gibi bu da bir "Efsane getir herkes sussun" operasyonu. Seneye de GS'nin başında kalmayacak gibi. Hemen adaylar türedi; Van Gaal, Rijkaard, Felix Magath ve Mathias Sammer.

Van Gaal, şu anda Eredivisie'de AZ Alkmaar ile lider, şampiyon olması da büyük ihtimal. Diyelim ki AZ'den ayrıldı, muhtemelen bizimkilere bırakmazlar kurt hocayı. Gelse süper olur ama heveslenmiyorum. Rijkaard hakkında soru işaretlerim var açıkçası. Elindeki kadro Ronaldinho-Etoo-Messi-Deco-Henry'li Barcelona kadrosuydu, yani başına ben bile geçsem birşeyler yapardım. Kaldı ki son sezonunda çok da başarılı değildi. Yani benim açımdan rüşdünü ispatlamış değil (he, sen kimsin ki diyebilirsiniz o ayrı). Felix Magath da Wolfsburg ile sessiz sedasız geldi Bundesliga'nın tepesine oturdu. Almanya'da neler olur bilinmez, çok enteresan bir lig oluyor bu sene. Yine de şampiyonluk yolunda 3 puanlık bir avantajları var ve Bundesliga'da yılın teknik direktörü olur Magath. Van Gaal'deki gibi, Wolfsburg'dan ayrılsa bile bize yedirmezler. Bir de gazetelerin bize en yakın dediği isim var, Mathias Sammer. Açıkçası istemiyorum gelmesini, ikinci bir Skibbe vakası olacakmış gibi geliyor bana.

Bir de geçenlerde Van Nistelrooy'un GS ile anlaştığı yönünde haberler çıkmıştı. Adriano da Fener'e gelir bütün yaz... Güzel, güzel, bu yaz zevkli geçecek.

PS: Bugün bir de Laudrup kapının önüne koyuldu, o da yazımızın favorilerinden olacak heralde.

15 Nisan 2009 Çarşamba

Ali Okancı'ya Sorularınız

Ali Okancı'yı biliyorsunuz; kendisi ekranlarda, Penne Arabiata'sı blogosfer'de karşımızda. Blog alemlerinde yazılarını okuduğumuz, yorum yaptığımız Ali Okancı'ya bu sefer kendi sorularınızı iletebilirsiniz. Zaman zaman uefa.com'un futbolcular için yaptığı "ona buna sorularınızı iletin" gibi bir deneyim bu. Işte bu sefer sizler, bizden biri diyebileceğimiz (ne de olsa hepimiz blogidmanyurdu çatısı altındayız) Ali Okancı'ya aynısını yapabilirsiniz.

Kısaca tanıtmak gerekirse Ali Okancı, Marmara Üniversitesi Iletişim Fakültesi mezunu. 10 yıldır medya sektöründe. TV8'de başladığı kariyerinde 7 yıllık NTV tecrübesi de bulunan Okancı, 1.5 yıldır Habertürk Spor Servisinde çalışıyor. Kendisi blogunda da bahsettiği gibi adımları teker teker çıkmış. Spor ve kendisiyle ilgili soruların yanında tecrübesi ve bilgisi ile medya sektöründe çalışmak isteyen arkadaşların da çokça işine gelecektir sorularınız. 

Sorularınızı ezeli.ebedi33@gmail.com adresine pazar geceyarısına kadar yollayabilirsiniz. Salı günü de şu an bulunduğunuz sayfada sorularınızın cevabını okuyabilirsiniz. 

Soru-Cevap seanslarının ilki için katılımlarınızı bekliyoruz. 

FIA Temyiz Mahkemesinin Karari


Dun 38 kisinin onunde saatlerce suren tartismalar sonunda Paris'teki FIA Temyiz Mahkemesi diffuser sorununa son noktayi koydu: Brawn, Williams ve Toyota'nin diffuser'lari legal ve kullanmaya devam edilebilir. 

Henuz genis capli bir aciklama gelmedi, sadece karar aciklandi. Yine de buradan bir cok sey cikarilabilir. Simdi geride kalan 7 takim, bu veya buna benzer bir diffuser tasarimi yapip ayni seviyeye cikmaya calisacak. Ross Brawn, bu konuda enteresan aciklamalar yapti dun. Dedi ki bazi takimlar bu dizayni cabucak adapte edebilecekken bazilari icin cok ciddi bir is olacak. Anladigim kadarinca Renault, bunu hemen adapte edebilir; hatta bu haftasonu Cin GP'sinde yaristirabilir. Yine de asil sikinti sezon ici testlerinin artik yasaklanmasinda. Yani bahsi gecen diffuser 3'lusu haric her takim bunu ancak yaris haftasonlarinda cuma antremanlarinda ya da izin verilen duzluk testlerinde deneyebilir. 

Diffuser avantaji bir sure sonra esitlenince o zaman Brawn GP'nin gercek hizi da ortaya cikacaktir,  bu kadar rahat yarislari goturemeyeceklerdir. Yapmalari gereken simdiden olabildigince arayi acip sonra daha rahat olmaya calismak olacaktir. Keza Toyota da  ilk galibiyetini almak istiyorsa elini cabuk tutmali, gun gectikce hedeflerini gerceklestirmek daha zor olabilir. Bir diger gercek de bu 3 takimin hizli bir sekilde KERS sistemlerini kullanilabilir hale getirmesi lazim. Hem KERS hem de siradisi diffuser tasarimi kullanan bir takim yok ama bunu ilk gerceklestiren takimin onemli bir avantaji olacagi kesin.

Eminim Cin'den bol bol aciklama gelecektir takimlar haftasonu yarisa hazirlanirken, buradan aynen okuyabilirsiniz. 

PS: Bir de bibliyografi ekleyelim okumak isteyenler icin. Resmi sitedeki haberi verdik yukarida, Ajansspor zamanin gercek tarafina gecti ve haberi buradan verdi, bir de bloglarda Formula 1 icin omuz omuza yazdigimiz Mustafa Taha var, onun haberi de burada. Son olarak da PlanetF1'dan gelsin, buyrun

Zamanin Otesiden Haber Uydurma


Formula 1 meraklisi oldugumu ve haberleri de buraya gectigimi okuyanlar biliyor. Dun bahsettigim gibi, Paris'teki FIA Temyiz Mahkemesi onemli aciklamalar yapacaklar bugun. 

Ama bir anda Ajansspor'daki bu haberi gordum. Dun gecilen habere gore, sonuclar aciklanmis ve diffuser tasarimlari aklanmis. Ama F1 resmi sitesi dahil baska hic bir yerde bununla ilgili bir haber yok, yani Ajansspor acayip bir haber atlatmis. Tabi ki kazin ayagi oyle degil, birileri zaten %50 olan ihtimali kullanip mahkeme oyle sonuclanmis gibi yazmis haberi, utanmadan da yayinlamis. Iste habere ve habercilige saygi bu diyorum, ustune bir de Bye Bye Liverpool diyorum. 

Bugun mahkeme kararinin gercegi aciklanacak, ben de diffuser tasarimlarinin onaylanacagini dusunuyorum. Haberleri okudukca sizinle de paylasacagim. Yalniz, o degil de ne macti o dun aksamki!!

PS: Bu da sorumlu yayin organlarinin yaptiklari gibi "sonucun aciklanmasina saatler kaldi" tadinda bir haber. 

14 Nisan 2009 Salı

Chelsea - Liverpool CANLI YORUM (2D)


Neydi o ilk yarı öyle, şimdi gelsin ikinci yarı. Terry hala gülüyor bu arada, iyiymiş. Başlar ikinci yarı, 0-2 Liverpool maç, 3-3 tur ama Chelsea hala deplasman golü avantajı ile önde. 

- Bir anda Petr Cech tereddüt etti, Alonso kaptı topu ama kenarda kalınca birşey olmadı. Baya korkutucu Çelski adına. Hala da bastırıyo Kırmızılar. Dakika 46.

- Ikinci yarıda herkes birbirini tartıyor derken, bu geceye yakışmayan bir gol geldi. Anelka ortaladı (bakın adam etkili doğruya doğru) Drogba dokundumsu ve Reina hemencecik yumurtladı. 2-1. Vay vay vay! Dakika 51.

- Bir daha baktım da aslında Drogba, kasten yaptıysa şık dokunmuş. Bravo walla, tek başına pozisyon yaratan enteresan bi adam bu. Ama Reina da yıkıldı ya, takım bu kadar iyi giderken sen git böyle bir gol ye. Neyse kalecilerin ikisi de rezil olmuş oldu böylece. Dakika 53. 

- Bu arada Bayern de attı bi tane aynı sırada. Anelka Londra'da rol çalarken, bonusu Ribery de Münih'te bişiler yapıyor. Tuttuğum iki takım da gol yedi birden, üzdü ama inancımı yitirmedim. Zaten L'pool'a 3. lazımdı, hala da lazım. Bişi değişmedi.

- Chelsea tehlikeli bi yerden serbest vuruş kullanıyor, kaleyi cepheden görüyor. Topun başında mavilerin golünü atan Drogba. Lan gol!! Ne? Bi dakka değil galiba. Gol mü diil mi? Diilmiş, ama yandan o kadar gol gibi gözüktü ki spiker dahil toptan malladık.  Dakika 56.

- 3 adım daha uzaktan bir daha serbest vuruş maviler adına. Bu sefer gol!! 2-2!!! Hem gol hem penaltı, ne biçim şeydi o!! Alex, Allah ne verdiyse vurmuş, Reina topu görene kadar ağlarla kucaklaştı top. Dakika 57. Neler oluyor bu maçta, ben bi bok anlamadım. 

- Neredeyse 3.yü atıyodu Kırmızılar. Şut, Cech sektirdi sonrasında fısladı pozisyon ama öh dedim, zevkten kusucam. 25 dakika kaldı, 2 gol gerek Liverpool'a ama belli olmaz, 5 gol bile daha çıkabilir bu maçtan. Dakika (90 eksi 25) 65.

- Ikinci yarı başındaki Chelsea baskısı fıstı biraz, Liverpool geri döndü. Ama bu sefer ortalar ilk yarıdakiler kadar etkili değil. Aslında ikinci yarıda ilk golü Liverpool atsa çok gelirdi ama Chelsea atınca dengeler değişti.

- Ballack ne kaçırdı yarabbim! Oracıkta bitirecekti maçı ama iyi ki bitmedi sevindik futbolsever olarak. Drogba kanattan tek başına getirdi, defansı itti geçti öyle bir fizik. Çıkardı ortaya Ballack bomboş ama direk kaleciye vurdu, harcadı. Zaten sevemedim Ballack'ı. Dakika 66.

- Malouda yerdeyken Rafa bir başka vatandaşını daha sahaya sunuyor: Albert Riera! Hani şu Güiza'nın ilk defa işe yarayıp yaptığı asist ile milli takımımızı yıkan adam. Ah be Mascherano çıkıyor, seviyorum bu Arjantinli'yi. Andık geçelim.

- Torres neler yaptı, akıllara ziyansın sen ya! Saçma uzaklıklardan dönüp vurdu nerdeyse 90a takıyordu. Respect Bro! Dakika 69.

- Malouda iki kişiyi geçmedi, sıçtırdı! Ama pozisyonumu yarattım ben vururum diye düşününce geriden gelip kornere attılar topu. Dakika 71.

- Aman Allahım o ne paslaşmalar Liverpool'dan. Ceza sahası çevresinde bilardocu edasıyla incecik görmeler, duvar pasları fln... Bazen kızıyorlar futbolcular çok maç oynuyor diye ama hergün oynasınlar her gün izleriz.

- Spikerimiz yarınki Ingiliz başlıklarını atıyor, haber atlamamak diye buna derim. Acaba Türk spor basını ne başlıkları atacak? Rüyadan kabusa, Chelsea Reina'ya Gitti!

- Of, Chelsea hakkaten Reina'ya gitti artık. Ballack sonunda süper bir pas verdi, Drogba acayip bir çalım attı, Lampard da yine Reina'ya yumurtlattı. Istanbul ruhunu Chelsea yansıtıyor sahaya. 2-0dan 3-2!! Spiker kendinden geçti: "O nasıl göz, sen nasıl o arkadaşını görüyorsun??" Dakika 77. Chelsea artık geçti turu, tamam rahat!

- 4. hakemin basiretsizliğinden N'gog bekliyor yanda. Chelsea, Alex'in attığı yerin aynısından kullandı, yandan aut. Ingiliz seyircileri klasik bir "aaaoooggghhh" çekti. 

- Barça attı 1-1 oldu derken bir de Liverpool attı, Lucas vurdu defanstan kontrpiye, 3-3. 2 tanecik gol, 9 tanecik dakika kaldı. Bakalım! Bir şey diyemiyorum bu akşam. Dakika 81.

- Ne diyosun!!! Ne diyorsun sen, kafan mı güzel Liverpool?!?!? 4-3, Dick Kuyt, hazrrooll! 1 tanecik gol 8 tanecik dakika!!! Yok yok efsunlu bu oyun!

- Buldum, futbol tanrılarının kafaları güzel, yukarıdan kahkahalarla izliyorlar. Derken nerdeyse Benayoun kaleciyle karşı karşıya kalıyodu. Dakika 85.

- Bu sefer de Lampard atıyodu Malouda'nın pasında. Şimdi de Liverpool kontraatakta. 3 koca dakika daha var, 5 gol bile çıkar! Dakika 87.

- Bir maç nasıl zıvanadan çıkar görmüş olduk. Drogba'nın mücadelesi, Anelka'nın pası, Lampard'ın muz şutu!!! Iki direğe birden vurdu, dört dörtlük maç 4-4 oldu sonunda.

- Daha yazmayı bitirmedim, Essien göğsüyle çizgiden çıkardı! Yazması benim parmaklarımı yordu, adamlar hala haldır haldır koşuyo. Spiker de coştu: "Şampiyonlar Ligi bu işte". Biraz Murat Kosova özentisi koktu.

- Son 3 dakika, hala belli olmaz ama sanki artık bitti gibi. Chelsea, Barcelona'ya karşı. Chelsea nedense her sene aynı takımlarla karşılaşıyor. Bu arada bu iki takım arasında da bir derbimsi oluştu Avrupa Arenasında, şukela oldu yine karşılaşmaları.

- Mavilerin mavi-beyaz bayrak şovu hakkaten çok güzel. Liverpool'lular hala "You'll Never Walk Alone" diye bağırıyor. Ve maç bitti, yani daha ne kadar güzel olabilir. Daha ne olabilir??? Bir sürü gol, bir sürü güzel şut/kurtarış/pas, ve sonunda sarılan oyuncular. 

Ya bi git ben gidiyorum, küstüm oynamıyorum!!!