30 Ekim 2009 Cuma

Sezonun Muhteşem Finali: Yas Marina Pisti

Brezilya Interlagos'taki fırtınalı yarıştan sonra, hele de şampiyonlar belirlenince, geri kalan yarışların sıkıcı veya gereksiz olduğunu düşünülebilirsiniz. Ama bu sezon durum farklı.

Abu Dhabi, bu senenin tek yeni yarışı. Körfezliler, her işte yaptıkları gibi bu işte de ipin ucunu kaçırmışlar ve fazlasıyla güzel bir pist ile takvime girmişler. Yas adası üzerine yapılan bu pist, her yönüyle ilgi çekici.

Mesela F1 tarihinde ilk defa bir yarış, güneşli başlayacak, ortasında güneş batacak geri kalanı da gece koşulacak. Yani Singapur'daki gece yarışından da farklı.

Sonra pit girişi çıkışı var. Takımların rahat çalışması için klimalı yapılan pitin çıkışı, bir tünel şeklinde. Ve kör bir sol viraj ile piste dalıyorsunuz. Pilotların açıklamalarına göre, pite giriş-çıkış o kadar dar ve hızlı ki zaman kaybetme veya yarışdışı kalma riskiniz var. Aşağıdaki videonun hemen başında çok daha rahat anlayacaksınız dediğimi.

Pist, genel olarak çok geniş ve virajlara atak yapılabiliyor. Ama yarısı modern pistler gibi olan pistin diğer yarısı da Monaco gibi duvarlı. Yani hatayı yapan yarışdışı kalır.

Pistin yanındaki (demek hata, aslında içindeki) otelin, Allianz Arena gibi renkten renge dönmesine ise hiç bir şey diyemiyorum.

Biraz da takımlar ve pilotlar olarak bakalım yarışa. Button, aylardır sırtındaki yükü atıp rahat rahat yarışacak burada. Ama henüz Brawn ile anlaşmış değil, McLaren'e gideceğine dair dedikodular da hızlanıyor. Raikkonen, son kez Ferrari tulumu giyecek. Bu arada seneye tek opsiyonunun McLaren olduğunu açıkladı Iceman. Yoksa ralliye geçebilirmiş, veya başka şeyler varmış, veya ara verebilirmiş. Yani az konuşan, konuşunca da aslında hiç bişi demeyen Raikkonen klasiği. Rosberg, Williams ile yolları ayıracağını duyurdu. Yolu Brawn'dan geçiyor Mustafa Taha'nın dediğine göre, ben haberini görmedim. Schumacher'in zamanındaki menajeri Willi Weber'e göre Williams'ın seneye pilotları Barrichello ve Hulkenberg olacak. BMW de takım olarak son yarışına katılıyor, şahsım adına konuşayım onları özleyeceğim. Biliyorsunuz Kubica, Renault ile anlaştı 2010 için. Kuvvetle ihtimal ona Glock eşlik edecek. Heidfeld de F1'de kalacağından emin olduğunu açıkladı ama nerede, henüz muamma o kısım.

Pilot marketini de roket hızıyla özetledikten sonra yavaş yavaş yarış için kuluçkaya yatalım.

29 Ekim 2009 Perşembe

Beni Yak Kendini Yak

Bir takım düşünün ki forvetini ve en iyi hücumcularından birini kaybetmiş ve eldekilerle bir süre idare etmek zorunda.

Ve bu takım, oyuncularının, taraftarının, yöneticilerinin, hatta belki rakibin bile "gazozuna" olarak baktığı bir maça çıkıyor. Niyet antreman tadında, yoğun fikstürde aktif dinlenme denilebilecek bir maçı kazasız bitirmek. Peki bu takımın en önemli hücumcularından biri napıyor? Direk kırmızı kart ile oyun dışı kalıyor.

Elano'nun kırmızı kart gördüğü pozisyonun ne kadar sürreal olduğundan bahsedelim biraz da. Yarı yedek takımın çıktığı sezonun ilk Türkiye Kupası maçında, ilk yarının ortalarında, oyun kurucu olarak transfer edilen adam, stoper mevkiinde top çıkarırken kaptırıyor ve son hücumcuyu indirmekten kırmızı kart görüyor. Ben bunu nasıl bir perspektife koyacağımı bilemedim, bilen gayrı gelsin.

Bundan sonra hücum yükü Arda, Kewell, Nonda ve biraz da Aydın'ın üzerinde Sivas maçında. Bu adamlar gününde değilse nasıl olacak?

2-1 kazanılan maç hakkında uzun uzun yazmak gereksiz ama Elano'nun kırmızı kartı dışında bir olaya daha dikkat çekelim. Galatasaray savunması, yine gollerini yemeye devam ediyor. Eğer Bucaspor penaltısını atmış olsa, buyur uzatmalar. 2-0'dan 2-2'ye gelen ve aktif dinlenme yerine ciddi efor sarfedilen bir maç durumuna.

Uzun vadedeki hedeflerden ve umutlardan sapılmış olduğunu hissetmiyorum ama şu an üstüne koymadığımız sürece, zamanı geldiğinde istediğimiz hedeflerin uzağında kalırız gibi geliyor.

27 Ekim 2009 Salı

Loeb Aynen Devam

Dünya Ralli Şampiyonası'nın son ayağı Wales Rally GB, bu haftasonu bir "grande finale" yaşattı bizlere. Ford'un "Genç Semih"i Hirvonen, bu sene çok ciddiydi aslında Loeb hükümdarlığını durdurmaya. Son yarışa da 1 puan önde girmişti. Ama nafile...

Ilk gün 5 saniye olan fark, ikinci gün 25 saniyeye çıktı. Son günde Hirvonen, son bir gayret ile Loeb'ü yakalamak üzereyken motor kapağının pimleri çıktı ve ön cama yapıştı. Hirvonen de inip sorunu hallederken bütün şanslarını yitirdi. Oysa daha 2 gün önce yazmışız Marrko Martin'i ve motor kapağı ön camı kapamasına rağmen nasıl Akropolis Rallisi'ni kazandığını 2005'te. Şampiyonluk, o son adımı atmaktan geçiyor belki de.

Neyse, sonuçta Loeb, 6. kez üstüste WRC şampiyonu oldu. Onu kim durduracak, belki de bir kaç yıl daha bekleyebiliriz bu sorunun cevabı için.

26 Ekim 2009 Pazartesi

Engelsiz Aslanlar - Yine Yeniden

Bu haftasonu herkesin merak ettiği, heyecanla beklediği spor olaylarının listesine bakalım. En başta derbi tabi ki, tüm Türkiye kitlendi dünyanın en büyük 3. derbisine. Sonra ciddi bir kesim Liverpool - ManU maçını bekledi. Kandan latinler River Plate - Boca Juniors maçını iple çekti. Uykuyu sevmeyenler NBA'e gün sayıyor. Yolların değil pistlerin hız meraklıları Dünya Ralli Şampiyonası'nın son yarışını dikkatle takip etti. Vs vs vs...

Nasıl da güme gitti Engelsiz Aslanlar'ın ikinci kez üstüste Dünya Şampiyonu oldukları. Haberlerde, 3.-4. spor sayfasında geçiştirildi. Galatasaray, kendi takımının bu üstün başarısına zemin hazırlamasına rağmen, derbinin 10da 1 kadar önem vermedi.

Ben anlamıyorum, engelli vatandaşlarımızı engelleri aşmaları için cesaretlendiriyor muyuz, yoksa boşuna aşmayın mı diyoruz?

Kadıköy'deki Akıl Oyunları

Dün, sabah kalktığımdan akşam yatana kadar son derece rahattım. Ve bu rahatlığa maç sırasındaki dakikalar da dahil üstelik. Kendime sıkıntı yapmıyorum artık Kadıköy'deki maçları, 33 hafta üstünden şampiyon olmak daha zevkli diyorum kendime.

Peki ne oldu da dün akşam, tekerrür ettiği gibi oldu. Galatasaray savunması ve kalecisi, presi yiyince topu öne vurmaya başladı. Oradan itibaren de organize hücum şansı kalmadı sarı kırmızılı futbolcuların. Peki aynı savunma, haftaiçi ısrarla, hatta taraftarını bıktıracak ısrarla geride top çevirmiyor muydu? Bükreş'e atılan ikinci gol ısrarlı ve sabırlı top çevirmenin sonucu gelen bir gol değil mi? O zaman ne bu acele?

Gol ayakları Arda ve Keita. Daum, haftaiçi zaten bu iki ismi kilitleyeceğini açıklamıştı. Dediği gibi de yaptı. Keita'ya top gelir gelmez ya Bilica ya da Roberto Carlos tekmeyi vurdu. Arda ise maçtan önce yaşadıklarının da hırsıyla, görevini bırakıp serbest adam oynamaya başladı, sol tarafı (gol dışında da maçın en iyisi) Hakan Balta'ya bıraktı. Teknik direktörünün Tam Saha'ya verdiği röportajda, zor maçlarda maçı tek başına kazandırmayı isteyen kahraman rolüne büründü yani. Rijkaard da onu çıkararak en iyisini yaptı.

Ama bu maçın Galatasaray adına en büyük eksisi Baros'un sakatlığı oldu. Nonda'nın Galatasaray'ın tek forveti kalması, her ne kadar işini iyi yapsa da üstüne fazlasıyla yük bindirecektir Kongolunun. Peki Baros, dün akşamı nasıl etkileyebilirdi? Nonda, yapı itibariyle, geriye gelip pas trafiğine Baros'tan daha çok katılan bir forvet. Bu yüzden de Baros oynasa, Keita ve Arda'ya rahat rahat kademeye giden Fenerbahçe stoperleri, bu rahatlıkta olmayacaklardı. Yani ilk dakikadaki sakatlık, sarı lacivertlilerin ekmeğine yap sürdü.

Hakem hakkında ise, çoğu Galatasaraylı'nın aksine şikayetçi değilim. Ilk golün ofsayt olduğu bir gerçek. Ama ondan önemli bir şekilde, Fenerbahçe'nin sertliklerine her zaman göz yumuluyor. Ben artık bunu hakemlerin art niyetindense Fenerbahçeli'lerin, bu tip sertlik oyunlarını iyi yapmasına yoruyorum. Devamlı bu tip faullerle, tahriklerle Galatasaraylı'ları galeyana getiriyorlar ve sonunda da Keita gibi reaksiyonlar çıkıyor ortaya. Aslına bakılınca, Fenerbahçe'nin bu 10 senelik serisinin arkasında yatan da bu: Akıl oyunları.

Zaten bir süredir Kadıköy'de galip gelememenin baskısıyla beraber, faullere, seyircinin tahrikine, oyuncuların tacizine, Galatasaraylı oyuncular ve camia, hep büyük tepkiler verdi. Yumruklar, kavgalar, kartlar. Hiçbir zaman, sakinliklerini koruyamadı Galatasaraylılar maalesef.

Tam da bu yüzden, ben daha uzun bir süre Kadıköy'de maç kazanabileceğimize de inanmıyorum. Bu tip tahrikleri sineye çekmeyi öğrenmeden, kendi futbolumuzu oynayamacağız. Kendi futbolumuzu oynayamadığımız sürece de onları futbolla rahatsız edemeyeceğiz. Bu yüzden de onlar da akıl oyunlarına devam edecekler.

O yüzden de, akşam yatarken de sabah kalktığım kadar rahat ve stressizdim. 5 puan fark da çok önemli değil, 33 haftadan şampiyon olmak benim için daha keyifli.

23 Ekim 2009 Cuma

Derbi Zamanı Geldi!! Ankete Gel

Yeni FIA Başkanı Jean Todt

Bugün Paris'te yapılan oylamada, Jean Todt 135 oyla, 35 oy alan Ari Vatanen'in önünde FIA başkanlığını kazandı.

Peugeot'nun Dünya Ralli Şampiyonası'na girerken takım direktörü olan Fransız, daha sonra Ferrari Formula 1 takımının başına geçmiş ve Todt-Schumacher-Brawn-Byrne ekürisinin bir parçası olarak takıma tarihindeki en başarılı dönemi yaşatmıştı.

Jean Todt, eski başkan Max Mosley'nin de desteklediği adaydı. Hem bu destek hem de Formula 1 takımlarının daha bağımsız bir başkan istemeleri, Todt'un önündeki engellerdi. Max Mosley'nin gittikçe verimsizleşen yönetimi sonrası, Todt'un gereken değişimi gerçekleştirip gerçekleştirmeyeceği bir soru işareti.

Olsun, biz yine de küçük Fransız'a blogca başarılar diliyoruz. Umarız onun dönemi, skandalsız geçer.

Not: Okumalar koyalım olayla alakalı. Bir Ed Gorman'ın seçimden önceki yazısı, bir de NTVSpor'un seçim sonrası haberi.

4 Ileri 1 Geri

Istanbul - Bükreş gecesinde bizimkilerin eli ağırdı zaten. Beklenen de oldu, iki takım da kafalar rahat geliyor haftasonuna.

Galatasaray maçına gidişimizden (ve öncesinde FIFA 2010 debut'su yapmamızdan) dolayı Fener maçını izleyemedik. Sadece içeride izleyen kişiye "gol yok mu" dediğim an gol olması kaldı aklımda.

Peki ASY tarafları? Açıkçası berabere kalınan Strum Graz maçından sonra ve yaklaşan derbinin de etkisiyle kolay kazanamayız diyordum. Ama Galatasaray'ın sabrı, Bükreş'in beceriksizliği ile birleşince işler çok da zor olmadı.

Bükreş'in ilk hedefi gol yememekti zaten. Alanını kapadı, çok açılmadı, eline fırsat gelmesini bekledi. Ama Galatasaray, bu seneki sabır standartlarının üstünde sabredip topu doğru şansı bulana kadar çevirince rakibin planları tutmamış oldu. Kewell-Servet işbirliği ile atılan golden sonra Bükreş bu sefer tam tersi bir plana gitti ve tam saha baskıya başladı. Ancak bu da tutmadı. Aynı top çevirme sabrı, ya defansın topu kaptırmasıyla sonlanacaktı ya da ileride ciddi boşluk bulunmasına. Aradaki kalite farkı, risklerin alınmasını kolaylaştırdı ve Keita'nın eforu Nonda'nın bitiriciliği ile Galatasaray rahatladı. Ama açıkçası ben bu golü, topu güzel döndüren defans bloğu ve ön liberolara yazdım.

Ikinci devrenin hemen başında atılan golle maç aslında orada bitti. Galatasaray'ın gol yeme alışkanlığı bile buradan puan kaybedecek seviyede olamazdı. Maçın geri kalanı da derbi hazırlıkları olarak geçti zaten.

Biraz da oyuncu bazlı bakalım. Elano, bence şu ana kadar ki en iyi performansını sergiledi. Maçın başında ve son 20 dakikasında silik olsa da geri kalan orta dilimde sorumluluk aldı, pas dağıttı, oyunu açtı ve ciddi keyif verdi. Kewell, Arda'nın yokluğunda çok daha sorumluluk aldı, top istedi, takımı yönetti ve maçın yıldızlarından biri oldu. Nonda zaten şans verildiğinde boş geçmiyor. Bir de Keita-Nonda'nın yaşattığı Afrika futbolunun güzellikleri yok mu! Onlar oynadıkça içimden African Cup Of Nations'a gidesim geliyor, dahasını bulmak umuduyla.

Bu maç, tabi ki bir ölçü olamadı. Ama Bükreş'in etkisiz eleman olması, Galatasaray'ın aslında yapmak istediği planları açık seçik gösterdi. Önümüzde derbi var ve Fenerbahçe, bu kadar rahat oynamayacak takımı. Peki derbi ne olur? Hakkaten derbi ne olur?

Not: Uzun zamandan beri ilk defa maç yazısı yazabildim, ellerim paslanmış biraz kusura bakmayın.

15 Ekim 2009 Perşembe

Türk Gibi Ralli Izlemek

Video ararken rasladım kendisine, aslında Facebookluk ama buraya da uyar.

14 Ekim 2009 Çarşamba

Bir Markko Martin Vardı...

WRC sezonunun ne kadar heyecanlı geçtiğini ve 23-25 ekimdeki Wales Rallye GB'yi beklediğimizi belirtmiştim zaten. Bu aralar nostaljiye bağlamanın da etkisiyle biraz eskilere gidiyorum şu anda.

Sebastian Loeb, iki hafta önce Ispanya Rallisi'ni kazanırken nasıl bir asfalt canavarı olduğunu bininci kez sergilemiş oldu. Zaten asfalt rallilerinin bahis sitelerinde yeri olduğunu zannetmiyorum. Zira, şampiyon Fransız, kariyerinde start aldığı 30 asfalt yarışından 24'ünü kazandı. Peki, onu asfaltta geçen en son kişi kimdi? Estonya'nın ulusal kahramanı Markko Martin.

Bugün sattığım Ford Focus'umu aldığım yıl, WRC'ye acayip sardığım ve aynı zamanda Ford'u da desteklediğim yıllardı. Carlos Sainz ve Colin McRae gibi bütün zamanların en önemli pilotlarını beraber yarıştıran takım, bir de genç, çelimsiz, sinirli bir tipi de takıma katmıştı. Daha önce Subaru ile yarışan, gelecek vaad eden bu Estonyalı, daha sonraki yıllarda sivri sözleri ve WRC'ye dramatik vedası ile anılacaktı.

3 sezon kullandığı Focus ile adeta bütünleşecekti Martin. Kazandığı 2003 Akropolis rallisinde, yarışın en uzun etabının başında bir tepeden atlamış ve düşüşte motor kapağının pimlerini yerinden çıkarmıştı. Haliyle de kapak ön cama yapışıyor. Peki Markko ne yapıyor? Koltuğunun seviyesini düşürerek kapağın altındaki küçük boşluktan yola bakıyor ve hem etabı hem de iki gün sonra yarışı kazanıyordu (bu videoyu izlemeden geçmeyin, delilik bu). Daha sonra Arjantin Rallisi'nde kafa-burun ekseninde attığı taklalarla Focus'unu adeta ham metale döndürüyordu. Veya gün geliyor sisli bir Ingiltere Rallisi'nde co-pilotu Michael "Beef" Park ile araç içinde kavga ediyordu.

2005 yılında Ford'dan Peugeot'ya geçerek belki de hayatının hatasını yaptı. Yükselen kariyer grafiği, Peugeot'nun mücadele gücü yeterli olmayan 307 WRC ile beraber bir duraksamaya girmişti. Ama asıl sorun o senenin Ingiltere Rallisi'nde başına gelenlerdi.

Yarış son günü Margam Park etabında sola hızlı bir virajda yoldan çıkan Peugeot, sağ taraftan bir ağaca vuruyor ve Markko Martin yarasız kurtulsa da co-pilotu Michael Beef Park olay yerinde can veriyordu (videosu bu, 4. dakikadan itibaren). Yarış iptal ediliyor, Markko ilk önce sezonun geri kalan 4 yarışından çekiliyor, sonra da kariyerini bitiriyordu. Kısacası o etapta ralli dünyası iki güzel insanı birden kaybediyordu.

Şu anki rekabetin eski gibi olmadığı yıllarda, Markko Martin WRC'ye çok şey katabilirdi, eğer o şanssız kaza olmasaydı. Peki Martin şimdi ne yapıyor? Estonya'da Subaru satıyor. Kader...

13 Ekim 2009 Salı

2010 Dünya Kupası

Dünya Kupası'na gidemeyen bir ülkenin vatandaşı olarak "zenginin malı, züğürdün çenesini yorar" lafı geçerli oluyor bizim için de. Bizim beceremediğimizi beceren, yani DK'na gitmeyi garantileyen takımlara bakalım:

Afrika'dan ev sahibi Güney Afrika dışında Gana ve Fildişi Sahilleri; Avrupa'dan Almanya, Danimarka, Ispanya, Ingiltere, Hollanda, Italya ve Sırbistan; Asya'dan Kore'ler, Japonya ve Avustralya; Güney Amerika'dan Brezilya, Paraguay ve Şili; Kuzey Amerika'dan Meksika ve ABD.

Murat Kosova'nın sesinden bu sefer şunu duymak istiyorum: "Işte Dünya Kupası bu!". Bakıcak olursanız, tarihinde başarıları-kupaları olan, gruplarında favori olan ülkeler bunlar. Dünya Kupası, dünya futbolunun en iyilerini birleştirecekse belki de doğru bir miks bu.

Eğer bu yoldan gidersek bir tek Arjantin eksik burada, olup olamayacaklarını da yarın akşamki Uruguay deplasmanındaki maç gösterecek.

Biz yine alıcılarımızın ayarıyla oynamamaya devam edelim.

5 Ekim 2009 Pazartesi

WRC'de Sezon Finali



Yazmıştık 4 yarış kala WRC sezonu çok heyecanlı geçiyor diye. Hirvonen, sonunda 1 puan Loeb'ün önüne geçmiş ve Fransız'ın 5 yıllık dominasyonunu bitirmeye yaklaşmıştı. Övünmek gibi olmasın, tahminlerim de acayip tutmuş. Finlandiya'yı Hirvonen'e, Ispanya'yı Loeb'e yazmıştım, hakkaten de öyle oldu. Yeni Zelanda'nın ortada olacağını tahmin etmiştim. Sahiden de az farkla Loeb kazandı ama daha sonra teknik bir ceza ile beraber birinciliği Hirvonen'e verdi.

Ve geriye tek bir yarış kaldı; Wales Rally GB. Çamurlu Ingiliz etaplarında bu senenin şampiyonu belli olacak. 1 puan farkla Hirvonen hala önde, yani değişen bir şey yok. 23-25 Ekim'de www.wrc.com adresimiz olacak gibi duruyor.

4 Ekim 2009 Pazar

GS-Ankaragücü Vol 2: Skib Bıraktın Koray

Hakem konuşmayı sevmem deyip kendime kıçımla gülüyorum. Ama bugünkü Ankaragücü-Galatasaray maçının hakemi muhterem Koray Gencerler'e apayrı bir konu başlığı açmak lazım.

Ilk yarıda Elano'nun rakip yarı sahada devamlı düşürülmesini es geçerken taraftarlığımın verdiği şekilde tepkiliydim. Aynı hareketler Güçlü'lere yapılınca çalıyor, bize çalınmıyor diye sinirleniyordum, klasik maç tripleri, çocukça.

Ama ikinci yarı başlayınca, görevini yeteri kadar yerine getirememenin acısıyla hareket etmeye başladı anlaşılan Koray Bey. Ilk yarıdaki çifte standartlığına ek olarak düdük çalmadığı bazı pozisyonlarla, maçın nereye gitmesini istediğini çok açık ve net bir şekilde gösterdi.

En başta Aydın'ın ceza sahasına girerken yerde kaldığı pozisyon var, rakibin arkadan tekme attığı, yetmediği ve ikinciyi geçirdiği pozisyon. Koray'ın devam dediği ama aslen kıpkırmızı kart olan. Zaten iki dakika sonra da sakatlanarak oyundan çıktı Aydın.

Daha sonra yine aynı kanatta, çizgi üstünde Ediz'in Uğur'a çifte dalması var. Uğur'un çığlığının bütün televizyonlardan duyulduğu. Koray'ın es geçtiği.

Bir de dayanamayıp artık skora etki etme isteği ile coştuğu ikinci gol var, bir Koray resitali. Tehlikeli pozisyon tam savuşturulamamışken, birazdan golü atacak oyuncunun ilk önce defansı sonra kaleciyi çok net taban göstererek geçtiği pozisyon. Serhat Ulueren'i tanıyan var mı, bir barkovizyon gösterisi hazırlatmak istiyorum. Söz, hep beraber mangal yapıp izlicez açıkhavada.

Alex Ferguson, dünkü maçlarından sonra "yurtdışında kasabın köpeği kadar fit hakemler var" demiş. O yurtdışı, burası değil, o konuda içim rahat. Ne de olsa 3 sene şampiyonluk sözü, Daum'u takımın başına getirerek verilmiyor.

GS-Ankaragücü Vol 1: The Maç

Önce maça konsantre olalım. Bu ligde ne kadar kendi taraftarının ıslıkladığı Fenerbahçe 7'de 7'yi hakketmiyorsa, yere göğe sığdırılamayan Galatasaray da 7'de 7'yi hakketmiyordu. Arada tabi ki fark var, bir takım günü kurtarıyor biri geleceği yapıyor; yani biz son iki hafta skoruna bakıp skor yazarlığı yapmayacağız. Zor geçilen Ankaraspor, Beşiktaş ve Kasımpaşa maçları hep göstergeydi. Eskişehirspor dişli rakipti ve puan kaybını şahsen bekliyordum ama Strum Graz sürpriz olmuştu. Ama Ankaragücü maçı...

Galatasaray'ın çok yetenekli ayakları var ama asıl şu ana kadar maçları kazandıran, kopmadıkları sistemdi. Bu sistemin de, üstünde taşındığı iki büyük sütunu var. Biri yüksek topla oynama yüzdesi, diğeri yüksek pas yüzdesi. Son bir kaç maçtır bu sütunlardan biri yıkık, bu yüzden de Galatasaray, çok temelden sıkıntı alıyor. Tahmin edileceği üzere, bu yıkık sütun, yüksek pas yüzdesi.

Strum Graz maçında Elano'nun, özellikle ilk yarıda attığı, boşa giden onca uzun pas hemen aklıma geliyor burada. Bugün ise bolca kısa mesafeli paslar, çok savruk bir şekilde dışarı veya rakibe verildi. Yani topla oynama yüzdesi yüksek olsa bile, bal yapamadı arılar.

Bir yandan da herkesin görevini bildiği bir sistem olması gerekirken, kimsenin naptığını bilmediği bir Galatasaray vardı sahada. Servet'in kafa topları için çakma forvet olduğu maçlara alıştık ama Keita'vari çalımlı kanat oyuncusu olmaya çalışması, en minimumundan sahadaki arkadaşlarına ayıptı. Arda'nın topu ayağından bırakmayan hali, takımdakilerin gereksiz veya isabetsiz şutları ise bana Rijkaard'ın Tam Saha'ya verdiği röportajı hatırlattı: "Türk futbolcusu duygusal, kötü giden maçı herkes tek başına çevirmeye çalışıyor". Ne güzel geleceği görmüş. Peki niye değiştirmemiş diye de kızamıyorum, çünkü iliklerimize işlemiş bu hisleri nasıl silebilir ki?

Buna rağmen Galatasaray, çok net gol pozisyonları da buldu. Yani bu takım en kötü halinde bile ciddi pozisyonlar bulabiliyor. Ama atamadı bugün. Eğer atsaydı, muhtemelen skor böyle olmazdı. Ama her zaman işler iyi gitmez ve asıl işler iyi gitmediğinde tecrübe edinirsen iyi günü cidden hakkedersin kanımca. Takım olarak bu maç çok ciddi şekilde üstünde düşünülmeli ve milli takım arasında bol bol analiz edinilmeli bu pazar öğleden sonrası. Ancak bu şekilde, bir milli maç arasıyla başlayan form düşüşü başka bir milli maç arasıyla son bulabilir.

2 Ekim 2009 Cuma

Pilot Marketi Sezonu Başlamıştır

Alonso'nun Ferrari'ye gidişinin açıklanmasına inanın diğer pilotlar da Alonso kadar sevinmiştir. Çünkü O'nun nereye gittiği belli olmadan kimse bir türlü kesin anlaşma yapamıyordu. Denge taşı yerinden oynayınca haberler de gelmeye başladı.

Şu anda line-up'ı belli bir Ferrari var: Massa - Alonso. Raikkonen'in McLaren'e geri döneceği haberleri bir süredir ayyuka çıkmıştı zaten. Sen hem Ferrari'den 2010 yılında alacağın ücreti tazminat olarak al, hem de git McLaren ile bir anlaşma imzala. Hayat ona güzel. Oradaki kuvvetle muhtemel Hamilton - Raikkonen eşleşmesi de süper heyecan verici. Bu aynı zamanda Kovalainen'in takım tarafından sallanması anlamına geliyor, onun nereye gideceği henüz meçhul.

Renault'da Alonso ile oluşan boşluğu Kubica ile dolduracak. Peki Grosjean? Pek etkileyici bir performans sunmadı sanki genç Fransız, buraya da yeni birini alacaklardır.

Bu senenin "şampi"si Brawn'da işler olması gerektiğinden karışık aslında. Button ile henüz finansal bir anlaşmaya varamadılar. Barrichello da, performansı hala yarış kazanacak seviyede olsa da, tam geleceğe yatırım olarak düşünülemez. Ross Brawn, muhtemelen Button'ı tutup Barrichello'yu sallamak isteyecektir. Gelen dedikodular, Barrichello'nun Williams'a gideceği, Rosberg'in de Brawn'a geçeceği. Button - Rosberg ikilisi de çok tehlikeli.

Williams demişken... Yıldızları Rosberg'i kaybedip yerine Barrichello'yu alacak Frank ve ekibi, 2. koltuk için ellerindeki kamikazeden kurtulmaya karar vermişler sonunda. Arkandan ağlamayacağım Nakajima. Onun yerine de Nico Hulkenberg'e şans vereceklermiş.

Toyota'nın geleceği yine tehlikede, bu demektir ki Trulli ve Glock'un da geleceği tehlikede. Force India şu an için Sutil ve Liuzzi ile yarışıyor, ya böyle devam ederler ya da takımdaki Hint kanını arttırma politikasıyla Chandok'u kapayabilirler. Toro Rosso, her sene pilotlarını en geç açıklayan takım olsa da seneye de şu andaki gibi Alguersuari ve Buemi ikilisiyle devam ederler gibi geliyor. Red Bull, zaten Vettel ve Webber'i çoktan açıkladı burada bir sürpriz yok. Yeni takımlardan ise henüz hiç bir açıklama yok.

En potansiyelli gençlerden Bruno Senna, geçen sene Brawn yarış koltuğunun direğinden dönmüştü. Bu sene de 4 takım ile konuşuyormuş, bir şekilde bir takımla onu da gridde göreceğimize inanıyorum.

O zaman hafiften bir tablo yapalım, zaman ilerledikçe içini doldururuz:

Ferrari - Massa ve Alonso
Mclaren - Hamilton ve Raikkonen
Renault - Kubica ve ??
Brawn - Button ve Rosberg
Red Bull - Vettel ve Webber
Toro Rosso - Alguersuari ve Buemi
Force India - Sutil ve Liuzzi (veya Chandok)
Williams - Barrichello ve Hulkenberg
Toyota - Kendilerinin bile olacağı meçhul
USF1 - ??? ve ???
Campos - ??? ve ???
Manor - ??? ve ???
Lotus - ??? ve ???

1 Ekim 2009 Perşembe

Sürpriz, Alonso Resmen Ferrari'de!


Sonunda böyle bir haberle blog dünyasına geri dönmekten duyduğum kıvancı sizinle de paylaşırım efenim. Evet, yıllar yılı konuşulan, bu blogda daha önce de yazdığım, herkesin bildiği bu mühim sır sonunda açıklandı: Fernando Alonso, resmen Ferrari'de.

Normalde 2011 yılı için yapılan anlaşma, Raikkonen'in kontratının bir sene erken bitirmesi için uzlaşılmasıyla beraber 2010 yılında başlayacak. Bu da sonunda pilot marketini harekete geçirecek ve burada uzun uzun bunun hakkında yazılacak.