ali etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ali etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Mayıs 2009 Cuma

Futbolcudaki Mesajsızlık Kaygısı

Çarşamba gecesi Eto'o, attığı golden sonra koluna vururken en başta anlamamıştım ne demek istediğini. Yine de çok uzun sürmedi o hareketin anlamını anlamam. Hareket, kendisine ırkçı tezahüratlarda bulunanlara cevaptı; kabaca diyordu ki "bu karakol size girsin".

Ister istemez gözümün önünden bunun gibi hareketler geçti. Daha bir kaç hafta önce aynı takımın kaptanı çok ağır bir mesaj sallamıştı gol attıktan sonra. Puyol, Katalan ismini bile doğru yazmak istemeyen Madrid taraftarına karşı Katalan bayrağı şeklinde pazubandını çıkarıp öpmüştü. Bizim ülkemizdeki muhtemel iz düşümü Ankara tribünlerine karşı Kürt bayrağı öpmek olabilir bu hareketin. 

Bunlardan sonra modern futbolun modern futbolcuları geçti sıra ile gözümün önünden. Mesela son zamanların gözde adamı Cristiano Ronaldo. Kesinlikle çok iyi bir oyuncu, komple ve harika. Lafım yok. Ama bu yazı, bir futbol dışı-saha içi yazısı. Ronaldo'nun yapabileceği tek şey iyi oynamak, kıro giyinmek, kız götürmek ve Ferrari haşat etmek olabilir. Onun verebileceği bir mesaj olamaz. Eto'o ırkçılığa küfreder, Puyol halkını savunur, Muhammed Ali savaş karşıtlığından lisansını kaybeder vs... 

Futbol, sokakların oynudur. O yüzden de zaten bu kadar popüler olmuştur, herkesin oynayabileceği ve anlayabileceği heyecanlı bir oyundur çünkü. Çoğu futbolcu birer Slumdog Millionaire'dir. Kötü mahallelerinden, zor yaşam koşullarından futbola sıkı sıkı tutunarak kurtulmuş ve birer kahraman olmuşlardır. Zor yaşamlarında yaşadığı sıkıntılar sırasında edeceği küfürleri, ünlü olunca edemeyen adamın, benim gözümde değeri yoktur. Futbol, ona bu fırsatı vermişse onu kullanmak boynunun borcudur; kendisi veya o durumda sırt sırta veren arkadaşları için. O yüzden Cristiano Ronaldo iyi futbolcu olsa da adam değildir gözümde. 

Ergün Penbe vardır, bir GS'li olarak unutulmayan. Mükemmel efendidir, ama sessiz bir duruşu vardır. Nouma'yı da severdim; kural tanımaz bir şekilde mesajını verirdi. Zaten tribünlere karşı mesajını verdiği için uzaklaştırıldı ülkeden. Ben Arda'nın efendiliğiyle gençlere örnek olmasını istemiyorum mesela. Üstünde silah olan tshirtü de giysin, zerre kadar umrumda değil. Duruşu ve adam oluşuyla örnek olsun olacaksa. Bu tip adamlar efsane olurlar, yıllarca hatırlanırlar. Verecek mesajı olmayan ancak iyi topçu olur, iyi top oynamayan da silinir gider. 

Arda Turan özelinde futbolcuların halka maloluşu ve insanlara örnek oluşundan bahsetmişken bir oyuncuyu daha atlamayalım: Fransa Kralı 1. Eric. Bu "örnek olalım" saçmalığını çöpe atan adamdır. Yakasını kaldırır ve istediğini yapar; gerekirse adam sakatlar ya da gol atar, isterse de tribündekileri döverdi. Iyi veya kötü, ama karakter budur. Kendin olmaktır.

Modern futbolu sevmememin sebeplerinden biri de; futbolcuyu törpülemesi ve "politically correct" yapması. Adam gibi adam lazım sahalara, top oynayan bebeler değil.

23 Nisan 2009 Perşembe

Huzurlarınızda Ali Okancı (Vol II)


EE: Blogunun bu kadar kisa zamanda populer olmasini neye bagliyor? Kendi blogunun diger bloglardan farki ne? Basin iceirsinde yer almasinin, bir televizyoncu olmasinin bloguna kattigi artilar neler?

AO: Ben aslında bu kadar popüler olacağını tahmin etmiyordum ama sanıyorum medya dünyasındaki anılarımı yazmam ve kendimi deşifre etmiş olmamın bunda payı büyük. Ben aynı zamanda futbol dünyasındaki popüleri takip ediyorum. Amacım her şeyden önce postlarımla eğlenmek ve eğlendirmek. Sonra bilgi vermek. Kendi blogumla sürekli yenilikler düşünürüm, başka ne tür yenilikler olabilir onun peşindeyim. Mesela diyalog kurmacalar yapıyorum. Benim blogumun kendine has özelliklerinden biridir. Ama blogum okunsun okunmasın açıkçası o kadar önemli değil. her şeyden önce kendimi geliştirmeme yardımcı olduğuna inanıyorum. Hem yazı yazmamı geliştirmemi hem de bilgilerimi taze tutmamı, gündemi yakalamamı sağlıyor.

EE: Nolucak bu Arda'nın hali diye merak ediyorum, nedir bu sinir agresiflik, bu cezalar vs. Onun aldığı bilgilere göre Bayern'e transfer olucak sene sonunda diye yazmıştı Aceto diye hatırlıyorum, bu kafayla Avrupa’da herhangi bi klup alır mı Arda'yı, Barcelona Arda'yla ilgileniyo mu?

AO: Öncelikle Arda ne olursa olsun bence Türkiye’nin son dönemde yetiştirdiği en iyi futbolcu. İnsan soruyor kendine Arda Avrupa’ya transfer olmazsa kim olur diye? Arda transfer yapacaktır ya bu yaz ya da bir dahaki yaz. Buna eminim. Onu alacak olan kulüpler de var. Son yaşanan olayların onun transferine gölge düşürdüğüne inanmıyorum. Hayatında ilk kez yaşadığı bu tür bir olaydan dolayı onu asamayız. Hangimiz hatalar yapmadıkki? Bayern’e transfer olması Ribery’nin ayrılmasına bağlı. Barcelona’nın da Arda’yı istediğini ya da ilgilendiğini hiç zannetmiyorum. Barcelona Ribery’yi alır, Henry’nin yerine, Bayern de Ribery’nin yerine Arda’yı. :)

EE: Türkiye’de futbolcular neden bu kadar kötü, acaba hiç antrenman yapmıolar, hepsi sigara alkol mu kullanıyo, bunun önüne hiç bi teknik adam geçemez mi, Avrupa’daki meslektaşları haftada 3 maç 90 dk çatır çatır oynarken, bizimkiler sezonun en formda olması gereken zamanlarında 60 dk zor çıkarıp sahada dökülüyorlar, ayrıca zırt pırt çocuk gibi sakatlanıp kaç hafta oynayamıyolar üstüne üstlük iyileşemiyolar bi türlü tam olarak, sorum şudur, bizimkilerin genleri mi bozuk !??

AO: Bizimkilerin genlerı bozuk değil öncelikle bunu söyleyeyim. Ama çalışmadıkları, iyi antrenman yapmadıkları konusunda hemfikirim. Her şey futbolcunun kendisinde bitiyor aslında. Hangi yönü eksikse o yönünün üzerine gitmeli ve kendini geliştirmeli. Teknik ekip de ona doğru yolu göstererek yardımcı olmalı. Örneğin Arda’nın şutu yok. Çalışmalı antrenmanlardan sonra 1-2 saat daha, kaleye bol bol şut atmalı. Sabri mesela benim hatırladığım 2-3 yıl önceki Liverpool maçında (deplasmandaki) 2 orta yaptı ve bir daha da yapmadı. Koy 50 tane topu önüne, sağdan soldan hergün 50 kez, 500 kez orta yap! Ama akılları fikirleri başka yerlerde bu adamların ne yazıkki! Angarya geliyor heralde bazen. Biran evvel işini gücünü bitirip kaçmak istiyorlar olay mahallinden.

EE: Turk spor basinindan en begendigin isimler kimler?

AO: Uğur Meleke, Uğur Vardan, Kanat Atkaya ve İbrahim Altınsay.

EE: Futbol disinda en cok takip ettigin spor dallari hangileri?

AO: Atletizm, basketbol ve snooker.

EE: İlkbilen.blogspot.com gerçek midir? Yoksa kendisi mi?

AO: Evet gerçektir. Gerekli olan bilgileri blogumda vermiştim. Ben de yalan yok! J

Huzurlarınızda Ali Okancı (Vol I)


Karşılıklı buluşmamızdan dolayı geç oldu ama sagolsun kendisi Haberturk binasında çok guzel agırladı beni. Kendisiyle oturduk, konuştuk, keyifli bir sohbet yaptık. Sorularınızı da sordum ve cevapları da aldık. Resimler, bilgisayara yukledigim zaman buraya da eklenecek.

Ezeliebedi: Spor basınında yer almak isteyen sosyoloji mezunu biriyim. Iletişim mezunu olmayanlar nasıl bu sektore girebilir? Ne yapmalılar? Iletişim mezunu olmak şart mıdır? Hatta spor medyasında olmayı tavsiye eder misiniz yoksa "hiç bulaşma, biz bir hata yaptık sen yapma" diyorsunuz?

Ali Okanci: İletişim mezunu olmayanlar aslında tıpkı iletişim mezunlarının yaptığını yaparak spor medyasına girebilirler; sektör içindeki birini yakından tanıyarak ve onun desteğini alarak. Açıkçası benim kişisel fikrim bu. Ben 1999 yılında mesleğe başladığımda ilk çalıştığım kurum olan TV8’in kapısından geçerken başvuruda bulunmuş ve 10 yıl önceki şartların da elverişli olması sayesinde hiçbir tanıdığım olmasa da bu mesleği yapmayı ne kadar çok istediğim ve spor hakkında bilgi sahibi olduğum konusunda o zamanki müdürümü ikna etmeyi başarmıştım. Artık sektörün içinde yer almak çok daha zor. Aslına bakarsanız iletişim fakültesi mezunlarının oranı sektör içinde iyice azaldı. Spor medyası içinde yer almanızı futbolu, basketbolu, formula 1’i, atletizmi ve diğer dalları gerçekten seviyorsanız ve takip ediyorsanız tavsiye ederim. Çünkü sevdiğiniz bir işi yapmak kadar güzel bir şey yok. Hem hobinizi, zevkinizi karşılıyorsunuz hem de bundan para kazanıyorsunuz. Bundan daha güzel ne olabilirki?!

EE: Çok absürd paralar kazanıp hatta saha dışında can ciğer olan profesyonel (!) adamlar nasıl saha içerisinde bizim mahalle maçlarında ki fanatik abilere dönüşüyorlar? Dünya kupası üçüncülüğü Avrupa Şampiyonasında yarı final yani birşeylerin farklı olduğunu görmek için daha neler yaşamak gerekiyor?
GS-FB maçını izlerken ben de R.Carlos ve Lincoln gibi uzaktan baktım olanlara.O an düşündüğüm tekşey GS kale arkasındaki top toplayıcı çocuğun Arda'ya baktığında ne hissettikleriydi.Çünkü o çocuk bir zamanlar Arda bir zamanlar Guardiolaydı...

AO: Futbol hayattır demiyor muyuz? Hayatta sevgi, aşk, mutluluk, nefret, kin vs. olduğu gibi futbolun içinde de bunlar var. Dünya’nın dört bir yanında da geçtiğimiz günlerde Ali Sami Yen’de yaşanan olaylara şahit olabiliyoruz. Ama bu daha çok bizim gibi 3. sınıf toplumlarda oluyor. Bize küçükken sadece kavga etmememiz söylendi, öğretildi, ama kavga etmek zorunda kaldığımızda ne yapmamız, nasıl anlaşmamız ya da kavga ortamından nasıl uzak durmamız gerektiği öğretilmedi. Derbide yaşananlar da bence bu derbiye has bir şeydi yani Galatasaray-Fenerbahçe derbilerine. Bu takımın oyuncularının her ne kadar yakın arkadaş olsalar da hafta boyunca basın, aile ve yakın arkadaşları tarafından dolduruldukları, ne olursa olsun kazanmaları gerektiği baskısıyla o zemine çıktıklarını unutmamak gerekir. Tansiyonu yüksek derbilerde bu tarz olaylar oluyor, galiba olmaya da devam edecek. Ama tansiyonun zirve yaptığı, ortamın gerildiği durumlarda bireylerin otokontrol yapmaları gerekiyor. Bunun için de eğitim, eğitilmek son derece önemli. Bunu da ya toplantılarla, özel seanslarla kendi arzusuyla ya da vereceğiniz ağır cezalarla zorunlu olarak yaparsınız. Real Madrid-Getafe maçında Pepe’nin neler yaptığını gördük. Dünya’nın en büyük kulübünde oynayan bir futbolcu resmen rakibini öldürme teşebbüsünde bulundu. Demek ki Avrupa’da da arada bir birkaç kendini bilmez çıkabiliyor ve futbolun çirkin yüzü medeniliğiyle övünen batıda da kendini gösterebiliyor. Ve yine yıllar önce Atletic Bilbao ile Barcelona arasındaki Kral Kupası maçında yaşanan kavgaları gözlerinizin önüne getirin, Dünya’nın en büyük futbolcularından Maradona’nın yaptıklarını ve O’na yapılanları hatırlayın. Adı üstünde Maradona ya da Arda’ya, “En iyi futbolcu” diyoruz “En Efendi değil”!

EE: Yurtdışında Arsenal’i tuttuğunu biliyoruz ülkemizde hangi takımın taraftarı? Ülkemizde ve avrupada hangi takımın taraftarını daha iyi buluyor,beğeniyor? Büyüdüğü, sokak aralarında top oynadığı semt neresi ?

AO: Türkiye’de hangi takımı tuttuğumu söylemeyi gerçekten çok isterdim. Ama buna cevap veremeyeceğim. Çünkü ben kariyerim boyunca yaptığım yayınlarda her ne kadar taraftarlığımı kenara bırakmış olsam da, açıkladığım anda mutlaka yazılarım ya da yayınlarım tuttuğum takımla bağdaştırılacak. Olmasa bile olmuş gibi görülecek, gösterilecek. Bunu istemediğim için cevap söyleyemeyeceğim.

Ülkemizde Beşiktaş taraftarını gerçekten beğeniyorum. Neden mi? Buna şu şekilde cevap verebilirim, NTV Radyo’da lig maçlarını anlatırken her ay 1-2 kere İnönü Stadı’nda maç anlattığım oluyordu ve gerçekten tezahüratlarıyla sizi içine alan bir taraftar grubu var. Haklarını vermek lazım. Bursaspor ve Sakaryaspor’un taraftarları da oldukça iyi ve vefakar. Diğerleri de iyi canım, kimse alınmasın lütfen! Yurtdışında ise Liverpool kesinlikle. YNWA’nu söylemeleri ve kazansalar da kaybetseler de takımlarını alkışlamaları her şeye bedel. 

Büyüdüğüm semt, Beşiktaş’ta Akaretler’den çıktıktan sonra rampanın bittiği yer olan Valideçeşme. Blogumda da yazmıştım, ufakken efsane Başkan Süleyman Seba’nın önünde sokak arasında mahalle maçları yapardık. Komşumuzdu Süleyman amca.  Haftanın birkaç akşamı oturup bizi izlerdi. Ama futbol oynama konusunda pek iyi değildim. Kendimi artık maç anlatarak ve bol bol PES oynayarak tatmin ediyorum.


To be continued gun icinde...

19 Nisan 2009 Pazar

Ali Okancı'ya Son Sorular


Evet beyler, Ali Okancı'ya sorularınızı sorabileceğinizi, cevaplarını salı burada bulabileceğinizi yazmıştım. Bugün ve yarın sabah son gün, sorularınızı ezeli.ebedi33@gmail.com adresine yollayın.

Hepinizin sorularınızı bekliyorum, sizin de katkınızla çok güzel bir röportaj olur umuyorum.

15 Nisan 2009 Çarşamba

Ali Okancı'ya Sorularınız

Ali Okancı'yı biliyorsunuz; kendisi ekranlarda, Penne Arabiata'sı blogosfer'de karşımızda. Blog alemlerinde yazılarını okuduğumuz, yorum yaptığımız Ali Okancı'ya bu sefer kendi sorularınızı iletebilirsiniz. Zaman zaman uefa.com'un futbolcular için yaptığı "ona buna sorularınızı iletin" gibi bir deneyim bu. Işte bu sefer sizler, bizden biri diyebileceğimiz (ne de olsa hepimiz blogidmanyurdu çatısı altındayız) Ali Okancı'ya aynısını yapabilirsiniz.

Kısaca tanıtmak gerekirse Ali Okancı, Marmara Üniversitesi Iletişim Fakültesi mezunu. 10 yıldır medya sektöründe. TV8'de başladığı kariyerinde 7 yıllık NTV tecrübesi de bulunan Okancı, 1.5 yıldır Habertürk Spor Servisinde çalışıyor. Kendisi blogunda da bahsettiği gibi adımları teker teker çıkmış. Spor ve kendisiyle ilgili soruların yanında tecrübesi ve bilgisi ile medya sektöründe çalışmak isteyen arkadaşların da çokça işine gelecektir sorularınız. 

Sorularınızı ezeli.ebedi33@gmail.com adresine pazar geceyarısına kadar yollayabilirsiniz. Salı günü de şu an bulunduğunuz sayfada sorularınızın cevabını okuyabilirsiniz. 

Soru-Cevap seanslarının ilki için katılımlarınızı bekliyoruz. 

14 Nisan 2009 Salı

Emre Belozoglu Dolari

Yukarida gordugunuz para, pazar aksami Ali Sami Yen kapalisinda dagitildi desteler halinde. Simdi iki farkli bakis acisi yazicam, sizin ne dusundugunuzu soracagim sonra da.

Birincisi, bunun, bir taraftar grubunun sevmedigi bir insana attigi zararsiz bir tas olarak gorulmesi olabilir. Kimse kimseyi sevmek zorunda degil, bunu da esprili, kimseye zarar vermeyen bir yolla gostermisler diyebiliriz. Yani ifade ozgurlugu kategorisine giriyor yapilan.

Ikincisi de birinin kisilik haklarina saldiri, eziklik ve bunu bu tip yollarla ortaya koymak olarak dusunebiliriz. Hem Emre'nin yuzunu paraya koyarak ona "bes paraliksin" diye bir laf atma hem de United Gays of Kadikoy diyerek seksist bir yaklasim var. 

Sahne senin blogosfer!

13 Nisan 2009 Pazartesi

Aidiyet vs Reaksiyon

Dun aksam bir ceza sahasinda iki takim karismis, obur ceza sahasinda bir kaleci tombala cekerken arada boyle bir goruntu de sahalara yansidi. Ozellikle Ali Okanci bu konu ustunde yorumunu belirtti. Basa sarip olayin kisa bir ozetini gecelim, sonra kendi yorumuma gelelim.

Ilk resmi koyan Bulent Timurlenk, Aceto'sunda. Oraya Ali Okanci'nin yorumu:

Materazzi ile Rui Costa'nın izlemesi normal, çünkü taşkınlığı yapan taraftar. Carlos ile Lincoln'ün izlemesine ise vahim mi desem normal mi desem bilemedim. Çünkü taşkınlık çıkaranlar kavga eden arkadaşları. Ayırma adına bile müdahalede bulunmayarak aidiyet duyguları olmadığını mı ortaya koymuşlar, yoksa bu salakları uzaktan izleriz ne bulaşacağız diyerek doğru olanı mı?!


Daha sonra kendi Penne'sine tasiyor, linkiyle aktariyorum. Yukaridaki futbolcularin aidiyet duygularini sorguluyor. 

Bir bakima katilmamak elde degil, gercekten her gun gunlerini, sahayi, deplasmanlarda odalari ve en onemlisi formayi paylastiklari arkadaslari kavgada iken onlarin izlemesi cok normal degil. Ama hemen hemen ayni sey basima geldigi icin o zamanki hislerimi anlatayim istedim. Olaya son derece yavas, her an bitti bitecek dusuncesi ile yaklastigimdan hemen mudahale etmemistim. Olayin varligina inanmamistim cunku, "ben top oynamaya geldim olanlara bak"ti benim icin. Kendi kavgama bile girmemis biri olarak hali sahada azmanlarla kavga etmeye hic niyetim yoktu. O yuzden Lincoln ve R.Carlos'u anliyorum. Onlar oraya kavga icin gelmemisler ve etmeyecekler. Her nasil arkadaslari orada kavga ile birseyleri ispat ediyorsa, onlar da etmeyerek birseyleri ispat etmeye calisiyorlar aslinda. Kavga nasil bir reaksiyonsa, bu da onlarin reaksiyonlari. Ben de olsam ben de kavga etmezdim, sularin yagdirildigi Fenerbahce macinin devre arasinda Kapali'yi terkettigim gibi. Siddete karsi sukunet de bir reaksiyondur, sesi de ayni derece cikar.

PS: O sirada santra yuvarlaginda Lugano ve Nonda haric neredeyse butun yabanci oyuncular vardi iki takimdan da. Mesela Baros'u net hatirliyorum. 

11 Nisan 2009 Cumartesi

Derby Della Bosfor

Belki Mclaren ihracın eşiğinde, Çin GP'sine bi hafta kaldı ve diffuser problemi çözülmek üzere ama galiba bu aralar onları yazamayacağım; hepimize malum olduğu gibi bu hafta sonu Türkiye'nin en güzel maçı Galatasaray-Fenerbahçe maçı var. 

Aslında bir sürü güzel futblogcu var, derbiyi bir süredir zaten yakından takip eden, enteresan inceleme yazıları yazan. Yeni ne katabilirim diye düşünsem de adı "ezeli rakip ebedi dost" olan bir blogun buna değinmemesi abesle iştikal. 

Bir kere şöyle bir mini araştırmayı gözler önüne sereyim. Yabancı basın acaba ne yazıyor diye merak ettim, Google'da "Galatasaray Fenerbahce Derby" yazdım. Sadece Türkçe sayfalar çıktı karşıma, yani dünyanın en büyük 3-4 derbisinden biri Dünya'nın pek de umrunda değil. Yalnız UEFA'nın sayfasındaki şu haberi atlamayalım, arada bahsetmişler. 

Peki taraftar psikolojileri nasıl maçtan önce? Malumunuz, iki takımın da sezonu tatsız-berbat ekseninde geçiyor, nadir maçlar hariç. Tat açısından, Galatasaray'ın ufak bir üstünlüğü var. Avrupa'da güzel bir kaç maç gördük, ligde bazı dominant galibiyetler vardı. Fener'in bu konuda bi Hacettepe kuşatması vardı, onun da çok arkası gelmedi. Tabi durumlar böyle olunca iki takımın taraftarları da heyecandan çatlamıyor. Hatta "mümkün olsa iki takım birden 0 puan alırdı bu maçtan" diye yorumlar bile var. Tabi ki die-hard fanatiklerin kıvamı daha farklı. Hazır nanemolla geçen sezonun acısının çıkma maçı. Kadıköydeki maçların direk Fener'e yazılmasından dolayı asıl rekabet daha çok Ali Sami Yen'de yaşanıyor. Eğer Fener alırsa "iki maçta da koduk" olacak, Cimbom alırsa sezon güzel bi Fener galibiyeti ile kapanacak içler rahat olacak. Yani dalga konuları şimdiden hazır, pazartesi ofiste kan akacak - berabere bitmezse.

Ayrıca iki takımın da savunmasında ciddi eksikler olması, eğlencenin bir daveti. Güzel ataklar, melaikelerin kaleyi koruduğu anlar ve bahtlı-bahtsız pozisyonların bol olacağını düşünüyorum. Mücadelenin yüksek ama futbol seviyesinin vasat çizgisinin etkisinden kurtulamayacağı bir maç bekliyorum açıkçası. Tabi ki sonunda da Galatasaray kazansın istiyorum. 

Bakın hiç Emre konusuna değinmedim, tansiyonu yükseltmedim, iyi oynayan kazansın'cıyım. Şunu belirteyim, Emre'nin ilk Italya'ya gittiği yıldan beri küçükken Fenerli olduğunu ve Aziz Yıldırım'ın yıllardır Emre'yi almak için "shake that ass"ini yırttığını biliyordum. Yani bu transfer benim için hiç sürpriz olmadı, bayadır kendimi alıştırmıştım. Yine de Fener için destekten çok töstek olmuştur. Kısacası Emre'ye küfredip soprano sesimi yırtmicam, takımıma tezahürat etmeyi yeğlerim. Hepinizi öperim.

5 Mart 2009 Perşembe

Aslantepe


Bir suredir yazmak istiyordum, az once Ajansspor'a su haber dusunce yazmak istedim. Aslantepe'de insaat yine durmus. 

2007 Aralik ayinda (sonunda) stat insaatinin temeli atilinca butun Galatasaraylilar refaha kavusmuslardi. Godot'yu bekler gibi beklemistik sonucta. Babasi Fenerli bir GS taraftari olarak, Sukru Saracoglu yenilendigi zaman FB'nin seyirci profilinin nasil degistigini, yeni bir stadin taraftari birlestirmek icin ne kadar onemli oldugunu ve bir klubun butun ekonomik yapisini tek basina degistirdigini gozlemledim ben de. Su anda kombinesi olan FBlilerin neredeyse hicbiri eski stada gitmiyordu. Bir yandan da Aziz Yildirim'in hata yaptigini dusunuyorum; stadi yaptiklari zaman Avrupa'da da bir "yeni stad" furyasi vardi. PSV Arena ile baslayan, yilin her gunu kullanilabilen yeni tip statlardan fikirler barindirsa da Sukru Saracoglu, eski tip statlarin gelebilecegi en iyi nokta olarak kaldi. Bu konuda her iste bir hayir vardir misali, GS'nin stadinin gec yapilabilmesi, su anda yapilan Aslantepe stadinin yeni tip statlarin iyi bir ornegi olmasini sagladi. Son bir nokta ile konumuza geri donelim: Fener, elindeki ekonomik guc ile biraz daha sehir disinda (belki Samandira tesislerinin oraya), tribunleri tek tek yikmak yerine sifirdan bir stad yapsaydi cok daha guzelini yapabilirdi.

Konumuza donecek olursak ayni gecikme, yine beklenmedik sekilde stad yapimini buyuk bir ekonomik krizin ortasina dusurdu. Eh, her yerden pozitif elde edemezsin. Bu yuzden de maaslari gec odemeler, grevler vs ile ugrasmak durumunda kaliyor. Burada kaseti (kasetler ya hey gidi) geri saralim; Amsterdam ArenA'nin resmi dokumanindan geliyor sizlere...

April 1995
After a strike that laste five weeks, the builders went back to work.
This meant the end of the builders’ strike. To make up for lost time, the builders and plasterers worked twice as hard.

Olmayan isler degil kisaca bunlar. Hollanda gibi muasir medeniyetler seviyesine ulasmis yerde bile olduguna gore ekonomik krizin teget gectigi ulkemizde bunlarin olmasi cok dogal. Peki bu gelismeler Galatasaray'i nasil etkileyecek? Stad insaati TOKI ile muteahhit firma arasindaki anlasma ile yapiliyor, yani su anda GS'nin ekonomik bir kaybi yok. Sorun, stadin gec teslim edilecek olmasindan kaynaklaniyor. Burada da GS'nin bir ekonomik kaybi yok, muteahhit firma TOKI'ye geciktigi gun kadar bir ceza miktari odeyecektir (anlasmayi gormedim ama genel olarak yapilan anlasmalar bu sekilde). Zaten TOKI de stadin bitimine belli bir sure kalana kadar da Ali Sami Yen'i kullanamayacak. Yani aslinda GS'yi cok da etkilemiyor diyebiliriz. 

Bir de stada 1-2 aydir stada beton ve demir gelmedigine dair soylentiler var. Resimleri yanyana koyalim ve karsilastiralim (not: ben de daha karsilastirmadim, resimleri koydugum zaman gorecegim ben de ilerlemeyi, usttekiler Subat 2009 alttakiler Aralik 2008).






4 Şubat 2009 Çarşamba

Arda Turan Oley!!


Hak vermemek elde değil. Facebook hemen hemen hepimizin kullandığı bir site ve Arda Turan da hepimiz gibi bir insan (öyle diyelim öyle olsun, farklar var arada haliyle). Orası kişinin kendi özel alanıdır ve istediğini koyar, resimlere bakmadım ama belli ki rezil edecek bir resim de yok. Ama beli açılmış aktrislerin resimlerini "kariyeri boyunca çalıştı ama bu anda rezil oldu" şeklinde veren zihniyetlerin başka birşey yapması beklenemez. Oldum olası paparazzi konseptine kılımdır zaten. 

O zaman ilk önce kendi seviyelerinde bir cevap olsun bu, o dilden anlarlar: "Elalemin derdi seni mi deldi!" (Hakkaten baya kötü oldu bu)

Hemen arkasından geçen gün Michael Phelps hakkında yazdığım yazı gelsin; buyurun buradan yakın.

Sırada bu protesto eylemini başlatan Ali Okancı'nın Penne Arabiata'sından gelsin:

BUGÜN BAZI İNTERNET SİTESİNDE ARDA TURAN'IN ESKİ KIZ ARKADAŞIYLA EV ORTAMINDA ÇEKİLMİŞ SAMİMİ FOTOĞRAFLARI YAYINLANDI. BUNUN HABERCİLİĞİN HİÇBİR TÜRÜYLE BENCE İLGİSİ YOKTUR, ELLERİNE DE HİÇBİR ŞEY GEÇMEYECEKTİR. BİR İNSANIN ÖZEL HAYATINA BU KADAR GİRİLMEZ. ARDA'NIN ESKİ KIZ ARKADAŞI DA ZOR DURUMDA BIRAKILMIŞTIR. BU FOTOĞRAFLARI BASINA SIZDIRAN VE BUNLARI YAYINLAYANLARI KINIYORUM. BURADAN TÜM BLOGGER'LARA SESLENİYORUM; SİZDEN RİCAM BU FOTOĞRAFLARIN YAYINLANMASINI KINAMANIZ.

Tatlı olarak da işi sahibine bırakalım. Arda Turan'ın son albümünün ilk single'ı geliyor; "Zorunlu Açıklama":

Bugün bazı internet siteleriyle birlikte saygın bir gazetenin internet sayfasında şahsıma ait bazı fotoğraflar yer almıştır.

“Arda’nın Gizli Fotoğrafları" başlığı ile mahrem kalması gerektiğini kendi kendine itiraf eden bir buçuk yıl önce çekilmiş görüntülerin yayınlanması tek kelimeyle kişilik haklarıma saldırıdır. Buradaki amaç, şahsımı karalamak ve zedelemek adına her insanın özel hayatında yaşanan bir masumiyetin üzerine başka anlamlar katarak kamuya sunmaktır.

Özel hayatıma tecavüz olarak nitelendirebileceğim ve bir buçuk yıl öncesine dayanan bu fotoğrafları çalıp internet ortamına sızdıranlar ve bunları özel hayata saygı kavramını göz ardı ederek yayınlayanlar hakkında hukuki haklarımı saklı tutacağımdan kimsenin kuşkusu olmasın.

Takımımızın zorlu maçlarının olduğu bir süreçte gerek futbolumu gerekse çalışma anlayışımı ve formam için mücadele aşkımı hiçbir dış güç ve entrikanın karalayamayacağını buradan bir kez daha kamuoyuyla paylaşırken bu fotoğrafları yayanların ve basanların kendi aile ve özel hayatlarına böyle bir müdahele yapıldığı takdirde nasıl tavır alacaklarını da bilmek isterdim. Ayrıca hem şahsımın hem de futbolumun bu tür başka konularla yıpratılamayacağını buradan belirtmek isterim.. 

Saygılarımla 
Arda Turan

30 Ocak 2009 Cuma

Nadal vs Verdasco


Nadal, Sinan’ın, benim hatta birçok tenis severin kolay geçer dediği yarı finalden zar zor kurtuldu. Evet kabul ediyorum izleyemedim ama şartlar müsaade etmedi bende netten refresh refresh son duruma baktım. Sayfayı açtığım anda –ki biraz geç kalmıştım ne de olsa rahat alır Nadal diye düşünüyorum ya- 4 setten 3‘ünün tie break e gittiği kalan setin de 6-4 bittiği efsane bir maçı kaçırdığımı anladım ama yapılabilecek bir şey yok, ekmek parası ne yaparsınız. Son sette 4-4'e kadar geldi ve orda, ki ben ne kadar Nadal’ı tutsam da, tatlı bir sürprizin de heyecanını yaşadım. Her zaman yeni isimler insana heyecan veriyor. Beklenen oldu Nadal o andan sonra Verdasco’nun servisini kırdı ve maçı 6-4 aldı. İnsan, hem şehirlisine, bu kadar yüklenir mi ya ama herkes aynı dertten muzdarip; ekmek parası işte.

Beklenen oldu, Nadal severler ve keyifli bir Nadal-Federer finali izleme umuduyla yaşayanları tatlı bir heyecan sarmaya başladı. Umarım 5 sete giden bol bol tie breaklere sahne olan, inanılmaz rallylerin yaşandığı bir maç bizi bekliyor. Benim bu temennilerle birkaç kişiyi kaybederiz ama maç sonuna kadar.

27 Ocak 2009 Salı

Harala Gürele


Maçı tanımlayan en güzel şey buydu herhalde, tam anlamıyla bir harala güreleydi. İki takımın ve bu maçın sonucunu merak eden herkes açısından çok eğlenceli bir maçtı ama bu maçı bir sinema filmine benzetecek olursak sadece ve sadece eğlencelik bir filmdi, kült olmaktan ne kadar uzak olduğunu anlatmaya gerek yok kanımca. Maçın önemli karakterleriyle ilgili daha sonraki postlarda bahsedeceğim. Dün gece Fenerbahçe veya Trabzonspor ’un karşısında başarılı ve hızlı bir şekilde ayağa pas yapan ve uzun toplarla savunmanın arkasına iyi adam kaçırabilen herhangi bir takım olsa işler çok farklı noktalara gelebilirdi.

Maç benim içinde çok keyifli ve adrenalin dolu bir maçtı ama futbol adına güzel bir maç değildi. Modern, hızlı pas trafiği olan, dikine futbolu sindirene kadar daha çok fırın ekmek yememiz gerektiğini bir kez daha hatırlattı bize bu maç.

26 Ocak 2009 Pazartesi

Haftasonunun Ardından

Böyle bir haftadan sonra hemen yazmak ayıp olurdu, ilk önce bir durup düşünmek, sakinleşmek gerekiyordu. 

Sivas'a dönelim ilk önce. Güzel futbol oynayan ve hakkıyla ligin tepesinde olan iki takımın mücadelesinin sahaya kurban gitmesi yazık olacaktı, oldu da. Neyse ki yarın adam gibi bir sahada bunun rövanşı var. Galatasaray, daha dominant oynuyla pozisyon üretemezken, Sivas kontraatak mantığıyla daha çok iş yaptı sanki. Bir kere fizik olarak doldur boşalta uygunlar ve bu sahada yerden oynamamanın gereğini çok iyi biliyorlardı. Oysa başta Ayhan olmak üzere bütün Galatasaraylılar ayaklarında topla dans etmeye çalıştılar. Umit'in kırmızı kartı ise tam bir komedi. Böyle güzel maçların saçma kartlarla katledilmesi sadece sinir katsayısını arttırıyor. Ne Umit'in bir günahı vardı atılırken, ne de Galatasaray maçında Delgado'nun. Futbola yazık. Bir Galatasaraylı olarak bu kadar eskiğe, sahaya ve 10 kişi kalmaya rağmen oynanan oyun tatmin ediciydi. Objektif olarak da bakınca benim hala önde giden şampiyonluk adayım Cimbom.

Dün akşam ise 0-0'lık bir maçın ne kadar keyifli olabileceğini gösterdi Trabzon ile Fener. 0-0'ın (aslında her beraberliğin ama daha çok 0-0'ın) insanın üstüne çöreklenen ağır bir dengesi vardır. Gol perdesi açılmış olsa belki arkasından iki takım da gol bulacak ama o sıkı direnç bir türlü gole izin vermez. Her anı heyecan ve güzel futbol kokan bir maç nasıl 0-0 bitebilir diyorsanız bu maçı tekrar izlemelisiniz. He, bir gol nasıl güzel atılır, bir asist ne kadar inanılmaz olabilir diyorsanız o zaman sizleri Liverpool-Everton maçına alalım. Torres'ten ileri seviyede asist dersleri... Yine de dün gecenin en mutlu Fenerlisi; Rio de Janerio'dan Var Mısın Yok Musun'a canlı bağlanan ve Adriana Lima ile Portekizce muhabbet edip kendisinden tanışma sözü alan Samet'tir muhtemelen. 

Sonunda Sivas'a yaradı bu hafta. Kısaca bakarsak Sivasspor, Trabzon'un 2, Galatasaray Ankaraspor ve Fener'in 2 puan önünde giriyor ligin gerçek ikinci yarısına. Asıl kafamı kurcalayan, puanlar bu kadar yakın giderse ligin son haftasındaki Fener'in Avni Aker deplasmanı ile Sivas'in Sami Yen maceraları ne olacak. Simdiden heyecan kasırgası. 

23 Ocak 2009 Cuma

Sihrin Geri Dönüşü


Yaklaşmakta olan Phoenix'deki All-Star öncesi NBA'de bizim açımızdan ya da belki benim açımdan çok hoş gelişmeler yaşanıyor.  Orlando Magic,  Shaq ve Penny'li kadrosundan sonra belki de ilk kez ligin tepesinde geziniyor ve bu duruma kimse şans ya da raslantı olarak bakamıyor. Magic, yaşananların raslantıdan çok uzakta olduğunu, çıktığı batı deplasman turunda division liderlerini yenerek gösterdi. "Zaten doğudasınız, yüzde 50'nin üstüne çık, saha avantajı cepte" şeklindeki genel kanıya da cevap verdiler. Zaten oynadıkları unorthodox basketbol ve farklı kimyaları sayesinde her zaman rakip takımlara sıkıntı yaratan bir basketbolları vardı, bu özellikleri bu sene onları bir adım yukarı taşıdı. Oyunlarındaki gelişimin sırrını  takım olmanın verdiği dayanılmaz hafiflikte bulabiliriz. 

Orlando bu sene öyle bir takım oldu ki çarkların hepsi görevlerini ve rollerini biliyorlar. Takımdaki herkesin görevini yaparken bir sıkıntı anında - ki insanız hepimiz hata yaparız - işte bu anlarda birinin onun arkasını kolladığına sonsuz bir güveni var ve rahatlıkla hareket ediyorlar. Bu durum onları hata yapmaktan ve adım dahi atmaktan korkan bir takım olmaktan uzaklaştırıyor. NBA'in tepesini isteyen, şampiyonluk hedefleyen bir takımda bunlar olmazsa olmazlar. Orlando'nun buralara gelmesinde en önemli olay herkese göre farklıdır; çoğunluk Howard, Hidayet ya da Lewis'i burada etken olarak görebilir ama bence hepsinden daha önemli olan Jameer Nelson'ın performansıdır. Çok klişedir ama bir takım hakkaten guardı kadar oynar ve ne kadar kendisi favori oyuncularım arasında olmasa da bu sene Nelson'ın bir seviye yükselen istikrarlı basketbolu takımı da yukarıya çekti. Artan özgüveni (ki zaten bu konuda hiçbir zaman eksiği yoktu , şimdi hakkını vermeye başladı) ve arkadaşlarının artık ona skorer guard değil de oyunu hem asist hem skor hem de savunma yönüyle oynayan biri olarak bakması Orlando'nun yükselişini hazırladı.

Magic'den bahsedip de Stan Van Gundy'den bahsetmemek olmaz. Adeta bir öğretmen gibi herkese yapması gerekenleri öğreten, gerektiğinde otoriter gerektiğinde babacan tavırlarıyla takımın hatta NBA'deki herkesin saygısını kazanmış bir koç. Genetik kodlar zannedersem insanın peşini hiçbir zaman bırakmıyor. Aynı aileden çıkan oyuncu çok gördük ama bir ailenin koçluk müessesesine bu kadar destek verdiği az görülen bir olaydır, benzerleri varsa lütfen destek istiyorum.

Belki Orlando'dan bahsedip takımı sırtlayan üçlüye (üç sayısı Orlando'da bu aralar çok popüler-bir maçta 27 üçlük ile NBA rekorunu kırmalarının da bunda etkisi çoktur sanırım) değinmemek  ayıptır ama onlar her zaman All-Star seviyesinde basketbol oynayan oyuncular ve bu performansları olmadan Orlando'nun buralara gelmesinin imkanı yoktu zaten. Howard herzaman ki gibi dominant ve güçlü, Hidayet her zaman ki gibi rakip savunmayı deliyor, takımın sıkıştıgı, topun el yaktıgı dakikalarda insiyatif alıyor, Lewis keza her daim mis-match unsuru. Onlar da aslında pozisyonun hakkını veren bir guardı gördükleri için memnun ve hücumda omuzlarındaki yükün azalmasıyla oyunun iki yönüne de daha rahat bir şekilde konsantre olabiliyorlar. Sonuç olarak onlarda haklılar,  hepimiz arada bir dinlenmek isteriz Dwight Howard olsak dahi.

İlk blog, ilk post ki; yazısı çok kuvvetli biri olmadım hiçbir zaman. Elimizden geleni yapıcaz yorumlarımızı, fikirlerimizi, enteresan bulduklarımızı, dikkat çekmek istediklerimizi sizlerle paylaşıcaz. Büyük bir heves ve arzuyla başladıgımız bu spor blogu umarım  Aceto'nun bende oluşturdugu o güzel havayı başkalarında da oluşturur. Bu blogu yazma aşamasına gelene kadar, Aceto'yu duymamda etkisi olan Mehmet Demirkol , sonra okumaya doyamadığım "hadi bişeyler post etse de okusam" dediğim Aceto (nam-ı diğer Bülent Timurlenk), ardından hep plan aşamasında kalan blog açma fikrimi ateşleyen Sinan'nın kulaklarını çınlatmazsak olmaz heralde. Sürçi lisan ettiysek affola, vatana millete ve bütün spor ailesine hayırlı olsun...

22 Ocak 2009 Perşembe

8 Dakikada Devr-i Alem-i Spor

Geçen sefer tam da zamanı demiştik, biraz açalım; böylece genel olarak bu blog içinde nelere değineceğimizi de göstermiş oluruz.

Dünyanın en büyük dini, futbol. Süper Lig'in ikinci yarısı başlamak üzere, hem de zirvedeki 4 takımın birbiri ile yapacağı maçlarla başlayacak, nasıl heyecan yaratmaz ki! 3 ihtimalli iki maç, 9 ihtimalli bir zirve. Zaten bu sene Süper Lig, zirve yarışındaki takım fazlalığından dolayı Balkanların Premiership'i oldu.

TBL ikinci yarıya yeni başladı, orada biraz geç kaldık aslında. Yine de bu sene zevkli geçiyor. Keza, NBA de öyle. Boston inanılmaz bir seriden sonra geriledi, Lakers parladı ama bir anda Orlando atbaşı oluverdi. Bu konuları Basketten Sorumlu Bakanımız Fibonacci'ye bırakıyoruz, teknik sorunlarını aşınca o da aramıza katılacak.

Formula 1 sezonunun başlamasına 2 aydan az kaldı ama hem çok geniş kural değişiklikleri hem de bu araların favori aktivitesi araç tanıtımları ile boş durmuyor o alemler de. Avustralya'da ise çok uzun zamandan beri yapılan en büyük kural değişiklikleri ve geçiş arttırma sözlerinin ne kadar gerçekleştiğini görücez. Beklentiler büyük.

Motorsporları dünyasından söz açılmışken; Paris-Dakar Rallisi'ni kaçırdık, erken kalkan Üsküdar'ı geçti. Aslında tarihinde ilk defa ne Paris ne de Dakar'ı gören, hatta ilk defa ne Avrupa ne Afrika gören, geçen seneki terör tehditleriyle iptal edilen yarıştan sonra bu seneki çok da önemliydi. 

Bir yandan da dünyanın çok uzak köşelerinden birinde tenis dünyası yeni bir güne merhaba diyor. Sezonun ilk grand slam'i Avustralya Open'ın erken turları büyük sürprizler olmaksızın devam ediyor. Oraya da bağlanıcaz yakında.

Binlerce yazacak, konuşacak, tartışacak şey var. Hatta yukarıdakilerin hepsi ayrı ayrı yazı konusu, hatta blog konusu. Zaman doğru gibi sanki...

21 Ocak 2009 Çarşamba

Ezeli Rakip Ebedi Dost

Artık bir spor blogu açma vakti gelmişti. Bundan sonra Fibonacci ile her türlü spora girip çıkmaya hazır ve nazırız. 

Hepinizi bekleriz.