2009 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
2009 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Nisan 2009 Perşembe

Ferrari Alacakaranlık Kuşağı (Analiz)

5 senelik meyvesiz ama sıkı çalışmaların sonunda yüzleri güldürdüğü zamanlardı 2000'lerin başı, Ferrari adına. Jean Todt, 95 şampiyonu Michael Schumacher'i transfer ederken onunla aynı dili konuşan ve iyi anlaştığı teknik ekibi Ross Brawn ve Rory Byrne'ı da getirmişti. Üst üste gelen 5 pilotlar ve 6 markalar şampiyonluğu, o zamana dek tahmin bile edilemeyen bir başarıydı. 

2006'nın sonunda bu başarılı formül, yerini genç jenerasyonlara bırakma kararını aldı. Önce Schumacher, kazandığı Monza'dan sonra tifosilerin önünde ağlayarak sene sonu bırakacağını açıkladı. Sonra Ross Brawn, bir senelik balık tatiline çıkacağını söyledi. Ve de Rory Byrne da görevini asistanı Aldo Costa'ya bırakarak arka bir role geçti. 

Gelen yeni jenerasyonun başarısız olduğunu iddia etmek zor, 2007'de Kimi Raikkonen'in Ferrari'deki ilk senesinde şampiyon oldular zira. Ama o sene hala Jean Todt'un yarı aktif görevde olduğunu ve takımdaki etkisinin çok yüksek olduğunu unutmamak lazım. 2008'de artık aktif görevde değildi Todt. Yine de takım, rüzgar dolu yelkenleri ile çok iyi savaştı bütün yıl, ancak son yarışın son virajında kaçırdı şampiyonluğu. Fakat yeni jenerasyon için asıl sınav, 2009 yılı. Baştan aşağı yenilenmesi zorunda olan araç, tamamen onların elinde evrilen ilk araçtı ve ilk büyük testleriydi. Ve maalesef sonuç ortada, ancak 4. yarışta alınan 3 puan var elde. 

Bütün başarısızlıklar pist üstünde de değil. Geçen sene, son şampiyon Raikkonen'ın sadece 2 yarış kazanması nasıl açıklanabilir? Zor bir insan belki ama motive edilebiliyor muydu? F2008, doğarken ona uygun değildi ama teknik takım ona yeteri kadar yardımcı olabildi mi? Bunların üstüne Ferrari gibi nüfuzlu bir takım, bütün sene şampiyonlarının sporu bırakacağı haberlerini engelleyemedi. Baskı altında çatırdamaya başlayan bir takım imajı oluşuyordu Ferrari'de. Huzursuzluk heryerdeydi, hala da öyle. 

Takım patronu, takımın her an herşeyinden sorumludur. Kural değişiklikleri öncesi aracın baştan aşağı tasarımından, takım içindeki personelin uyum içinde olmasından, FIA ile ilişkilerden, herşey herşeyden. Stefano Domenicali ise, benim düşüncemde, bu ağır gömleği kaldıramıyor. Jean Todt var iken takıma kimse karışamıyor ve karışma isteği duymuyordu. Şimdi ise, Italyan tarzı politikaların dolup taştığı Ferrari'de, takımı herkes bir tarafından çekiyor. Luca di Montezemolo, artık takıma daha yakın. Michael Schumacher her yarışa geliyor. Jean Todt ise uzaktan, oğlu ve Massa'nın menajeri Nicholas Todt ile takım üstünde hala etkili. Alonso'nun menajeri bile yakınlarda. Domenicali'nin avantajı ise, Italyan milliyetçiliği ile kaynayan takımdaki Italyan patron olması. 

Şu andaki durumda F60 çok yavaş, aerodinamik olarak geride, KERS sorunlu, seneye kimin takımda olup olmayacağı belli değil. Sorun nerede, o da tam olarak bilinemiyor. Diffuser olayında geride kalan takımlardan olan Ferrari, yeni difüzörünü Ispanya GPsinde tanıtacak. Ama yeteri kadar bir gelişme olmazsa şimdiden 2010 sezonunun aracına yoğunlaşılacağı söyleniyor; hoş, Domenicali bunu reddediyor ama Ferrari artık dedikoduların merkezi durumunda. 

Ferrari'nin Adnan Polat'ı Luca di Montezemolo, yakında teknik direktörü Domenicali'yi sallayabilir. Raikkonen-Alonso değişimi, 2009 sezonunun harcanabileceğinden sonra şimdi de Michael Schumacher'in teknik direktörlüğe geçebileceği dedikoduları ağızdan ağıza yayılıyor. Çokbaşlılık, bokbaşlılıktır ve Ferrari de bunu yaşıyor şu anda. Cevap ne bilmiyorum ama Şahlanan At, bir süre şahlanamayacak orası belli. 

29 Ocak 2009 Perşembe

Topraktan Kahramanlar

Avustralya Açık, yine son dönemin klasik finaline doğru ilerliyor: Federer - Nadal. Federer finale çıktı bile, Nadal da set bile kaptırmadan yarı finalde. Nadal, vatandaşı Verdasco'yu da geçerse, ki heralde geçer, 1 Numara ile 2 Numara'yı bir kere de Grand Slam finalinde izleyeceğiz.

Her ne kadar bir sürü insan tarafından fiziksel olarak Federer'e benzetilsem de yine Ispanya-Ispanyol sempatim ağır basar ve Nadal'ı tutarım. Bir nevi teknik (Federer) vs fizik (Rafa). Yine Ispanyol tarafım ağır basıyor ve Nadal'ı tutuyorum şimdiden finalde. 

Bambaşka bir noktaya götüreceğim şimdi sizleri. Nadal her zaman toprak kortun kralı olarak bilinir. Istatistiklerle de kanıtlanan bu hükümdarlık, Nadal'ın geçen sene -artık sonunda- Wimbledon'ı alıp toprak hariç Grand Slam kazanmasıyla taçlandırıldı. 160 hafta Federer'in arkasında iki numarada bekledikten sonra ATP klasmanının tepesine ulaştı. Bu performansının devamını hayranları olarak bekliyoruz. Ve burada da gelmek istediğim noktaya ulaşıyoruz. 

Dünya Ralli Şampiyonası yıllar önce 2-3 atbaşı ile inanılmaz heyecanlara sahne olurdu. Petter Solberg, Marcus Gronholm toprak zeminde başa güreşirler, daha sonra sezonun asfalt bölümünde Sebastian Loeb onları geride bırakırdı ve böylece müthiş sezon finalleri olurdu. Bunların sonuncusunu yamulmuyosam 2003'te yaşadık. Sezonun son yarışına 4 şampiyon adayıyla girildi (Süper Lig de böyle olmasın sakın bu sezon), Richard Burns yarış başlamadan bayıldı ve çekildi (ve sonra beyin kanseri teşhisi koyuldu ve hayatını kaybetti; buradan kendisini anıyoruz), Carlos Sainz yarışta geride kaldı; son etaplarda üstünlüğü ele geçiren Solberg, Loeb'in önünde şampiyon oldu. Sonra mı? O günden beri Loeb şampiyon oluyor. Çünkü asfalt yarışların hepsini kazanan ama toprakta çuvallayan Fransız, toprakta da yarış kazanmaya başladı. 

Sizce Nadal da o yolda gider mi acaba? Zaman gösterecek, bu finalde başlayarak...