Bulutsuzluk Özlemi'nin Yine Düştük Yollara şarkısı geldi aklıma dün akşam, Tobol maçı sırasında. Yine başlıyoruz işte, bir sezon daha, yepyeni bir heyecan. Hatta öyle bir heyecan ki temmuz maçlarının genelde dolmadığı Ali Sami Yen, bu sefer tıklım tıklım dolu.
Yine de maçın doğası itibariyle oyuncular da tribünler de hep 2. vites modunda. Rahatız, futbolun güzelliği belirsizliğinden gelse de kimsede o heyecan yok. Bu sefer küçük kahramanlar çıkmayacak sahadan, kazanması gereken kazanıp gidecek. Keza öyle de oldu. Bu arada da bize ufak notlar düştü.
Galatasaray, çok ahım şahım bir futbol oynamadı; bazı şeyler zamana ihtiyacı olduğunu gösterdi, bazıları ise Rijkaard faktörünün ortaya çıktığını. Neler mesela?
Kötülerden başlayalım. Bir kere Tobol gibi bir takıma karşı bile pozisyon bulmakta zorlandı takım. Adamlar her ne kadar 10-0-0 taktiği ile çıkmış olsalar da beklenti hep bol gollü galibiyet ile rahat bir maç izlemekti. O kısmet olmadı. Ön liberolar fazlasıyla rakibin içinde kalınca, top şişirmenin artık yasak olduğu Galatasaray, çok fazla sızamadı rakip yarısahaya. Ama normal lig maçlarında bu kadar yatacak takımların azlığı ve arkada kalacak alanların çokluğunu düşününce bu sıkıntı heralde aşılacak. Bir yandan da yeniler ile eskiler arasında ufak tefek uyum sorunları yaşandı. Mustafa Sarp ilk golünü atmış olsa da yavaş, fazlasıyla garantici ve yer yer savruk bir izlenim bıraktı bende. Mustafa gibi Serdar da ilk dakikalarda ayakları titreyen bir oyuncuydu. Gökhan Zan da Servet ile beklenen uyumunu henüz yakalamış değil. Bir de en büyük sorunlardan biri, sadece bir kanadı kullanabilmiş olmamızdı. Yaser ve Sabri'nin sağ kanadının hiç çalışmadığını üzülerek gördüm, Serdar ve Balta ise Arda'nın da eklenmesi ile arı gibi çalıştılar. Yaser ve Sabri'nin, sezon içinde ilk 11'den rotasyon seviyesine, oradan da daha aşağılara düşeceklerini tahmin ediyorum. Hatta umuyorum.
Düşününce ilk maçlar bunlar, belki en kolay tur ama şahsımca aynı zamanda en zor turlardan da biri. Peki o zaman iyi yönleri ne? En başta takım ne yaptığını biliyor artık. Görüyorsun sahada bunu açıkça. Mesela Orkun, her topa vururken iki kere düşünüyor. Eskiden her topu dan dun diken adam, şimdi pas vermeye çalışıyor hep. Serdar Eyilik'in heyecanını maç içinde arkadaşları o kadar güzel bastırdı, o kadar destek verdiler ki ilk maçtan potansiyelini göstermeye başladı. Maçın başlarında 3-4 top arka arkaya kaybetti, her kayıpta Hakan Balta ve Arda yanına gelip "bravo, çok güzel, olur, helal" gibi sözlerle cesaretlendirdiler. Arda özellikle her uygun pozisyonda Serdar ile paslaştı, ona özgüven vermeye çabaladı. Ne de olsa 3 sene önce aynı durumda olan oydu. Bunların yanında Rijkaard'ın felsefesinin birinci koşulu olan "top nolursa olsun bizde kalacak", dün akşam harfiyen uygulandı. Oyuncular, açık görmedikleri anda geriye döndüler, zorlamadılar. Top bizde kalmalıydı. Seneler önce Şampiyonlar Ligi grubundan çıkmak için ASY'de Barcelona'yı yenmek zorundaydı Galatasaray. Barcelona bir gol bulmuştu ve bir daha da top göstermemişti bize. Bir ileriye gidiyorlardı, bir geriye. Dün akşam, onun enstantanelerini gördüm bizde de. Kesinlikle mutlu edici.
Bir de çalışılmış pozisyonlar, duran toplar. Yıllardır Galatasaray'ın duran top sorunu vardır, bir türlü adam gibi kullanamaz bunları. Ama dün akşam, daha sezon başı olmasına rağmen, organizeydi herkesin durduğu yer, kime atılacağı, kimin nereye koşacağı. Öyle ki, Servet'in attığı golde Arda, erken koşan Servet'i durdurdu, geri gönderdi, tamamlaştılar, sonra da kornerden Servet'in kafaya ordan da ağlara. Antreman golü gibi.
Bu noktalar da beni önümüzdeki uzun yollar için mutlu etti. Bu takımdan iş çıkacağını, iyi şeyler olacağını hissediyorum ve görüyorum. Umarım yanılmam. Zevkli bir sezon bizi bekliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder