En başta bir hayırlı olsun ile başlayalım, Barcelona'ya, Inter'e, Hleb'e, Etoo'ya ve Ibra Cadabra'ya. Kime daha hayırlı, kime daha yararlı olacağını ise zaman göstericek.
Inter, her sene yıldızlar transfer eden, takım olabildiğinde şampiyon olan, takım olamadığında da harcadıkları ile kalan bir takım gözümde. Belli bir ekolün takımı yani; ekolün diğer parçaları Real Madrid, Bayern Münich, Chelsea veya ülkemizde Fenerbahçe. Flaş transfer, inanılmaz yetenekler, enteresan yöneticiler ve takım olma konusundaki sıkıntılar. Barcelona ise bu ekolün tam karşısındaki diğer ekolün bayrağı diyebiliriz; mesela Liverpool, Dortmund veya ülkemizde Galatasaray (bence diyeyim).
Eto'o, sevdiğim beğendiğim bir adam (ben kimsem, Etoo'ya tepeden baktım iki saniyede). Biraz arıza ama olur öyle şeyler. Ama yazının asıl konusu Ibrahimoviç ve Barcelona. Ibra'nın daha arıza biri olduğu su götürmez bir gerçek. Kırmızı karta daha yatkın, kaybettiği topları umursamaz, serseri bir mayın. Ama bir bakarsın şapkadan 3 tavşan birden çıkarır, küçük diller yutulur. Ilk günden beri Ibra'nın ne kişilik ne de oyun karakterinin Barcelona'ya uyacağını düşünmüyorum şahsen. Gözümün önünde canlanıyor, Iniesta, Xavi, Toure topu getirecek; paspaspaspas, sonra top Ibra'ya gelecek. Kanattan topu aldığında karşısında birini bulan Ibra, bir yavaş sağ ile sola doğru hız kazanacak, kanattan göbeğe doğru akacak, arada bir ver kaç belki, sonra da şut. Bir bakıma Kayserispor'da Mehmet Topuz neyse, o. Peki dünyanın en "takım" takımı Barcelona için, çok tehlikeli bir durum değil mi bu?
Şahane oynayan, futbolun bütün gereklerini yaratıcı ve zevkli bir şekilde ortaya koyan bir takım ve çılgın/deli, çok yetenekli, patlamaya hazır ve genelde kendi kafasına göre takılan bir forvet. Bana tek bir şey hatırlatıyor: Ray Manzarek'in müzik dehasının oluşturduğu The Doors grubu ve çılgın/deli, çok yetenekli, patlamaya hazır ve genelde kendi kafasına göre takılan Jim Morrison. Umarım sonu aynı olmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder