blog etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
blog etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Aralık 2009 Pazartesi

Pit Girişi


Bir süredir yenilik yapıp sırf motorsporları yazmaya karar verdik madem, buna göre bazı değişiklikler de yapmak gerekiyordu.

Sevgili okurlar, Gol Atan Kaleye'den Mustafa Taha ile beraber bir motorsporları blogu açtık resmi olarak. Adı Pit Girişi. Adresi de pitgirisi.blogspot.com. Gelin gezin takip edin. Daha dedike, daha spesifik bir blog. Buraya da aynı yazıları taşıyacağız zaten.

Şimdiden teşekkür ediyorum.

19 Haziran 2009 Cuma

Fenerlilik (Scapula'ya)


Scapula gibi benim de babam Fenerli. Ama 1983 doğumlu olarak 80'lerin sonlarında aklım başıma geldi ve Galatasaray'ı seçtim. Takımın o sıradaki başarısından da olabilir, etraftaki kuzenimin GS'li olmasından da, ama bişi oldu ve seçtim takımımı. Daha sonra çok kez Scapula'nın Mayıslar Bizim blogunda yazdığı bu yazıdaki hisleri hissettim. Futbolun içindeki hiç kimse tamamen temiz olamaz ama bu skalada Fenerbahçe'nin yeri her zaman ayrıdır. Aşağıdaki yazı, bu linki okumadan hiç bir şey ifade etmez.

Zaman zaman altına imza atacak kadar katılmış olsam da orada yazanları tekrarlamak için yazmıyorum bu yazıyı. Niyetim aslında belki de biraz eleştiri, yarım bir açık mektup. Eğer yanlış bir şey dersem, Scapula'dan şimdiden özür dilerim, tanışmasak da niyetim kötü değildir. 

Efes Pilsen - Fenerbahçe basketbol finali serisinin son maçındaki olayları üzülerek izledik, izledim. Eminim bir sürü Fenerli de aynı hislerle izlemiştir. Orada yapılan saldırıların "bazı kendini bilmezler" tarafından yapıldığı ve bunların "koca bir camiaya mal edilmemesi" klişelerini artık kimse yemiyor. Çünkü bunlar hep oluyor maalesef. 

Ama babam Fenerli. En yakın arkadaşlarımdan biri Fenerli. İş arkadaşım Fenerli. Ve hiç biri de benim (ve belki de bizim) kafamızda canlandırdığımız Fenerli kalıbına uymuyor. Anketlerde en sevilmeyen takım hep Fenerbahçe çıksa da, bunu bloglara yazıp bir kısım insanı "Fenerlileştirmek" ne kadar doğru? Veya bir Fenerli prototipi yaratmak? Türkiye, maalesef, herkesin "şurası"nda gezdiği bir yer ve hiç tanışmayan iki insan, takım kavgasından birbirini öldürebiliyor. Burada, biz blog yazarları olarak, bazen ne kadar birbirimize Scapula'nın yazdıkları gibi şeyler hissetsek de, bunları içimize atmayı öğrenmeli ve öğretmeliyiz diye düşünüyorum. Farklılaştırma, ötekileştirme ülkemizde fazlasıyla var ve buna karşı durmanın bir yerlerden başlaması gerekiyor. Gittikçe medyasal gücü artan ama hala insani tarafını da yitirmemiş blog camiası, bu pozitif cephenin başlangıcı neden olmasın? Rakibi tarafından ötekileştirilmek, yanlış bir hareketi doğrulamak gibi görülebilir bir grup tarafından. Aynen Aziz Yıldırım'ın, Fenerbahçe eleştirildiğinde "başarılarımızı çekemiyorlar" demesi gibi; tepkinin konuşarak tatlı dille gelmesi, atışmaktan daha yararlı olur rakibinizle uzlaşmanız konusunda. Ama birilerini Fenerlileştirerek, Cimbomlaştırarak, aslında hep eleştirdiğimiz "medyanın körüklediği rekabet"i körüklemiyor muyuz? 

Bunlar benim nacizane görüşlerim, tek bir doğru veya yanlış da yok. Sürçü lisan ettiysek affola, hele de Scapula'ya karşı. Niyetim, kimseyi kırmadan düşündüklerimi yazmak. Yorumlarınızı bekliyorum. 

16 Haziran 2009 Salı

Mass Media vs Blog Media

Öğle yemeğinden sonra dondurmamın tadını çıkarırken geldi bu düşünceler aslında aklıma, Servet'in transferini düşünüyordum. Sabahleyin bütün bloglar bunu yazmıştı ama daha büyük kaynakların hiçbiri bu kadar kesin konuşamıyordu. Bir de Poltrona 36 olayı var hazır, galiba bunları yazmanın zamanı da geldi.

Mass media çatısı altındaki Hürriyet, Milliyet gibi medya devleri ile bloglar aslında bir David ile Goliath gibiler. Büyük medya kuruluşlarının hitap ettiği kısım çok çok daha büyük biz bloglardan, sorumlulukları da daha fazla. Bütçeleri de daha fazla. Yalnız medya çıkışlı blogculardan dolayı aslında spor dünyasının içinden gelen bilgiler aynı seviyede diyebiliriz (en azından bazı bloglar için). Servet transferine dönersek; bloglar bunu istediği gibi yazabilir. Ben Servet'i Marsilya'ya gönderirim, Ronaldinho'yu Eskişehirspor'a alırım, Rafa Nadal'ı Ferrari pilotuna dönüştürürüm. Sonra da dönüp özür dilerim en fazla. Okumak isteyen okur, okumayan da gider. Mass media'da işler tam olarak öyle yürümüyor. Oranın yazarları da bizim kadar Servet'in Marsilya'ya gideceğini bilse de belli bir ciddiyet seviyesine kadar yazamaz (yazmamalı) ve/veya kulüpler, transferin yolunda gitmesi için onlardan yazmamalarını isteyebilir. En azından teoride böyle olması gerekir. O yüzden de daha küçük, daha esnek olan bloglar burada daha avantajlı.

Ama aslında büyük medya kuruluşları da gereken ciddiyeti göstermiyorlar ve ellerindeki sorumluluğun altından kalkamıyorlar. Her yaz bunu görüyoruz zaten, balon binbir tane transfer haberi dolaşıyor ve herkes artık bunu doğal karşılıyor. Futbolsuz günlerde sallamaları doğal bile diyoruz. Eğleniyoruz bile hatta. Ama ya Poltrona 36 olayı? Burada birilerinin peşinden koştuğu bir haber ortaya çıkarılmış. Haber atlamak en büyük günah belki ama ya haklar ve hukuk? Senelerdir müzik piyasası ile dinleyiciler arasındaki bedava müzik kavgası bu yüzden çıkmıyor mu? Ceza Sahası blogu, burada sanatçı; büyük medya kuruluşları da burada müziği bedava indiren kullanıcılar durumunda. Ki aslında kullanıcının para bile ödemesini istemiyor bu sefer hak sahibi; sadece adı geçsin istiyor. Bu kadar doğru bir savaşta nasıl karşı tarafta olunabilir ki!

Bunun yanında, çoğu blog yazarının başka işleri var. Zevk için veya merak için yazılıyor bu bloglar. Oysa Goliath kalemlerinin işi bu, bunun için para alıyorlar, çoğumuzun elinde olmayan kontaklar ve geçiş hakları var. Yani aslında iyi bir iş çıkarmak, o sorumluluğun hakkını vermek için ellerinde her malzeme var. Ama ben yıllardır Aceto'da, PCLionFC'de veya okuduğum bir sürü blogdaki kadar detaylı, üstüne düşünülmesi ve nakışla işlenmiş yazılar okumadım spor medyasında. Kağıttan gazete okuduğum yıllarda köşe yazarları ne demiş merak ederdim ama düşünüyorum, hiç biri hiç bişi demiyormuş aslında. Yani elinde kocaman potansiyeli olan devasa kurumlar, bıkkınlık ve beceriksizlik ile bu potansiyeli heba ederken, son derece underground ve kaynaksız olan bloglar, onlardan çok daha iyi bir iş çıkarıyor. David, ciddi anlamda Goliath'ı tokatlıyor.

Bloglar olarak aslında bir anlamda Gençlerbirliği, Sakaryaspor gibiyiz de. Haberleri yapıyor, onları büyütüyoruz, sonra da Fenerbahçe, Bayern Münich fln gelip meyveleri toplayıp yiyiyor. Hem de bonservisli haberlerimizi bize tek kuruş vermeden alıyor. Buradaki tek kuruş mecazi, yanlış anlaşılmasın. Ceza Sahası'nın bugünkü yazısında "bu hareketlere karşı ne yapabiliriz" diye soruyorlar. Bir tür ispiyoncu, suçluları teşhir eden bir sistem önermişler yazının sonunda da. Yazsak nolacak ki? Bunu yapacak kadar utanmayanlar yine utanmayacak zaten. Kendimiz çalıp kendimiz oynicaz "vay efendim haberim çalındı" diye. Benim çözümüm de çok yok aslında, aklıma bir tek hantal hukuki yollardan geçmek geliyor. Bir post ve bir haber için bunları yapmak da insanüstü sabır gerektirir, ucunda kazanamamak da var. Ama bir kazandın mı, örnek teşkil eder şekilde bağımsız makamlarla Goliath'ı yendin mi, sonra hepsi suspus olur. Geçilemez Kaf Dağı'nın ardındaki 70 hurili cennet gibi oldu...

Müzik piyasasının halledemediği gibi bizim de bu telif hakkı konusunu çözmemiz çok zor. Bence zaten zamanla taşlar yerine oturacak: Internet kullanımı, blog okunması ve blog yazımı daha da büyüyecek ve iyi olan bloglar da kişisel bir "mass media" aracı kıvamına gelecek. Ama bu çözüme en azından 10 yıl var. Belki... Şimdilik status quo'yu kırmaya gücümüz yok maalesef.

PS: Caravaggio da amma tablo yapmış.

4 Şubat 2009 Çarşamba

Catı Katı: Blog Idman Yurdu


Blog Idman Yurdu'nun neşesi kaplıyor bugün içimi açıkçası. Hatta diger blogumda bile bahsettim, o kadar güzel bir gelişme ki bu. Aynı niyetle yola çıkan, birbirlerine okuyarak/yorum yaparak arka duran, aralarındaki konuşmalarda cesaret veren insanların (fibonacci ile ikimizi yeni yeni buralara katıyorum artık) tek bir çatı altında toplanıp "birlikten kuvvet doğurması" aslında bu. 

Bunun yanında gittikçe fanatikleşen ve hırçınlaşan futbol dünyamızda, blog çevresinin son derece hoşgörülü, kendi takımını da eleştirebilen, araştırmacı, birbirine destek ve kişisel olarak olmasa da netten tanışıp kaynaşma halini çok seviyorum. Sanki büyük bir çete, ufak bir silahsız ordu misali... Ayrıca işini yarım yamalak yapmayı norm ilan eden bir yerde herkesin konusunu iyi araştırıp, etraflıca düşünerek ve hakkını vererek yapması gözlerimi yaşartıyor (duygusallaştım, ağlayıp geliyorum).

Su anda takip ettiğim, okuduğum, takdir ettiğim blog emekçileri (politikaya da giriverdim, kapitalizme ince ayar çaktım); hepinize buradan teşekkür ediyorum. BT'nin yeri ise ayrı, Aceto Balsamico ile bizlere liderlik ediyor. Umarım beat kuşağı gibi bir kuşak doğar bizlerden de, tadı yıllar sonra damaklarda kalan, öncülük eden, iyiye doğru kötülüğe karşı militan/romantik duran bir toplulukvari...